Çatı Katı Notları
Küçük bir ambarın içinde vücudum titremeye başladı. Ayaklarım, mutfaktaki en küçük bıçakla dilimlere ayrıldı sanki.
Halil Karapaşaoğlu
[email protected]
Onlar
Oxford Street’den Westbourne Park’a gitmek için, 23 numaralı kırmızı otobüslerden bir tanesini bekliyorum. Bir an durdum. Onlara baktım. Üzerime gelenlere doğru; onlara... Onların arasında kaybolmak için küçük bir delik aradım. Kanalizasyon deliğinde bile yer yoktu. Derin derin nefes aldım. Kulağımdan içime kurşun kalemle bir şeyler yazılıyordu. Sözcükler dudaklarımda halkalar oluşturdu. Bulutlar yine kapalı, yıldızlar hala dışarıda sallanıyordu. Bugün onların bayramıydı.
Mart 09
Rasta Fun
I.
Yay gibi yürür şarkı söyler gibi konuşurdu Rasta Fun. Beline kadar gelen saçları mahallelere maruana tohumları serpiştirirdi. Sigara kullanmaz, et yemezdi. Süt içerdi Rasta Fun.
II.
Bacalarında Bonsailerin kanatlanıp, kaybolduğu o şehire gelince saçlarından notalar düşmeye başladı. Dindar hırsızlar çaldı şarkılarını. Sabahtan gece yarısına kadar her dakika bulaşık makinesinin içine girdikçe kurudu, kurudukça bedenindeki çizgiler daha da belirginleşti. Mutfaktan, günde iki tane avakado çalmazsa, dünyanın evrenden düşeceğini zanneder. Şimdilerde, durduk yere restorantın en yoğun olduğu zamanda, “Oh God! Jesus!” der durur.
East Acton, Nisan 09
Taqueria
Küçük bir ambarın içinde vücudum titremeye başladı. Ayaklarım, mutfaktaki en küçük bıçakla dilimlere ayrıldı sanki. Duramıyorum. İki elimi buzdolabına dayadım. Alnımı kapısına vurup, ağlamak istedim. Ağlayamadım. Ağlamayı unutmuşum. Kolombiyalı runner Al Damar, grilin karşısından bağırmaya başladı. Where is the fucking food? Ambarın tavanından karanlığa doğru baktım. Her şeyi geride bırakarak, kıyafetlerimi çıkarıp, çırılçıplak sokaklara dökülmek istedim. Aniden bir gülümseme geldi. Kalan gülümsemeyle, Al Damara ‘you are fucking piece of shit deyip’ mutfağa geri döndüm.
Nisan 09
Hücre
Bıçağı bileyecek, bir damla su içecek vakit bulamıyorum. Sanki bir torbanın içine insancıkları doldurup hepsini restorantın içine bırakmışlar. Üç hafta geçti. Üç hafta da ilk kez iki dakikalık bir boşluk oldu.
“Eğer o bölümde bir dakikadan fazla boş olursan, anlaki bir yerlerde bir yanlışlık var Halil!” dedi. “Özür dilerim şef ama sizi anlamadım” dedim. “Anlamayacak bir şey yok! Çalış!” dedi Gary.
Dirseklerimden ve omuzlarımdan asılmışım. Sesler... Bağrışmalar duyuyorum. On saniyeliğine, buz dolabının içine giriyorum. Buz dolabı olduğum yerden kopartıp, olduğum yere geri kusuyor.
Bağrışmalar arasında küçük şehir faresi görüyorum. Ona bakıyorum. Onun da bana baktığını fark ediyorum. Olduğumuz yere çakılmış, hareket etmiyoruz.
Halil! Halill! Halilllll! diye bir bağrıltı duyuyorum. Öfkeli! Mutfakta bir rüyadayım galiba!
Onu orada öylece bırakıp, buz dolabının arkasındaki kırıntıları yemek için, gidiyorum.
Eylül 09
Korkuyorum
Hava eksi bilmem kaç derece. Buz kesilmiş etraf. Elektrik kontörlü, gas kontörlü su kontörlü, çamaşır makinesi kontörlü... Kontörlü çalışan bir makine olmama çok az kalmış. Eşiğindeyim her şeyin. Üşüyorum. Buz gibi suyun altında, tenim diken diken... Hissetmiyorum. Anlamıyor, algılayamıyorum. Yine, bir yerlere gidiyorum! Saçlarım omuzlarımdan aşağıya ustura... O usturayla, iki göğsümün arasından göbek deliğime kadar yarık açıp, içime başka bir insan koymak istiyorum. Kendimden başka herhangi biri… Başka biri...
Ocak-Ekim 09
Günahkâr
Çatıları beyazla sulamışlar. Ot yerine kara dumanlar yükselmiş. Bahçeler bomboş. Üç haftadır asılı duran çamaşırlara bakıyorum. Çamaşırlarım kemikleşmiş. Bırakmışım. Arada yıkanıyor arada yiyor arada tuvalete gidip yine bir ara uyuyorum. Arada kalmışım ara ara yaptığım işlerden. Meşeler gömleklerini, ceketlerini, eteklerini çıkarmış. Ayakkabı hiç giymemişler. Onlar hep yalınayak. İlerde, gerçekliğin bittiği yerde, siyah martılar; başımın üzerinde uçuyorlar. Benimkisi koca bir yalan; aldatmaca.
Aralık 09
Resim
İlk kez vücuduma jiletle; hayvan, bitki, baharat ve meyvelerin resmini çizmek istedim. Acılarım, mutluluklar arttıkça daha da keskinleşip, derinleşiyor.
Mart 10