Cenk Mutluyakalı: Kıbrıs’taki bağımlılığın, hukuksuzluğun altını mafya dolduruyor
Kıbrıs’ın Kuzeyi’nde uluslararası hukukun, siyasetin ve ticaretin dışında bir yapı kuruldu. Bu sistemlerin dışında olduğunuz zaman doğalında o coğrafyada daha kirli odaklar yeşeriyor.
YENİDÜZEN gazetesi Genel Müdür ve Genel Yayın Yönetmeni Cenk Mutluyakalı, Evrensel gazetesinin “Cumartesi söyleşisi”nde Serpil İlgün’ün sorularını yanıtladı.
İşte o röportaj
Gazeteci Kutlu Adalı cinayetinin nasıl işlendiğini ifşa eden Suç Örgütü Lideri Sedat Peker, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki (KKTC) kontrgerilla varlığı, Ada’da yürüyen uyuşturucu, kara para trafiği ve bu trafiği yöneten aktörler ile onların siyasetçilerle ilişkileri üzerine pek çok iddia sıralamıştı.
Kıbrıs’ta son olarak geçtiğimiz ekim ayında kumarhane ve bahis siteleri sahibi Halil Falyalı’nın tutuklanmasından bir gün sonra siyasilere ait olduğu iddia edilen videolar yayımlanmış; Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkanı ve Başbakan olan Ersan Saner’e ait olduğu iddia edilen görüntüleri, iktidar ortağı Demokrat Partinin Genel Başkan Yardımcısı Tözün Tunalı’ya ait olduğu iddia edilen kayıtlar izlemişti. Görüntüleri Halil Falyalı’dan ele geçirdiklerini savunan Sedat Peker, “Mehmet Ağar tam ortasında” dediği videoların Kıbrıs’tan Türkiye’deki siyasilere uzanacağını ima etmişti. İddiaya göre, videolarda milyarlarca dolarlık yasa dışı sanal bahis ve uyuşturucu kaçakçılığı pazarı bulunuyor.
Siyaseti de dizayn eden bu videolar ve paylaşımlar sonrası Kuzey Kıbrıs’ta durum ne? Kara para ve uyuşturucu faaliyetleri Ada’da nasıl tartışılıyor? Son olayla yeniden gündeme gelen siyaset, mafya, derin devlet ilişkisinin üzerine ne kadar gidilebiliyor? Kıbrıs halkı gelişmeleri nasıl değerlendiriyor? Türkiye’nin müdahaleleri nasıl sonuçlar üretiyor?
Yanıtlar için, Kıbrıs Yenidüzen Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, Yazar Cenk Mutluyakalı’yla konuştuk.
KKTC’nin kontrgerilla, kara para, uyuşturucu kaçakçılığı ve kumar merkezlerinden biri haline gelmesinin tarihsel gelişimini anlatır mısınız?
Kıbrıs’ın en önemli miladı 1974 savaşı. Benim değimimle Kıbrıslı Türklerin savaş kazanarak yurt kaybettikleri bir dönüm noktası. Onun arkasından 1983 bir diğer önemli nokta. Bir devlet ilan edildi. Devleti bir aygıt gibi görürsek, bu aygıtın alt yapısı yoktu, zemini yoktu, arızalıydı. Kıbrıs’ın kuzeyinde uluslararası hukukun, uluslararası siyasetin ve uluslararası ticaretin dışında bir yapı kuruldu. Bu sistemlerin dışında olduğunuz zaman doğalında o coğrafyada daha kirli odaklar yeşeriyor. Daha arka bahçe gibi olunuyor. Çünkü siz dünya sahnesinde görünmez bir toplumsunuz, görünmez bir devletsiniz ve giderek Türkiye’ye daha bağımlı, bağlı yaşıyorsunuz. Hiçbir şekilde dünyayla ilişkiniz yok, ilişki kurma şansınız da yok. Bu ilişkiyi ne Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinden kurabiliyorsunuz ne de Türkiye üzerinden kurabiliyorsunuz.
Bu yapının böyle kurulmasının arka planında ne var?
