1. YAZARLAR

  2. Tümay Tuğyan

  3. Cemil Çiçek’i sessizce dinlemek...
Tümay Tuğyan

Tümay Tuğyan

Cemil Çiçek’i sessizce dinlemek...

A+A-

 

Büyük bir ‘iyimserlikle’ Mart ayında referandum hedefi konan ama gelin görün ki çok da şaşırtmayan sebeplerden dolayı henüz başlangıcı dahi yapılamayan ‘yeni’ müzakere prosedüründe ortak açıklama krizi sürüyor.
Temel sorun, malum olduğu üzere egemenlik.

Tam bu esnada, Türkiye’den sürece önemli bir katkı (!!!) geliyor.

Ankara’da Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sibel Siber’le yaptığı görüşmenin  ardından yine Siber’le birlikte basının karşısına çıkan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çicek, ‘iki ayrı devlete dayanmayan bir çözüm imkansız...’ diyor.

***

Talat’ın Cumhurbaşkanı olduğu ve Hristofyas ile müzakerelerin sürdürüldüğü dönemde, iki lider arasında mutabakata varılan 23 Mayıs ve 1 Temmuz anlaşmalarına toplum içerisinde bir kesimden ciddi anlamda muhalefet vardı.

Başını Ulusal Birlik Partisi’nin çektiği bu muhalif duruşun temel gerekçesi, bu anlaşmalarda yeni kurulacak olan devletin tek uluslararası kimlik, tek egemenlik ve tek vatandaşlığa sahip olacağının altının çizilmesiydi.

Ve gerek Cumhuriyetçi Türk Partisi gerekse Talat’ın müzakere heyetinde aktif olarak bu konuda çalışan isimler, egemenlik konusunda oluşan tepkileri yanıtlamak ve kafalarda oluşan soru işaretlerini gidermek amacıyla çeşitli bilgilendirme toplantıları düzenlemişlerdi.

Kişisel arşivimi karıştırdım ve bu maksatla düzenlenen bir toplantının ardından, 1 Şubat 2010 tarihinde yayınlanan köşe yazımı buldum.

Yazının ilk bölümünde, BM parametrelerine binaen Kıbrıs’ta iki devletli bir çözüm modelinin mümkün olamayacağını, Doruk Antlaşmaları’nın ilk ayağını oluşturan ve 1977 yılından Denktaş ile Klerides arasında imza konan metinle birlikte BM’nin çözüm zemininin tek uluslararası temsiliyeti bulunan bir federasyon olduğunu detaylı bir şekilde anlatmışım.

Eylül 2008’de başlayan ve bugün Anastasiadis ve Eroğlu başarıp da aynı masaya otururlarsa kaldığı yerden sürecek olan o süreçle ilgili olarak şöyle devam etmişim:
“ (...) 11 Eylül 2008’de resmen başlayan müzakerelerin temeli, yani müzakerelerin anayasası, 21 Mart, 23 Mayıs, 1 Temmuz ve 25 Temmuz anlaşmalarında ortaya çıkan 8 ana unsur.

Yani tek egemenlik, tek uluslar arası kimlik, tek vatandaşlık, iki kurucu devlet, iki bölgelilik, iki toplumluluk, siyasi eşitlik ve bulunacak çözüm metninin her iki tarafta eş zamanlı olarak referanduma sunulması.

Her ne kadar bazı çevreler tek egemenlik, tek uluslar arası kimlik ve tek vatandaşlık meselesini Talat’ın verdiği tavizler olarak görse de, eğer federasyon görüşüyorsanız, bunların dışında bir alternatifiniz yok.

Federasyon tek bir devlet demek olduğundan, devletler de dışa karşı tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslar arası kimlikle temsil edildiğinden, farklı bir formül zaten söz konusu olamaz.

Bunun dışında kalacak modeller, yani iki ayrı egemenlik, iki ayrı vatandaşlık ve iki ayrı uluslar arası kimlik, iki ayrı devletin varlığıyla mümkün. Yani federasyonla değil, konfederasyonla.

Ama az önce altı çizildiği üzere, konfederasyonu görüşmek, mevcut şartlarda, yani BM’nin parametreleri ortada dururken, zaten mümkün değil.

Ve ayrıca, konfederasyonu görüşmek için ihtiyaç duyulanlar, yalnızca yukarıda sayılanlar da değil (...) “

Ve tam bu noktada, yine söz konusu bilgilendirme toplantısında bize aktarıldığı şekliyle, iki devletli yani konfederal bir çözümün koşullarından bahsetmişim:

“ Öncelikle konfederal bir çatı kurabilmek için iki ayrı devlete ihtiyaç var.

Siz istediğiniz kadar ‘KKTC’ vardır deyin, bu devlet dünya tarafından tanınmadığı sürece, bir masada konfederasyonu oluşturmaya muktedir hukuki bir zemini yoktur.

Yani öncelikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması gerekir.

Bunun için de evvela Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi,  541 ve 550 sayılı kararlarını kaldırmalıdır.

1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanından hemen sonra çıkarılan 541 sayılı karar, bu bağımsızlık ilanının yasal olarak geçersiz olduğunu ve geri alınması gerektiğini söyleyip, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka bir Kıbrıs devletinin tanınmamasını isterken, sonrasında çıkarılan 550 sayılı kararda ise Türkiye ile ‘işgal altındaki bölge’ arasında gerçekleştirilen karşılıklı elçi atamalarının, adanın bölünmesi yönündeki ayrılıkçı hareketler olduğu ifade edilmiş ve tüm ülkelere, 541 sayılı kararla KKTC’yi tanımamaları için yapılan çağrı yinelenmiştir.

Yani iki devletli bir çözümün müzakere edilebilmesi için öncelikle Birleşmiş Milletler’in 541 ve 550 sayılı kararlarını geri çekmesi ve ardından da hatırı sayılır sayıda ülkenin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıdığını ilan etmesi şarttır.

Tabii unutmamak gerekir ki, dünyadaki bütün ülkeler tanısa dahi, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ KKTC’yi tanımazsa, bu iki devletin oturup konfederal bir çatı altında birleşmeyi konuşması mevzu bahis değildir.

Yani ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ de KKTC’yi bağımsız, egemen bir devlet olarak tanımalıdır.

İşte ancak o zaman konfederasyonun, yani iki devletli bir çözümün konuşulacağı bir masa kurulabilir.”

***

Yaklaşık 4 yıl önce durum buydu.

O günden bugüne tüm bu anlatılan koşullarda herhangi bir değişiklik olmadığına göre, durum bugün de aynı.

Cemil Çiçek’in, bütün bunları bile bile ısrarla ‘iki devletli çözüm’ demesinde şaşıracak bir şey yok aslında.

Peki ya bundan dört yıl önce ‘neden iki devletli çözüm olamaz’ sorusunu, yukarıda anlattığım şekilde yanıtlayan bir siyasi partinin, bugün Meclis Başkanı sıfatıyla, Cemil Çiçek’in yanında oturup söz konusu açıklamaları sessizce dinlemesinde?

Bu yazı toplam 2374 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar