1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Çatışmayı geride bırakalım ve umuda doğru yol alalım…” (3)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Çatışmayı geride bırakalım ve umuda doğru yol alalım…” (3)

A+A-

1974’te Galatya’da öldürülerek Galatya gölündeki ikinci toplu mezara gömülen ve toplam altı kişilik toplu mezardan çıkarılarak kimliklendirilen Komikebirli Pavlos Solomi ile oğlu Solomis Pavlu, geçtiğimiz Cumartesi günü Leymosun’da toprağa verildi… Cenaze töreninde konuşan Kiriakos Tsioupras: “Çatışmayı geride bırakalım ve umuda doğru yol alalım

 

Cenaze töreninde aile adına Kiriakos Tsioupras ilk konuşmayı yapıyor…

Kiriakos Tsioupras’ın Pavlos Solomi ile Solomis Pavlu’nun 3 Mart 2018’deki cenaze törenindeki konuşması şöyle:

“Bugün anıları önünde diz çöküyoruz: o işkence gününde henüz 18 yaşında olan oğul Solakis ile 42 yaşındaki babası Pavlos Solomi için…

Köyümüz Komikebir’in tarihindeki en korkunç anları paylaşacağımızın bilincinde olarak Bugün burada Ayios Atanasios’daki Ayluka kilisesinde bulunuyoruz. Bu aslında Kıbrıs trajedisinin çok çok küçük bir parçasıdır, 43 yıldır devam eden bu trajediden kaynaklanan derin ve kanlı yaralar hala açıktır ve bu yaralar arasındaki en derin ve en acı verici olanı “Kayıplar”la ilgili en trajik olanıdır…

Bu trajediden etkilenmiş olan her bir toplum ve her bir aile, kendi acılarını yaşarlar… Uzun tarihi boyunca Komikebir halkı yani iki toplum barış içinde birlikte yaşamışlar ve iki toplumun birlikte nasıl yaşaması ve nasıl birlikte çalışması gerektiğine ilişkin örnek bir model oluşturmuşlardır. Bu noktanın tam olarak bilincinde olarak Komikebir’den akrabam Kappides’e işgalin ikinci bölümü başlamadan birkaç gün önce bana telefon edip de kendisi ve ailesinin köyden ayrılıp ayrılmaması gerektiği konusunda fikrimi sorduğunda ona tavsiyede bulunmuştum. Hiç tereddüt etmeksizin ona “Köyde kalmalısınız” demiştim. Mantık bunu dikte etmekteydi. Ve bu mantık, Komikebir’de iki toplumun tarihi boyunca uyumlu ve barışçıl birlikteliği ve birbirlerine karşı sergilemiş oldukları karşılıklı saygı idi. İşgalin ikinci aşamasının başlangıcı olan 14 Ağustos’ta köydeki başka Kıbrıslırumlar ona benzer bir soru sorduklarında, Pavlos da aynı şekilde düşünmekteydi. Daha güvenli bir yere gitmek üzere ailesi ve öteki köylülerle birlikte otobüse binen komşusu Neofitos da otobüs kalkmadan önce Pavlos’a görüşünü sormuştu. Pavlos’un yanıtı hemen “Ben kalacağım” olmuştu… Neofitos’un ailesi otobüste kalmış, Pavlos ise otobüsten inmişti…

Köyde “Pavlis” olarak bilinen Pavlos Solomi, Solomis ile Mariannu Pavlu Corci’nin oğluydu. “Kıbrıslı tarımsal çiftçi”nin örnek bir modeli idi. Oldukça büyük bir arazisi vardı, bu arazi ailesinden geçmişti ancak ayrıca eşi Panayota’nın babası Kiriakos ile annesi Hristina Katsuri de mal bakımından çok iyi durumdaydılar. Pavlis sakin, sessiz ve kibar bir karaktere sahipti. İlişkilerinde ve etkinliklerinde köylüleri Kıbrıslırumlar’a da, Kıbrıslıtürkler’e de aynı kibarlıkla ve aynı bütünlükle davranıyordu. Pavlis konuksever ve fedakar bir insandı. Çok sıkı çalışmaya dayalı ahlaki değerlere sahip, yorulmaz bir insandı. Sanki de toprağını yaratıcı biçimde kullanmak ve ekip biçmek için yaratılmış biri olduğunu söylemek, abartma olmaz... Köyün tarımsal yaşamına ilişkin sıkı çalışmayla ilgili olarak Panayota’da “tam da dengini bulmuş olduğunu” söyleyebiliriz.