En başta milliyetçilik var. Milliyetçiliğin böldüğü bir yer. Öte yanda hem Kıbrıslı Rumların, Güney’in daha hakimiyetçi anlayışı var, hem de Türkiye’nin. Bir yanda Kıbrıslı Rum egemenler, siyasi elitler, 1974 yıkımından sonra Kıbrıs Cumhuriyeti devletine tek başlarına hakim olmak istediler. Diğer yanda Türkiye de Ada’nın kuzeyini kendi malı gibi gördü hep. “Burada kan döktük, can verdik, bizimdir” üzerinden, daha fetihçi bir yerden okudu. Kıbrıslı Türklerin ilk defa siyasi eşit olarak kendilerini ifade ettikleri yer Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Ondan önce burası bir İngiliz sömürgesiydi. İlk kez 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıslı Türkler bir yönetimin siyasi eşit ortağı oldular Kıbrıslı Rumlarla birlikte. Ama o cumhuriyetin ömrü iki, üç yıl sürdü. Niye? Daha Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilirken Kuzey’de de, Güney’de de yeraltında örgütlenme vardı ayrılık üzerine. Bir tarafta Enosisciler, bir tarafta Taksimciler. Enosisciler Ada’yı Yunanistan’a, Taksimciler de Türkiye’ye bağlamak istiyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü de Türkiye’ydi. Türkiye’de hâlâ anlaşılmayan bir şey var, zannedilir ki Türkiye Kıbrıslı Türklerin ya da Kıbrıs’taki Türklüğün garantörüdür. Hayır, Türkiye’nin Kıbrıs’ta bulunma sebebi Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı garanti etmesidir. Garanti edilen nedir, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü. Bir türlü dikiş tutmayan da budur. Türkiye, bölünmezliğini garanti ettiği toprağın üzerinde bölerek başka bir devlet kurdu ve halen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü olarak Ada’daki varlığını sürdürürken, ayrı bir devletin politikasını güdüyor. 1974’ten sonra önemli bir nüfus aktarıldı buraya. O nüfusun entegrasyonu çok başarılı olamadı. Buradaki siyaset çok eğreti bir siyaset oldu, göstermelik bir demokrasi oldu. Her daim Türkiye’ye bağlı kalan, oradan gelen yardımlarla, oradan gelen talimatlarla, talimat-biat ilişkisi üzerinden yürüyen ve öyle gelişen bir demokrasi şekillenmiştir. Ersin Tatar’ın seçildiği son cumhurbaşkanlığı seçimleri bu bağlamda fazlaca bir kırılma noktası oldu.
Neden?
Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde buraya yönelik orantısız ve ağır müdahale toplumda ciddi bir kutuplaşma yarattı. Bu hem kimlik siyaseti anlamında bir çatışma doğurdu, işte Kıbrıslılar-Türkiyeliler, ya da barış isteyenler-istemeyenler, ya da hainler-dostlar gibi. Ama hem de Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetme iradesi neredeyse ortadan kalktı. Dahası, “Kıbrıslı Türkler” demek bir mesele haline geldi. Örneğin şu andaki Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, şu sıralar Türkiye’de geziyor ve Türkiye’de gezdiği yerlerde Kıbrıslı Türkleri Türkiye’ye şikayet ediyor. “Bunlar Rum’la birlikte yaşamak istiyorlar” diye. Bir toplumun kendine oy vermeyen yarısını bir başka ülkeye şikayet eden bir liderlik.
Mafyanın, derin yapıların Ada’da kök salmasını başka hangi faktörler sağladı?
En temelde, en başta söylediğim. Eğer bir coğrafya uluslararası hukukun, uluslararası siyasetin, ticaretin dışındaysa, orada hangi yatırımlar gelişecek ki? Bir kere toprak ve mülkiyet sorununuz var. Toprağınız ve mülkiyetiniz uluslararası anlamda geçerli değil. En azından sorunlu. Kim gelecek yatırım yapacak? Bu tür yasallığı tartışmalı yerlerde kirli yatırımlar olur. Türkiye’de gazinolar kapandı, tamamı Kıbrıs’a geldi. Örneğin yasa dışı bahis. Uluslararası anlamda ülkenin kendisi yasa dışıyken, burada yasa dışı bahis kendi içinde yasallaşmış oluyor. Sizin kara para dediğiniz yere dünya devlet için söylüyor! Yani dünyanın “kara devlet” dediği bir yerdesiniz siz. Ve demokrasisinin kendi iradesiyle gelişmediği bir yerdesiniz. Kıbrıs tarihindeki, 1955’lerden bugüne bütün seçimlere Türkiye müdahalesi vardır.
