Cenevre’den ilhak mı çıkacak?
Kıbrıslı Türk yazar Metin Münir T24’te Kıbrıs müzakereleri ve Kıbrıs’la ilgili siyasilerin düşünceleri konusunda bir yazı yazdı. Yazının tümünü https://www.yeniduzen.com/2017-kktcnin-son-yili-olabilir-mi-85106h.htm linkinden okuyabilirsiniz. Buraya bir bölümünü aldım yalnızca;
“Erdoğan’ın tercih ettiği (ama açıktan konuşulmayan) çözüm, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 82. il olarak TC topraklarına katmasıdır.
Bu isteğini özel görüşmelerde bazı Kıbrıslı Türk liderlere söylediği biliniyor.
“Atatürk Hatay’ı Türkiye’ye kattı. Erdoğan da Kıbrıs’ı ilhak eden lider olmak istiyor,” diye konuştu, Erdoğan’ın bu konuda ne düşündüğünü bilen bir kaynak.
Erdoğan’ın birinci önceliği, başkanlık sistemi kuracak anayasa değişikliğini Meclis’ten ve referandumdan geçirmektir. Bunu başarmak için, Kıbrıs konusunda en şahin parti olan MHP’ye ihtiyacı var.
MHP’nin Kıbrıs’ta Türk bayrağının indirilmesi ve Türk askerlerinin adayı terk etmesi anlamına gelecek bir çözümü sempati ile karşılaması söz konusu değildir.
Türkiye halkının belirli bir bölümü, belki çoğunluğu, bu konuda muhtemelen MHP ile aynı kafadadır.
Halk arasında popüler olmayacak bir çözüm bu günlerde Erdoğan’ın göze alabileceği bir gelişme değildir.”
Gerçi Cumhurbaşkanı Akıncı dün Cenevre yolculuğu öncesi “ne Güney Kıbrıs’a yama, ne de Türkiye’ye vilayet olma siyasetleri bulunduğunu” söyledi ama yine de Cenevre’den olumlu bir sonuç çıkmaması halinde ortaya çıkabilecek durum açısından önemli bir yazı olduğunu düşünüyorum.
Yani Recep Tayyip Erdoğan, Başkan olabilmek için Türkiye’deki tutucu ve gerici güçleri de kullanarak, Kıbrıs üzerinden amaçlarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Tabii ki Metin Münir’in yazdıklarını yorumluyoruz ancak bu düşünceler çok da kabul edilmez değil. Erdoğan, yıllardır kafasında kurguladığı düşüncelerini hayata geçirmek için Kıbrıs’ta bir çözümsüzlük ve hatta ‘ilhak’ gerekiyorsa şimdiye kadarki gelişmelerden bunu da gerçekleştirebilecek bir kişiliğe sahip gibi görünüyor.
Eğer yazılanların doğruluk payı varsa bize nasıl bakıldığı da ortaya çıkıyor ki ‘değersizliğimizi’ yorumlamak ve başkalarının gözünden nasıl göründüğümüzü anlamak insana acı ve de öfke veriyor.
Öte yandan Kıbrıs’ın güneyinde de kilise çevrelerinden yapılan açıklamalarda Anastasiadis’i küçük düşürmeye, Akıncı ile birlikte yedikleri yemekte alkolün etkisiyle taviz verdiğini söyleyecek kadar ileri gitmeye ve Kıbrıs’ta bir barışı baltalamaya çalışıyorlar. Kilisenin bir çözümsüzlükten çıkarının ne olacağını güneyde barışı isteyenlerin veya istemeyenlerin de doğru yorumlayacağını umalım…
Bu gibi gelişmelerden sonra Akıncı ve Anastasiadis’e Cenevre’de büyük iş düşüyor. Şimdiye kadar süren süreci olumlu bir şekilde sonuçlandırmak ve toplumlarının başkalarının çıkarları doğrultusunda kullanılmalarını artık önleyecek bir sonuca gitmeleri elbette ki istenendir.
