‘CASİNO’ LAR CENNETİ (!. )
Eski dostlarla karşılaşmak ne güzel!. Hele hayatınızın en masum yıllarını birlikte geçirdiğiniz çocukluk arkadaşlarınızsa bunlar!. .
Eski dostlarla karşılaşmak ne güzel!. Hele hayatınızın en masum yıllarını birlikte geçirdiğiniz çocukluk arkadaşlarınızsa bunlar!. . Dün alışveriş için markete gitmiştim. Genelde evde ihtiyaçlarımın listesini yapar öyle giderim ama nedense dün; nasılsa hatırlarım diye liste yapmadan gittim. Bu yüzden kafam ne alacağımla meşgul, dalgın dalgın dolaşırken arkamdan omzuma değen bir elle irkildim. Tanımadığım biriydi ve mahcup olacağını düşünerek onu kırmadan yanıldığını, beni birine benzettiğini söylemek için kafamda kelimeleri seçmeye çalışırken, derinden bakan hüzünlü gözleri tanıdım. O benim ilkokul yıllarımda en sevdiğim arkadaşlarımdan biriydi. Ama neler olmuştu ona? Yaşını bilmesem seksen yaşında sanırdım o görüntüyü. O güzel insan adeta şekil değiştirmişti. Sırtı kamburlaşmış, yüzü uzamış, kırış kırış yanakları sanki birbirine girmişti. Şaşkınlığımı gizlemek için laf kalabalığı yapıyor, onu gördüğüme çok sevindiğimi anlatıyordum habire. Alışverişi o da ben de unuttuk, marketin kafeteryasında bulduk kendimizi. Yıllardan sonra konuşacak o kadar çok şey vardı ki!.
Ortaokul ve liseyi Lefkoşa’da okumuştu bu yüzden o yıllarda onu çok az görmüştüm ama yine de yakındık birbirimize. Baf’a gelir gelmez ilk işi bize gelmek olurdu. Annem de onu çok severdi ve bize geldiğinde onun çok sevdiği yemeklerden yapardı. Saatlerce sohbet ederdik o günlerde. Hayallerimizi anlatırdık birbirimize. Hangi üniversiteye gideceğimizi, ne okuyacağımızı konuşurduk uzun uzun. Ama o erken evlendi ve bu yüzden üniversite hayallerini gerçekleştiremedi. Lise son sınıfta iken sevdiği biriyle nişanlandı ve lise bitiminde de evlendi. Eşini o kadar seviyordu ki, yıllarca hayalini kurduğu üniversite bile gözünde yoktu. Baf’a gelir gelmez eşiyle bize gelmişti. Gerçekten de ona uygun, anlayışlı, yakışıklı bir gençti. Onu da çok sevmiştik. Sonradan yollarımız iyice ayrıldı. Ben tahsil için İstanbul’a gittim. Döndüğümde savaş sonrasıydı. Herbirimiz değişik yerlere savrulduk ve kısacası ben o zamandan sonra bu çok sevdiğim arkadaşımı göremedim.
Eski günlerden konuştuk biraz, eski arkadaşları andık. Eşini sordum bir ara; duymazlığa geldi; yüzü karıştı, rengi solmuş gözleri daha da derinleşti. Mahcubiyetin uçuk pembeliği geçti yüzünden. Belli ki eşiyle sorunları vardı. Neşeli konular açmaya çalıştım ama o ifadeyi değiştiremedim. Derken sessizce ağlamaya başladı. Belli ki anlatmak ihtiyacındaydı. Kocasından ayrılmış; daha doğrusu ayrılmak zorunda kalmış. Üniversitede okuyan bir kızları varmış. Eşinden ayrılınca kızını okutmak için iş aramış, bulamamış ve evlere temizliğe gitmeye başlamış. Eşiyle ayrılma nedeni kumar ve hafifmeşrep kadınlar olmuş. Önceleri eşine tapan kocası; kumar yüzünden onu döver olmuş. Kazandığı parayı casinolarda yitirip eve hep sinirli gelmeye başlamış ve neticede kumar uğruna ailenin gayrımenkullerini de satmış. Gece hayatından dolayı işe gidemez olmuş ve işinden de atılmış. O müşfik eş tam anlamıyla sefil olmuş sonunda. Onun gibi daha kaç insanımız binbir emekle, sıkıntı ve meşakkatle kazandıkları mal varlıklarını, paralarını kumar masalarında bir anda kaybetmek bedbahtlığına düşmekte ve kendileriyle beraber ailelerini, çoluk-çocuklarını da perişan etmektedirler.
Kumarhaneler daha kaç yuvayı yıktı; ve yıkmaya da devam edecek?.. Bu duyduğum kaçıncı hikaye oldu adaya geldiğimden beri?. Bu küçücük adada her gün yenileri de eklenen kaç tane soygun yuvası var? Ekonomimiz insanları bu kötü illete alıştırarak mı düzelecek? Daha kaç aile dağılacak, kaç insan sefil olacak bu yüzden?