Onun dışında, dünyada görünmez ve ihtilaflı bir konumda olan topraklar dağıtılıyor. Örneğin Maraş açıldı, en büyük korku o, dağıtılabilir. Kimlere dağıtılacağına kim karar veriyor? Türkiye’de o dönem siyasi güç kimdeyse o karar veriyor. Temiz bir yatırım iklimi oluşmadığı zaman kirli bir iklim oluşuyor. Ve o kirli iklim içerisinde bu tür ilişkiler ortaya çıkıyor.
Türkiye, gazinoları, kumarhaneleri, bahis oyunlarını Kıbrıs’a neden taşıdı?
Bunu yorumlamak çok kolay değil. Belki kendinden uzak tutuyor ama aynı zamanda da buradan mutlu ki siyaset besleniyor, başka bir izahı yok. Çünkü çok ciddi bir kara paradan söz ediliyor. Burada alan açıyor bu tür yapılanmalara. Bundan besleniyor diye düşünüyorum.
Diğer yandan, bu kadar yasa dışı bahisin, kumarın, insan ticaretinin, uyuşturucunun olduğu yer de asker kaynıyor. Ada’da 40-50 bin asker var ve polisten, itfaiyeden kolorduya kadar hepsinden Türkiye Cumhuriyeti sorumlu. Türkiye’nin burada bulunma sebebi de güvenlik. Bu kadar küçük bir coğrafyada bu kadar çok asker, bu kadar güvenlik birimi varken tüm bunlar oluyorsa, bunları siyasi iktidarlardan bağımsız düşünmek mümkün müdür?
Ada’nın kuzeyinde kimse geleceği öngöremiyor. Gelecek belirsizliği olduğu bir yerde çok kolaydır yan yollara sapmanız, çok kolaydır günlük kazanımlar, günlük zenginlikler peşinde koşmanız. Çünkü hiçbir şey hukuk veya bir plan temelinde ilerlemiyor. Belirttiğim gibi, artık Ada’nın kuzeyinde çok ciddi bir Türkiye’den gelen nüfus var. En iyimser tahminle yarı nüfus. Bu insanların kaygıları var ve bu insanların Kıbrıs’ın bütünlüğüne dair hiçbir aidiyetleri, öngörüleri, anıları yok. Hatta Kıbrıs’ın bütünü, yani Kıbrıs sorunun çözümü onları korkutan bir şey.
Çözümden neden korkuluyor?
Çünkü bir ortaklıkları, bir geçmişleri yok ve sorunun çözümü halinde kendi pozisyonlarına güvensizlik duyuyorlar. Geldiler ve onlar da Kıbrıslı Rumlar’dan kalan arazilere yerleştiler. Çözüm durumunda kendilerini güvencesiz hissediyorlar ve bir tek yere bakıyorlar, Türkiye’den gelecek sese. Bu bir tık Annan Planı zamanında kırıldı, çünkü Annan Planı döneminde net bir şekilde ortaya kondu ki, Kıbrıs sorunu çözülürse ‘74’ten sonra buraya gelen göçmenler de bu yeni birleşik federal Kıbrıs’ın bir üyesi olacaklar, mülkiyet, toprak sorunu onlara da bir zarar vermeden çözülecek. O dönem Türkiye’den de gelen sesin olumlu olmasıyla önemli bir çoğunluk kendilerini güvende hissetti. Ama şu anda öyle değil, şu andaki cepheleşme buradaki etnik kimlik siyasetinin ayrışmasını sağlıyor ve artık Kıbrıs’ı vatan bilmiyor. Türkiye’yi vatan biliyor. Hatta çok ciddi bir nüfusa “cumhurbaşkanı kim?” diye sorsanız, yanıtı Erdoğan’dır. Bedenen buradalar ama bilinçleri, geleceğe dair tahayyülleri Türkiye üzerinde. Tabii bunda Kıbrıs Rum liderliğinin de etkisi, sorumluluğu ve suçu var. Giderek Kıbrıs sadece coğrafi olarak bölünmüyor, zihinsel olarak da bölünüyor.
UBP ÜZERİNDEN KIBRIS’I ÇÖZÜM PERSPEKTİFİNDEN UZAKLAŞTIRAN SİYASET YÜRÜTÜLÜYOR
SUÇ Örgütü Lideri Sedat Peker’in, gerek Kutlu Adalı cinayetinin nasıl işlendiği, gerekse Kıbrıs’taki uyuşturucu ticaretiyle, kara para süreçleriyle ilgili ortaya attığı iddialar ve son olarak istifa eden Azınlık Hükümetinin Başbakanı Ersan Saner’e ait olduğu öne sürülen görüntülerin devamının da geleceği imaları, Kıbrıs’ta, Kıbrıs halkında nasıl yankı buldu? Mesele nasıl tartışılıyor?
