Çemberler daralırken…
Çemberler daralırken…
Koral Özen (FEMA Aktivisti)
[email protected]
İnsan doğduğu andan itibaren sığınacak bir kucak, tanıdık bir ses arar. Anne karnında duyup bildiği sese yönelir ilk önce, etrafındakileri tanıdıkça onlara gülümser, kucak açar zamanla... Güvende olmaya ihtiyaç duyar. Bir kişinin doğduğu andan itibaren etrafına çizdiği güvenlik halkaları çok fazla büyümez aslında. Yıllarca yattığı yatakta, uyuduğu odada, yaşadığı evde, büyüdüğü sokakta, oyunlar oynadığı birkaç arkadaşının yanında, okulda ve sonrasında ise işyerinde... Bu çemberi daha fazla büyütemeyiz. Günümüzü geçirebileceğimiz, alışkanlığa dönüşen harekelerle, neden ya da nasıl yapıldığını sorgulamadan, doğal akışında yaşanan günler içerisinde, bu çemberler dâhilinde yaşadığımız sürece sorunsuz ve rahat yaşayan biri oluruz. Hayatın belli zorlukları bazen çemberlerin daralmasına sebep olabilir, ancak en dıştan alınan zarar, insanı çok fazla sarsmaz, yaşamında çok büyük düzensizliklere sebep olmaz. Merkeze yakın çemberler daha sarsıcı zararlar verir. Ve bu zararlara karşı kalkan açıp sınırları zorlamayı, çemberlerin yıkılmasını önlemeyi deneyip, aldığımız zararlara, dayanılamayacak şiddete gelene kadar direniriz. Çünkü en merkezdeki çemberlerimiz, vazgeçmesi en zor olanlardır ve onlar olmadan hayatımızın temelinden sarsılacak olduğunu düşünürüz. Bu yüzden çemberleri kırıldığı halde cesurca ayakta kalabilen bütün kadınlar benim gözümde birer kahramandırlar.
Bir kadın olarak doğmuş olmak, bizi bekleyen tonlarca sorun ile baş ederek yaşamak, belki de bu baş ediş sırasında güçlenmektir. Hem işyeri hem de ev içi sorumlulukları bir günün içerisinde tamamlayabilme yetisine, etrafına (çocuklara) herşey yolundaymış gibi gösterebilme dayanıklılığına ve her beklentiyi karşılayabilme çabasının karşılığında, bir şey beklemeden ve kazancı olmadan, karşılıksız koşulsuz sevebilme kabiliyetine sahiptir. Bunların her gün azalmadan hatta artarak devam ettiği günlere bir de ev içi duygusal, ekonomik veya fiziksel şiddetin eklenmesi, kadının gücünü azaltmaz ancak kişiliğini ve onurunu zedeler. En ağırı ev içi olduğu için, merkezdeki en hassas çember evdeki korunaklı yuvanın çemberi olduğu için başka örnek vermeden ev içi dedim. Ancak hayatımızı geçirdiğimiz her yerde ve ortamda şiddetle karşılaşabiliriz, bunun sınırı yok.
Şiddetin her çeşidi kötüdür. Affedilmezdir ve aşağılayıcıdır. Sebebi gücü elinde bulundurmak isteyenin güçsüz ve çaresiz gördüğü üzerinde denetim kurma arzusudur. Toplumumuzda kadına yönelik dayak, tecavüz taciz, hakaret ya da aşağılama olaylarına rastladığımızı üzülerek, isyan ederek bağırdığımız, yazdığımız, televizyon ve gazetelerde defalarca ve defalarca belirttiğimiz halde, bu konunun ele alınıp gerekli yasal düzenleme ve geliştirilmesinin yapılmamasına ben hayret ediyorum. Şiddete maruz kalan birçok kadın, özellikle evde yaşadığı zorlu hayat ile başa çıkmaya çalışıyor ve kendine göre dayanma yolları, şiddetten kaçınma çareleri bulmaya çalışıp, kurulu düzenini bozmadan hayatını mümkün olan en acısız şekilde yaşamaya çalışıyor. “Kol kırılır yen içinde kalır” misali dışarıya hiçbir şey belli etmeden yaşayabilmeyi de birçok kez başarı diye sayıp,” Rezil olmadan bir sıkıntıdan daha kurtuldum” düşüncesi taşıyor.