Kumar pahalı bir eğlence türüdür ama eğlenen her zaman kumarhane sahibidir. Hele makine oyunları… Öyle bir ayarlanır ki makineler hiçbir zaman oynayan kazanmaz. Bir kazansa yüz kaybeder. Yine de kumarı cazip hale getiren öyle tuzaklar vardır ki, (sınırsız ikram, tombala vb.) insanlar zararlı çıkacaklarını bile bile bu illete zamanla bağımlı olurlar.
Koca Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bile başa çıkamayıp 1998 Şubatında aldığı kararla kapatılan kumarhaneler, sözüm ona turizm sektörüne katkı diye kumarhane sahipleri tarafından KKTC ye taşındı. 1998 yazında 18 casino işletmesiyle adamız ve insanımız kumarhanelerle tanışmış oldu. Ancak ne acıdır ki turizme katkı diye açılan casinoların diğer turizm sektörlerine pek de katkısı olmadı çünkü KKTC zamanla kumarla özdeşleşti. Adaya gelişler daha çok kumar maksatlı oldu. Kumarhanelerin loş salonları doğa güzelliklerine, alışverişe ve tarihi yerlerimize tercih edilir oldu.
Yıldan yıla sayıları artan bu yerler, küçücük adamızda ancak belli kesimlere menfaat sağlarken, yerli halkı her gün biraz daha perişan ediyor ama, bu kimin umurunda!. Ben de birkaç kez çevremdekilere uyup değişiklik olsun diye gittim. Orada gördüğüm manzaraya şaştım kaldım. Güya yirmibeş yaşın altındakiler, öğrenciler ve yerliler giremezmiş casinolara… Lâf!. . . İçerdekilerin büyük çoğunluğu yerliler. Girerken hiçbir kontrol yok, elini kolunu sallayarak giriyor herkes. Niye kontrol etsinler ki para kazandıracak insanları!. Biraz sonra soyup gönderecekler ya asık suratlarla!. Güzelyurt’tan, Lefkoşa’dan tanıdık simalar taa oralardan çıkıp geliyorlar. Geç saatlere kadar kaldıktan sonra yorgun ve dumanlı kafalarla bir de araba kullanıyorlar. Kazalar öyle boşuna olmuyor yani!. İnsan bir hataya düşmeye görsün, arkasından çorap söküğü gibi diğerleri de gelir. Hele Girne’de oturanların günlük işi haline gelmiş kumar oynamak. Nerdeyse adım başında bir casino var. Parlak ışıkları ile çok da davetkârlar. İçeriye bir giriyorsunuz ki; loşluk ve sigara kokusu karşılıyor sizi. İnsanlar ya rulet masalarında, ya canlı oyunda ya da makinelerin karşısında. Çoğu da yerli… Etraflarına bakmadan hem söyleniyor hem oynuyorlar. Biri kazanıyorsa yüzü kaybediyor. Casino ve kimbilir kimler kazanıyor!. Gözler rulet masasında dönen toplarda, makine ekranlarında. Dendiğine göre başka ülkelerdeki casinolarda yüzde seksen kazanma şansı varken bizimkilerde bu, yüzde sekiz bile değilmiş. Doğru olsa gerek çünkü herkes kaybediyor. Bir kere kazansa ne olacak? Kumardan kim kazanmış ki; ama müptelası olmuş insanımız. Bile bile bunun kötü bir alışkanlık ve tuzak olduğunu gidiyor işte ve sonunda da arkadaşımın anlattığı vahim sonuçlar çıkıyor ortaya.
Bunun bir başka sakıncalı yönü daha var ki bana önceleri komik geldiği halde sonradan çok üzdü. Sosyal yaşantı ve insan ilişkileri de casinolar yüzünden zayıfladı, adeta bitti. İnsanlar vakit bulduklarında bir arkadaşlarına gidip iki çift laf etmeyi boşuna zaman harcaması olarak görüyorlar. Varsa yoksa casinolar!. En güzel havalarda doğadan, güneşten ve yeşilden faydalanmak yerine loş casinolarda, sigara dumanları arasında sağlıklarını yitirmeyi tercih ediyorlar. Komik olan nedir biliyor musunuz? Bir dostunuza, akrabanıza rastlıyorsunuz yıllardan sonra, seviniyorsunuz, konuşmak istiyorsunuz ama bir de fark ediyorsunuz ki o sizi görmezden geliyor. Aslında konuşmak istemediğinden değil , kendini öyle kaptırmış ki oyuna; kimseye ayıracak zamanı yok. Robot gibi makineye bakıyor sadece ve rahatsız edilmek istemiyor. Sağlıksız ruh halleri ve solgun yüzlerle ayrılıyorlar oradan ve bir süre normal yaşantıya adapte olamıyorlar. Sonra maddi sorunlar, aile içi geçimsizlikler, sefil bir hayat!. Böyle bir hastalığın mikrobu etrafta dolaşırken korunmak çok zor. Mikrobu bu küçücük adaya yayanlar başka konularda sağlık taramaları yaparken bu mikrobu nasıl yok edeceklerini hiç düşünmüyorlar mı acaba?. .