Pavli’nin hayatında üç önemli şey vardı... Bunlardan birincisi ailesiyle ilgiliydi, onun dünyasında bu en büyük ve en kutsal yere sahipti... Sevgili eşiyle, yaşamının baharında gençlik düşleriyle dolu oğlu Solakis’le ve özellikle çok sevdiği kızı Hristina’ylaydı felaket kapılarını çaldığında...

Hayatındaki ikinci önemli şey işiydi... Toprağını nasıl daha iyi ekebileceği, üretimini nasıl artırabileceği ve farklı şeyler ekerek bunları nasıl büyüteceği yönünde planları vardı...

Hayatındaki üçüncü önemli şey ise köyüyle ve köy ahalisiyle ilgiliydi... Bu ahali de Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler’den oluşuyordu... Köylülerin gerçek bir arkadaşıydı, ihtiyaç anlarında çok destek oluyor ve yardım etmeye gönüllü oluyordu. Ve bunu herhangi birisine karşı herhangi bir ayırım yapmaksızın gerçekleştiriyordu.

Ailenin tarımsal faaliyetlerinde pek çok Kıbrıslıtürk, özellikle de Kıbrıslıtürk kadınlar çalışmaktaydı. Doğal olarak bu da onlarla aile arasında, özellikle Türkçe de konuşan Panayota arasında sıcak ve özel bir ilişki kurulmasına neden olmuştu. Bu ilişki Komikebir’in daha geniş Kıbrıslıtürk toplumuna da yayılmaktaydı. Noel ve Paska zamanları hediyeler için fırsatlar yaratmaktaydı ancak bu aynı şekilde Bayram ve diğer Müslüman dini kutlamalarında da eşit biçimde geçerliydi. Panayota kendileriyle birlikte çalışan her bir Kıbrıslıtürk kadını ziyaret ederek onları kutlayıp iyi dileklerde bulunuyor ve onlara duruma uygun armağanlar veriyordu...

Gündelik yaşamdan kaynaklanan karşılıklı yardımlaşma ve destek olayları da yaşanıyordu. Ailenin bir Kıbrıslıtürk arkadaşı olan Ahmet (Kayi) bir kaza geçirip yaralandığı zaman ekinlerini kaldıramamıştı, Pavlis’e giderek yardım istemişti. Pavlis ona yardım etmekle kalmamış, onun ekinini önce kaldırmış, kendi ekinlerini biçmeyi daha sonraya bırakmıştı.

Cuntanın askeri darbesinden bir gün sonra, Temmuz 1974’te Pavlis eşi Panayota’dan tüm Kıbrıslıtürk kadın işçilerini ziyaret ederek onlara ücretlerini ödemesini söylemişti, böylece ücretlerinin ödenmeyebileceğine yönelik olası kaygıları ortadan kaldırmıştı... Evet, işte Pavlis böyle bir insandı. Pavlis’in ailesi hiç kuşkusuz Komikebirli Kıbrıslıtürkler’le dostluk ve dayanışma bakımından en yüksek sıralardaydı...

Bunlara rağmen ne yazık ki Pavlis ve Solakis, tıpkı Neofitos ve Kappidis gibi, Komikebir’in 14 “kayıp” insanı arasına girdi... Milliyetçi nefret ve ırksal tutkunun oluşturduğu tsunami, yüzyıllar boyunca oluşturulmuş barışçıl işbirliği ve birlikte yaşamdaki güzel, insancıl ve barışçıl  olan ne varsa, tümünü de birkaç saat içerisinde yok etti...

Barbarca eylemler ve felaketin büyüklüğüyle karşı karşıya kalan sıradan bir insanın nutku tutulur ve yıkılır bunlar karşısında... Her gün selam veren ve merhaba için uzanan o dost eli, nasıl olup da bir cinayet silahına dönüşmüştü?

