Çekirdekler ve genleriyle oynanan her şey…
GDO diye bir kavram ne çocukluğumda ne de gençliğimde yoktu. Şimdikiyle kıyaslanamayacak kadar yoksun ama galiba çok daha doygun ve mutlu zamanlardı o zamanlar.
Azla yetinilen, sabır ve zahmetle, mücadeleyle elde edilen, belki küçük ama kesinlikle kalıcı, ilmik ilmik dokunmuş mutlulukların zamanıydı… Azdık, azla yetinirdik ama mutlu, onurlu, geleceğe dair düşleri olan insanlardık…
Turfanda diye bir deyim vardı, şimdikiler bilmez muhtemelen. Mevsimin erken hasat ilk ürünüydü. Unuttuk tabii, eskiden domates dediğin kışın yenmezdi. Yoktu ki bulunsun da yensin. Hem niye kışın olsundu ki domates? Kütür kütür yeşil erikler için bahar, domates biber patlıcan için yaz beklenirdi. Her şey yerli yerinde, her şey zamanında ve olgunlaştığında raflara dizilir, sofralarda ve damaklardaki yerini alırdı…
Hayatımıza ne zaman girdi tam olarak hatırlamıyorum ama GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ile epeydir haşır neşiriz. Olduğunu zannettiğiniz şeyi, olduğunu zannettiğiniz şey olmaktan çıkarıyor bu GDO dedikleri.
Mesela rafta pırıl pırıl, kıpkırmızı, pürüzsüz domatesler göz kırpıyor size. Alıp kokluyorsunuz, kokusu domates değil. Tadıyorsunuz, tadı domates değil. Başka bir şey… Karpuz mesela. Yemyeşil kabuğu, kestin mi içi kıpkırmızı. Tuhaf şey, çekirdeği yok gibi. Tadı tad değil.
Adı korkutucu tabii:“ Genetiği değiştirilmiş organizma”. Aslında “ıslah” diye bildiğimiz, uzun yıllardır meyvelerin sebzelerin türünü kontrol altına almak, istenen verimliliği sağlamak amacıyla yapılan işlemler, gen teknolojisi geliştikçe daha karmaşıklaşıyor.
Ürünlere “dışarıdan müdahale” ediliyor. Herhangi bir ürünü ele alıyorlar, genlerini ayrıştırıp istemedikleri unsurları saf dışı bırakıyor ve ürüne istedikleri formu kazandırıyorlar. Bu yüzden daha kırmızı, daha düzgün görüntülü, daha parlak, daha dayanıklı, daha çabuk çoğalan domatesler diziliyor raflara. Ama “hibrit” bu domatesler. Bir tür melez yani… Ve kısır…
Eskiden toprağa bir domates düştüğünde birkaç güne kalmaz oradan bir domates fidesi bitiverirken artık öyle olmuyor. Çiftçi domatesten domates üretemiyor. Her seferinde yeniden tohum almak ve bu tohumu ekmek zorunda kalıyor. Onun için çekirdekler artık eskisi gibi mutlak bir gereklilik olmaktan çıkıyor… Genetiği değiştirilmiş organizmanın önce çekirdeğini saf dışı ediyorlar yani…
Öyle ilginç zamanlardayız ki, her şeyin genetiğiyle oynanabiliyor artık… Meyvelerin sebzelerin, hayvanların, insanların, kurum ve kuruluşların…
Dışarıdan müdahale eden eller, her şeyin genleriyle istediği kıvama gelene kadar oynuyor da oynuyor… Fark etmiyoruz çoğu zaman. Yavaş yavaş oluyor bu değişim. Eskisinden daha parlak, daha fiyakalı, daha çok tercih edilen… Ama daha lezzetsiz… Daha kokusuz… Ve en kötüsü artık o olmaktan, artık kendisi olmaktan çıkışmış “şeylere” dönüşmüş meyveler, sebzeler, hayvanlar, insanlar, kurumlar ve kuruluşlar…
Çekirdeğini koruyamayanlar bu genetiğiyle oynanmış, dönüştürülmüş “şeylere” mahkûm ediyor kendilerini… Çünkü bir tek çekirdeğin özünde saklı hayat…
Ne yazık ki genetiğiyle oynanıyor hâla o olduğunu sandığımız her şeyin…
Biz daha çok tüketmek, daha iyi sandığımız hayatlar sürebilmek, canımızın istediğini canımız istediği anda bulabilmek istediğimiz için oluyor bunlar. Sofraya oturup tadına baktığımızda aldatıldığımızı fark ettiğimizde çok geç artık… Çekirdeklerine saldırılanın yerine aynısını koyamazsın çünkü…
İstediğin buysa… İzle oturduğun yerden genlerinle oynanmasını…
Özür: Teknik bir hatadan dolayı dün yazarımız Sinan Dirlik’in eski bir yazısı yayınlanmıştır. Okuyucularımızdan özür dileriz