Şiddetin en ağırı evde yaşanandır. İnsan işyerinde ya da çevresindeki dış etken durumundaki kişilerle bir sıkıntı yaşarsa, sığınağına, yani evine gelip kabuğuna çekildiğinde, kendisini iyi hissedebileceği, gücünü toparlayıp ertesi güne güçlü uyanabileceği bir yerde olur. Neden yetkililerin bu kadar duyarsız olabildiklerini anlayamıyorum. Evinde, mutfağında, banyosunda, yatağında kendini güvende hissedememek ne demektir, neden anlayamıyorlar? Bir kadının uyuyacağı yatağında korkuyla kasılıp tecavüz misali yanında yatan adamın kendisine ne zaman yanaşacağını beklemesi, ya da sinirlenip de vuracağı anı beklemesi ne kadar normal bir hayat olabilir? Bunun önlemini alıp, dayanma gücünün sonuna gelmiş bu kadınlar için neden bir çalışma başlatılmadığını inanın anlayamıyorum.
FEMA olarak Sığınma Evi için yardım konseri düzenlediğimiz zaman da belirttiğimiz gibi, “görünürde Kıbrıs’ta şiddete uğrayan kadın yoktur, ailelerimizde denge ve saygı en önemli şeylerdir” gibi ezberlere rağmen ciddi boyutlarda aile içi şiddet yaşanıyor ve bu örtbas edilip sessizce hayatın akışında yutuluyor. Kıbrıs’ta 2007 yılında yapılan bir araştırmaya göre, hayatında en az bır kez cinsel şiddete maruz kalan kadın sayısı %29,6, fizikksel şiddete % 74.7, psikolojik şiddete uğrayanlar % 86.3 olarak belirtilmiştir. Ayrıca FEMA’nın uygulamakta olduğu KİHEP eğitimini alan 125 in üstünde kadının şiddet modülü sırasında toplanan verilerine dayanarak katılımcılarrın %. 60’ ı ekonomik şiddete, %70’i fiziksel şiddete, %55’i cinsel aşağılanmaya ve %90’ı ise psikolojik şiddete uğradıklarını belirtmişlerdir. Şiddet modulü işlenirken anlatılan olaylar arasında, ağır vakalara da rastlanmıştır. Çocuğunu merdivenlerden itildiği için düşüren ya da sırtında sandalye kırılan kadınların anlattıklarının yanı sıra, genç kızlar arasında doğm kontrol hapı almak isteyen kızlara eczane ve doktorlardan aşağılayıcı tavırların takınılması da toplumumuz içinde yaşanan ancak dillendirilmeden sindirilen sayısı ciddi yüzdeliklere ulaşmış örneklerdir.
FEMA olarak Avrupa Konseyi'nin Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesi'ne yönelik başlattığımız imza kampanyasında toplanan 4000 imza ile sözleşme metni 25 Kasım 2011'de meclis başkanına sunulduğunda ve meclisteki kadın gündemli konuşmalar sonucu sözleşmenin onaylanıp yasanın geçmesinden sonra ben çok sevinmiş ve ümitlenmiştim. Devletin uzunca bir süredir görmezden geldiği toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili politikalara başlıyor olduğunu ve Sığınma Evlerinin, yardım hatlarının ve destekleyici programların ciddi ciddi uygulanacağının beklentisi içerisindeydim. Meğer perilere ve uçan insanlara inanmak daha gerçekçi olurmuş. Bu konuda sadece adı olan ancak işlevi olmayan kurumların olduğu bir ülkede yaşadığımızı sonradan farkettim. Güvenli olması gereken tüm çemberlerin yıkıldığı, dayanacak destek bulamayan birçok kadının SORÖV tarafından yürütülen Kadın Sığınma Evi’nin kapısını çalma cesaretini gösterdiğine defalarca şahit oldum. Hatta ilk karşılaşmamda kadına ve çocuklarına, yaşadıkları zorluklar yüzünden üzülsem de, buraya sığınıp güvende oldukları için rahatlayıp sevinmiştim. Ancak birkaç gün sonra aklıma yığınla soru sıralandı. Şimdi ne olacak? Bu kadın ne kadar süre Sığınma Evinde kalabilecek? Otel olarak kullanmak için mi açıldı bu yer yoksa rehabilite merkezi olarak ihtiyacı olan kişilerin sağlık sorunlarını, topluma tekrar uyumlarını hatta iş ve ev bulabilmelerini de sağlayacak bir işlevi var mı? Benim sorularımın aslında cevapları var. Ancak bunları yapabilmeye çalışan Kadın Sığınma Evi dediğim yer, devlet