Evet, o güzel ve uyumlu iki toplumlu geçmişten uzaklaşıp ruhumuzun tüm gücüyle Komikebir’den 14 insanın katliamını kınıyoruz, bunlar arasında  en tiksindiricisi ve korkunç olanı  ise 18 yaşındaki Solakis’in öldürülmesidir. Aynı şekilde tüm diğer cinayet eylemlerini ve korkunç davranışları kınıyoruz ve bunları tiksintiyle anıyoruz. Unutmayalım ki barıçıl bir işbirliği ve dostluk yaratılabilmesi için yıllar boyunca birlikte yaşama ve birbirine yardım etme gerekmiştir. Herşeyden önce de bu, insanları birleştirecek bilinçli bir çaba gerektirir, onları ayıracak hareketler değil... Pek az insanın nefret duygusuna sahip olması dahi büyük bir felaketi getirmeye yetebilir...

Geride kalan geniş aile, özellikle de Pavlis’in eşi, Hristina’nın annesi sevgili yeğenim Panayota hanım için geçip giden son 43 yıl, korkunç acılarla dolu yıllar olmuştur... Her gün dayanılmaz sıkıntılar içerisinde geçmiştir... İşgal altındaki köydeki korkunç günler tam bir cehennem olmuştur... Panayota, bildiği ve tanıdığı herkese sevgili oğlu ve eşinin akibetini sormaktaydı. Hiçbir yanıt alamıyordu... Suçlu bir sessizlik komplosuyla karşılaşıyordu... Onun için biraz huzur bulduğu yer Ayios Afksentios kilisesiydi… Orada ağlayıp dua ediyordu… Bunlar elinde olan tek şeylerdi… Feryatları ta uzaklardan dahi duyulabiliyordu…

Bunu izleyen şey ise Komikebir’deki evinden ve köyden zorla uzaklaştırılması oldu. Bu, göçmenler olarak oradan oraya acılar içerisinde sürüklenmenin başlangıcıydı, en son durakları ise Leymosun’da Ayios Athanasios göçmen yerleşim yeri olmuştu. Panayota ister uykuda, ister uyanık olsun, sevdiklerinin başına neler geldiğiyle ilgili kaygılarından başka hiçbir şey düşünemiyordu. Bu felaket nasıl olup da meydana gelmişti? Onları kim alıp gitmişti? Bunu nasıl yapmışlardı? Onlara ne yapmışlardı? Öldürülmüşlerse son anları nasıl olmuştu? Ve neden? Neden? Siyahlar giyinmiş olarak, kafasında tüm bu yanıtsız sorularla dolu olarak Panayota bir trajedi sembolü haline dönüştü, “kayıplar” için uzun mücadelede bir sembole dönüştü… Hiç yorulmaksızın savaşıyordu ve uzun yıllar boyunca her gün “kayıplar” konusunu kamuoyunda gündeme getiriyordu: Ledra Palas’ta, Kıbrıs’taki her kamuya açık toplantıda, oradaydı… Merkezi Londra’da ve başka yerlerde yapılan protesto yürüyüşlerinde onun fotoğrafı bir ikon gibi taşınıyordu…

Birkaç ay önce bu hiç bitmeyecek gibi görünen arayış en sonunda nihayete erdi. Bir evlat ve bir kızkardeş olarak Hristina, çok sevgili babacığı ve kardeşinden geride kalanların kimliklendirilmesini ve Galatya’daki katliama ilişkin sergilenen acı tabloyu görüp buna tanık olmak zorunda kalacaktı… Bir insan gerçekten ne kadar dayanabilir bunlara!

Ancak insanın korkunç derecede iç moral gücü vardır… O çok uzun ve karanlık fedakarlık günlerinde, bir eş ve bir anne olarak Panayota’nın ruhunun ve aklının inanılmaz büyüklüğünü mütevazilikle görerek bundan gizli bir gurur duydum… Tarifsiz derin acılara gömülmüş olduğu halde, Kıbrıslıtürkler’e karşı işlenmiş suçları da kınamaktaydı… Aynı şeklide Hristina da böylesi korkunç suçları kınamak için sesini her fırsatta yükseltmektedir. Yıllardır o ve yüksek idealleriyle tanınan araştırmacı gazeteci arkadaşı Sevgül Uludağ, yakın bir işbirliği içerisinde “kayıp” Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerini bulmak için birlikte çalışıyorlar… Bugün “bizim kayıplarımızı” bulmaya katkıda bulunan Sevgül’e ve tüm diğerlerine şükranlarımızı sunmak istiyoruz.