Bu yazıyı yazmaya başlarken çiselemeye başlayan yağmur öncesinde ortaya çıkan koskocaman gökkuşağının renklerinin bugün Cenevre’de de görüleceğini umarım. Bütün renklerin hakim olacağı düşünce biçimlerini, ortaya çıkacak sorunların üstesinden gelmek için iki liderin de kullanacağına inanmak isterim.
“Cenevre’den anlaşma olmadan dönülürse KKTC birkaç sene içinde bitebilir” şeklindeki Metin Münir’in yazdıklarının doğru çıkmasını istemiyorum. Yazıda KKTC’nin bitecek olması Türkiye’ye ilhakı anlamına geliyor ki işte günden güne artan vatandaş yapma politikalarıyla burada Türkiye’ye ilhakı isteyenlerin sayısının artması da bu düşünceyi kolaylaştırıyor. Zaten bu gidişat da (yani azınlık hükümetinin sürekli vatandaş yapması) bu düşüncenin ve gelen emirlerin bir parçası olabilir.
Başkan
Son günlerde digitürk kanallarında tesadüf müdür bilmiyorum ama diktatörlükle ilgili filmlere hem de kaliteli, festival filmlerine rastlıyorum sık sık… ‘President (Başkan)’ filminde bir ülkenin başkanı torununu kucağına almış, gücünü gösteriyor ona… Telefonu kaldırdı, yüksekten izledikleri şehrin ışıklarını “kapatın-açın” diye emir veriyor. Bu gücü torununa da kullandırıyor ama aç-kapa derken birden ışıklar kapalı kalıyor ve silah sesleri yükseliyor. Çıkan isyandan sonra bir kaçış başlıyor… Başkan ve torunu bütün yollar kapalıyken ülkeden kaçmaya çalışıyorlar ama öte yandan da ne hale getirdiği ülkesini ve insanını daha iyi tanıyor başkan... Denize ulaşıp kaçmayı beklerlerken torun, çocuk aklıyla “şimdi anladım neden devrim olduğunu… Biz ışıkları kapatınca insanlar karanlıkta kaldılar, hiçbir şey göremediler” saptamasını yapıyordu. Ancak kaçış olamadı… Askerler, köylüler, serbest kalan siyasi tutuklular başkan linç edilsin edilmesin, kellesine konulan ödülü alalım almayalım kavgasına girdiler. Sonunda ceza “demokrasi için dans etmek” oldu. Şimdiki dönemlerde böyle filmler izlemek Şekil A’da olduğu gibi şeklinde oluyor ki başka bir sinema keyfi veriyor insana…
Zirve bahane
Elektriğe zam, akaryakıta zam, tüp gaza zam… Döviz arttıkça artıyor, TL eriyor… Yollar perişan… İnsanlarımız ölüyor… Trafik keşmekeş… Devlet daireleri ha keza… Esnaf iş yapamıyor, ihracatçı satamıyor… Çiftçi, hayvancı bağırıyor… “Kıbrıs’ta çözümün zamanı, artık olmalı” deniyor… Başbakan ve yardımcısı “kktc yaşayacak, Cenevre’ye ne gerek var” diyor, bakıyoruz ki en kalabalık heyet olarak gidiyorlar. Neden ve kimin cebinden acaba? ‘Zirve bahane, gezmek şahane’ galiba!..
Bir garip memleket!
Bir seçim yapıldı, HDP meclise fazla sayıda girdi. Koalisyon gerekiyordu, kurdurulmadı. Tekrar seçime gidildi. Bu sürece gidilirken çeşitli çatışmalar oldu güneydoğuda… “Bize oy verin, terörü bitirelim” dendi. Seçimde HDP’nin sayısı düştü. Yine tek başına iktidar çıktı. HDP’nin sayısının düşmesi yetmedi, eşbaşkanlar, milletvekilleri içeri atıldı. Terör daha da arttı, her yerde canlı bombalar, arabalar patlıyor. Canlar gidiyor. Şimdi Başkanlık isteniyor, halk “veririz” diyor. Çok tuhaf vesselam!!!
Bir şeyi iyi bilmek için, ayrıntılarını bilmek gerekir. Bu da hemen hemen sonsuz olduğuna göre, bilgilerimiz hep yüzeysel ve eksiktir.
La rochefoucald