desteği olmayan, yardımlarla ayakta durmaya çalışan bir sosyal vakıf. Benim sorularım aslında doğrudan bu konulardan sorumlu olması gereken bakanlığa. “AİLE İÇİ ŞİDDETLE “ ilgili çalışmalar yaptığını iddia eden, projeler başlatıp hatta bitirip raporlar hazırlayan, bölgeleri gezip şiddet ve mağduriyetlerle ilgili bilgilendirme toplantıları yaptığını iddia eden bakanlık ve sorumlu kurumlarına soruyorum. Dağıttığınız broşürlerin yarısını kaplayan şiddet eğitim yazılarını okuyup, kendisinin de şiddete uğradığını anlayan kadınlara, nasıl bir koruma hizmeti sunacaksınız? Şiddete uğrayanların yasal hakları olduğunu yazıp, evli veya boşanmış çiftlerin mahkemeye başvurarak koruma talep edebileceği belirtilmiştir. Başvurdukları halde ne kadar etkili bir yöntem olduğunu yakın zamanda hepimiz şahit olduk. Broşürde dikkatimi çeken diğer bilgiler ise, KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı Sosyal Hizmetler Dairesi ve Kadın Çalışmaları Dairesi çalışanlarının, şiddete uğrayıp da kendilerine başvuran kadınların şikâyetlerini dinlediği, izlenecek yollar hakkında bilgilendirdiği, acil müdahale ekiplerinin olduğu, ekonomik ve psikolojik destek sağladıkları ve başvuran kadınlara, çocuklarıyla birlikte güvenli bir ortamda yaşamalarını sağlayacakları yazmaktadır. Yani gelin derdinizi anlatın diyorlar. Sizi dinleyecek birileri var. Ama nasıl yardım edeceklerini yazmıyorlar. Ben özellikle son yazılanı inandırıcı bulmadım. “ Güvenli bir ortam ne demek?” Adı yok mu? Bir vakıf olduğu halde adı olan bir sığınma evi var. Devlet, güvenli ortamına bir isim koyamadı mı? Yoksa henüz öyle bir ortam yaratamadığı için adını da mı koyamadı? En önemli sorun bu aslında. Broşürü hazırlayıp renkli ve süslü cümlelerle “sizi koruyacağım” demek yerine, meclisten geçtiği halde açılmamış olan sığınma evlerinin açılmasına özen gösterse daha yararlı adım atılmış olacaktı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sn. Şerife Ünverdi’ye bu sorularımı uzun zamandır sormak istiyordum. Aslında hiçbir araştırma ya da gözlem yapmadan bile, devletin sorumluluğunda olması gereken bir Sığınma Evi hizmetini sunabilmeyi düşünebilmiş ve çoktan uygulamaya koymuş olması gerekirdi. Bu duyarlılıkta olması gerekirken, aylardır, yıllardır dile geldiği, yazılıp söylendiği halde, imzalar toplanıp mecliste gündem yapılıp hakkında konuşulduğu halde, hiçbir şekilde sahiplenilmemiş bir konu olması, bakanlık için çok utanç verici bir durum. Göstermelik iki tane broşür ve etraflarına topladıkları üç beş tanıdığa dağıtılan hediyelerle de, bilgilendirme toplantıları yapıp ihtiyacı olanlara ulaştıklarını iddia edebilecek rahatlığa sahiptirler. İnsanlığı olmayan, zayıfı korumayan, zarar görene ve ihtiyacı olana el açmayan bir devlet modeli olma örneği sergilenmekte ve hükmetme gücünün sahibi olmanın getirdiği bir duyarsızlık ve umursamazlıkla, yükümlülüklerini yerine getirmemenin huzuru ile koltuklarında oturmakta olan yetkililerin nerede olduklarını, bu çağrıları nasıl duymadıklarını merak ediyorum.
Günümüz dünyasında şiddeti yaratanın dışlandığı ve kadının sokakta kalmadığı bir uygulamaya gidilme çalışmaları yapılıyor olsa da, şiddeti yaşayanın yanı sıra şiddeti yapanın da rehabilite edilmeye ve topluma uyumunun sağlanmasına çalışılıyor olunsa da, biz kadının kaçıp kendini korumaya alabileceği sığınma evinin açılması için uğraşıp, konuşup, yazıp duruyoruz. Sesimizi duyurmanın pek çok şeklini denedik… Televizyon, gazete, radyo, yürüyüşler, mitingler, çeşitli sloganlar, konserler... Duymamaya devam edildikçe bunlar artarak devam edecek, son bulmayacaktır. Çünkü çemberler daralıyor.