Çatışma Kültürü
Biz gerek toplum gerekse kişi olarak, ‘ZAMAN VE MEKAN’ kullanmasını beceremiyoruz… Dikkat edin: ‘Gerek kamu gerekse özelde’ bütün birimlerimizde, bu ‘gerçeği’ fitil fitil burnunuzdan gelerek yaşarsınız…
Neriman Cahit
Görünen o ki, ‘21. yüzyılda giderek BİREY’ daha da önem kazanacak / belirleyici olacaktır… Bu belirleyicilikte ise, en büyük rolü ‘Bilgi’ oynayacaktır… Tüm bunlar olurken, kuşkusuz, en geri toplumların bile yerlerinde durması mümkün değildir; ama, tıpkı, bir uçurumun dibinden bir yamaca doğru tırmanan birinin, ‘görüş ufku genişledikçe’, ne yaparsa yapsın, kolayca varamayacağı yerlerin, ayırtına vardıkça, umutsuzluğa düşmesi, sızlanmaya başlaması gibi bir psikolojiye girecektir…
***
Değil mi ki, uçurumun dibinde pek bir şey görünmediğinden kişinin – ve toplumun – kendi elindekiler dışındaki olanakları, ‘kıyaslama şansı’ yoktur… Ama, bir kez o çukurun dışına tırmanmaya başladı mı, gördükleri karşısında şaşırmaması, kendini yetersiz hissetmemesi, bunun altında ezilmemesi mümkün değildir… Ne, geri ‘çukuruna’ dönmek ister ne de tırmandıkça gördüğü dünyaya erişmesi kolaydır…
Bunun altında ezildikçe ezilir: “KİŞİ ve TOPLUM…”
ÇARE Mİ…
Umutsuzluğa düşmek, durmadan yakınmak, birbirini suçlamak – genelde, bizde yapılmakta olansa da – hiçbir işe yara(ya)maz…
Doğru olan: Oturup tartışmak, elbirliğiyle yeni donanımlara hazırlanmaktadır.
Bizim de, yapmamız gereken budur…
Öncelikle, yakınma, sızlanma ve suçlamaları, bir an kesip, içinde yaşadığımız kaosun ne kadarının: KENDİ SAKAT KOŞULLARIMIZ ve DONATIMSIZLIĞIMIZDAN, ne kadarının da BİZİM DIŞIMIZDAKİ ŞARTLARDAN kaynaklandığını saptayarak – kişi, kurum ve kuruluş olarak – altını, önemle çizmeliyiz…
***
Unutmamak gerek ki: yüzde yüz değilse bile – en azından – gerçeğe yakın bir vizyon – hiç olmamasından çok daha iyi ve yararlıdır…
ÇATIŞMA KÜLTÜRÜ…
İçine itildiğimiz: ‘ÇATIŞMA KÜLTÜRÜ’ ve bunun sonucu olarak oluşan, ‘negatif enerjiyi – pozitife dönüştürmenin” başka bir yolu yoktur…
Hiç kuşku yoktur ki – toplum olarak – o derin çukurun içinde değiliz – belirli yamaçlara da tırmanıyoruz ama akıldan çıkarmamamız gerekiyor ki; O çukurdaki yaşanmışlığın ‘önümüzde biriktirdiği’, o kadar olumsuz tortu vardır ki!..
ÖRNEKLEME…
İsterseniz konuyu, bir örnekle daha somutlaştıralım: Ör: Biz gerek toplum gerekse kişi olarak, ‘ZAMAN VE MEKAN’ kullanmasını beceremiyoruz… Dikkat edin: ‘Gerek kamu gerekse özelde’ bütün birimlerimizde, bu ‘gerçeği’ fitil fitil burnunuzdan gelerek yaşarsınız…
Her şeyimiz ağır ağır ve ağırdandır…
Değil mi ki, taa çocukluğumuzdan, bazen yumuşaklıkla, bazen de, başımıza vura vura bize belletilmiştir: “Acele işe şeytan karışır…”, “işin iyisi altı ayda çıkar…”, “Ağır ol da Molla desinler…”, “Bak o ne ağır çocuk, ne ağır genç, ne ağır kadın vb.”, “Ağır ol bakalım, şeker suya mı düştü…”
***
Bunları duya duya, öylesine bir sıkıntıya hapsolur ki insanın ruhu… “Hay başınıza ağır taşlar düşsün…” dememek için kendini güç tutar…
Keşke, tutmasa ya…
Ama, nasıl olur…
Sonra, elâlem ne der!
Öyle değil mi!!!