Bugün Kıbrıs sorunu ve geleceğinin yönü ve şekli bakımından Kıbrıs bir dnüm noktasındadır. Bu olasılık nedir? İsviçre’de ne olduğuna ilişkin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin yorumunu kabul ediyoruz. Neler olup bitmişse bunun artık geçmiş olduğu görüşünü de kabul ediyoruz. Geçmişte gerçekte neler olmuşsa olsun, tüm çabalar geleceğe yönelik olmalı ve öncelikle şu soruya yanıt verilmelidir: “Her iki tarafça da kabul edilebilir bir çözüm bulunabilir mi?” Bizler içtenlikle inanıyoruz ki artan zorluklara karşın böylesi bir çözüm bulmak mümkündür. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, BM Barış Gücü’ne ilişkin son raporunda da bunu vurgulamaktadır ve “Her iki tarafın da görüşmeleri gerekli siyasi kararlılıkla yeniden başlatmaya birlikte karar vermeleri halinde, kendisinin Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasına yardım etmeye hazır olduğunu” belirtmektedir.

Bu koşulun Kıbrıslıtürkler tarafından Sayın Mustafa Akıncı liderliğinde karşılanabileceğine inanıyoruz, Akıncı birleşik ve bağımsız bir Kıbrıs vizyonuna bağlı ılımlı ve pragmatik bir politikacıdır. Bir çatışma nedeni olup felaketle yüklü bir savaşa doğru sürükleneceğine iki “anavatan” arasında bir köprü olacak bir Kıbrıs’tan söz ediyoruz. “Bir tarafın lehine olan herhangi bir önlemin, öteki tarafın dezavantajına/aleyhine olamayacağı” yönündeki çok önemli prensipte Cumhurbaşkanı Anastasiadis’le anlaşmış olan tek Kıbrıslıtürk lider de Sayın Akıncı’dır. Ancak sonuçta esas önemli olan eylemlerin kendileridir. Genelde yalnızca iki toplum lideri tarafından kabul edilmekle kalmayıp Birleşmiş Milletler ve başkaları tarafından kabul edilen şey, bir çözüm için müzakerelerdeki son çabada bugüne kadar kaydedilmiş en büyük ilerlemenin olduğu şeklindedir. Geriye kalan konuların çözümlenmesi en zor olan konular olduğu doğrudur.

Ancak bilgi sahibi olan ve sorunun özünü nelerin oluşturduğunun bilincinde olan insanlar bugüne dek iki lider tarafından üzerinde anlaşılmış bir dizi geniş konunun, “Kıbrıs sorununun iç yönlerine yönelik” nihai anlaşma için gerekli temel çalışmayı sağladığına inanıyorlar. Sayın Akıncı’nın bazı açıklamaları ve eylemleri zarar verici ve bazıları da kabul edilmezdir. Ancak şunu hatırlamalıyız ki o Kıbrıslıtürk toplumunu temsil etmektedir ve kendi toplumunun baskısı altındadır. Fiziksel bölünme ne kadar uzun sürerse, genelde olumsuz tepkilerin daha fazla ortaya çıkabileceğini beklemek de doğaldır. Öte yandan Kıbrıslırum tarafında da yüksek rütbelerde bulunan bazıları da siyasi cehaletlerini sergiledikleri bir örnek vardır – onlar da Sayın Akıncı’yı Grand Montana’da Türkiyeli politikacıları kamuoyunda kınamadığı için eleştirmişlerdir.

Bugün burada bu törene onurlu bir hedef için, iki toplum arasında dostça ve barışçıl bir işbirliği için hayatlarını feda etmiş olanların anısını onore etmek için katılıyoruz. Bugün aramızda Komikebir’den ve Komi’ye yakın köylerden Kıbrıslıtürkler de vardır. Onları selamlıyoruz. Sıcak ve kardeşçe selamlarımız, felaketlere yol açmış bir fırtına sonrası çıkan bir gökkuşağı gibidir. Sizlerin buradaki varlığı, tarihi onca acılarla örülü adamızın kurtuluşuna yönelik bir umut oluşturmaktadır.

Çatışmayı geride bırakalım ve umuda doğru yol alalım… Son seçim sonuçlarıyla güçlenen bir umuttur bu… Her iki lidere de sabır ve sebat diliyoruz ki buna ihtiyaçları olacaktır, aynı zamanda Kıbrıs’ın ve halkının, tüm insanlarının çıkarına ihtiyatlılık, ilham ve bilgelik diliyoruz…”

(Eleni Tryfonos’un İngilizce’ye çevirdiği metinden Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ).

Bu yazı toplam 2478 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar