Cenaze evinde düğün
20 Temmuz 1974’te ‘terhis’ olacak genci anlattım.
Bir anneyi… Bir dedeyi. Ve altı kardeşi.
Hani hiç birinin düğününde müzik çalmadı, kimseler oynamadı sonraki yıllarda.
Hani en son, 19 Temmuz’da sarıldı annesi, boynuna.
O kadar çok acılı öykü yaşandı ki böyle, ister Türkçe, ister Rumca...
***
İlla ki ‘milliyetçi’ bir yerden hayatı okumaya şartlandırılmış kimileri, hemen Kıbrıslı Türklere dair acıları ‘vurdu’ yüzüme.
Öyle ya, yarışıyoruz sanki.
‘Kim daha çok öldü…’
***
Kıbrıslı Türk kayıpları bize anlatmayınız, ne olur.
Bu satırların, bu sütunların yer aldığı gazete 10 seneden fazladır, her gün, kayıpların izinde…
Dünya basını Kıbrıs’taki kayıpların öyküsünü bu gazetenin sayfalarından biliyor, öğreniyor çoğu zaman.
Onca baskıya, imkansızlığa, zorluğa karşı Sevgül Uludağ’ın hep yanında durduk tüm imkanlarımızla; tek bir gün kayıpların izinden ayrılmadı bu gazete, ısrarından vazgeçmedi, onlarca ihbarın peşine düştü, nice acıya ortak oldu.
***
Ama anlatamadık galiba…
Mesele kimin nasıl öldüğü değil ya da tetiği kimin çektiği…
- ‘Onlar da öldürdü’ diyorlar...
- ‘Biz de öldük...’
Oysa ‘onlar’ yok sözlüğümüzde, ‘biz’ dediğimiz, bu acıların imbiğinden süzülen, hepimiz…
Bu yurdun ta kendisi ‘biz’…
***
Mesele ağıt yakanların ‘tarafı’ değil…
Anlamadılar…
Anlatamadık...
***
Coğrafyanın bir yarısı ‘bayram’ yapıyor bunun için…
‘Kutladık’ diyor…
Neyi?
Hiç görmedikleri babalarının mezarına çiçek bırakan çocuklar mı kutladığınız, kokusuna doyamadığı eşlerinin toprağına su dökenler mi, yanı başında en yakın arkadaşlarının parçalanan bedenlerini zihninden tek bir gün atamayanlar mı?
Bir yanında coğrafyanın şarkılar söyleniyor, havai fişekler patlıyor ölümün, göçün, mecburi terk edişlerin, kayıpların, ayıpların arasında…
İşte o bir yarıya anlatamadık, cenaze evinde ‘düğün’, neyin nesi...
Anlatamadık, ‘insan’a dair acı, yok bunun kökeni…