Türkiye’den farklı olarak Kıbrıs’ta video skandalını mafya ya da karanlık odaklarla doğrudan ilişkilendiren genel yaygın bir kanı yok. Olay, kurultay sürecindeki Ulusal Birlik Partisinin (UBP) kendi dar siyasi hesaplaşması içinde görülüyor. Ama şu var, geçtiğimiz hafta sonu yapılan kurultayda, iktidardaki UBP, bir genel başkan seçti; Faiz Sucuoğlu yüzde 60 oyla seçildi. Düşünün aynı Sucuoğlu tam bir yıl önce aynı kurultayda ikinci tura birinci sırada kalmıştı, kazanacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Türkiye’den gelen birileri gece yarısı kendisini ziyaret ederek, yarıştan çekilmesini söylediği için yarıştan çekilmişti. Faiz Bey, bir yıl önce neden çekildiğini açıklamadan seçime girdi ve kazandı.
Türkiye bu kez Faiz Sucuoğlu’na neden itiraz etmedi? Ek olarak, Kıbrıs’ta başlayan video meselesine ilişkin yargılama dosyasında Faiz Sucuoğlu’nun da ismi geçiyor…
Evet, yargı sürecinde konuşulan iddialar bunun Faiz Sucuoğlu’nun bilgisinde yapıldığı yönünde. Faiz Bey reddediyor. Bundan sonra yargı sürecinde ne olur bilmiyorum. İki ay içinde burada erken seçim olacak ve birkaç gün içinde Faiz Sucuoğlu bir seçim hükümetinin başbakanı olacak.
Türkiye neden müdahale etmedi? Geçen seferki Türkiye müdahalesi doğrudan hükümet ya da istihbarat örgütleri üzerinden mi oldu, kişiler üzerinden mi oldu, bunlar hep karanlık. Süreç normalinde gitseydi Faiz Sucuoğlu yine kazanabilirdi, çünkü UBP tabanında da Türkiye müdahalesinden bir rahatsızlık olmuştu. O nedenle bu kurultaya Türkiye’nin müdahale şansı çok fazla yoktu. UBP’yi kaybedecekti ki, şu anda UBP üzerinden siyaset yürütülüyor. Diğer yandan şu an Kıbrıs’ın kuzeyini çözüm perspektifinden tamamen uzaklaştıran, AB’den, BM parametrelerinden ve bu kadar yıldır görüşme süreçlerinden elde edilen kazanımlardan uzaklaştıran siyaset, UBP, Ersin Tatar eliyle yürütülüyor. Hatta bana göre şu an UBP, Ersin Tatar ağız oynatıyor, sadece Türkiye konuşuyor. Bu siyasetin ne Türkiye’ye, ne Kıbrıslı Türklere hiçbir faydası olacak. Türkiye için de bir çelişki ve tutarsızlık olmaya devam edecek çünkü Türkiye bütünlüğünü garanti ettiği bir toprak parçasında etnik temelli ayrı bir devlet istiyor.
Ada’daki mafyatik, karanlık yapılar bu hedef için kullanışlı bir araç mı oluşturuyor?
Evet çünkü ciddi bir kara para dönüyor ortada. Özellikle seçim dönemlerinde ciddi bir propaganda ağına ihtiyaç var bunun için de paraya ihtiyaç var bunu görüyoruz.
Yani, siyaset de finanse ediliyor?
Tabii siyaset diyerek çok da genellememek lazım, daha çok burada milliyetçilik üzerinden, ulusal semboller üzerinden yürüyen siyaseti finanse ediyor bu yapı.
Buradaki ekonominin üretmediği bir kaynak dönüyor Ada’da. Ada’nın kuzeyinde çok ciddi bir yoksulluk var aslında, bütçesi hiçbir zaman denk düşmüyor, üretim çok sınırlı, turizm ve yüksek öğrenim, ki yükseköğretim giderek ucuzlayan bir alan olmaya başladı. Bütçesi bu kadar sınırlı olan, çoğu zaman Türkiye’den gelen yardımlarla ayakta duran, üretimin çok az olduğu bir yerde ekonomik gerçeğinin çok üzerinde bir zenginlik var. Bunu kara para dışında izah etmek de çok mümkün değil. Bu kaynak nereden geliyor diye sorduğunuz zaman insan aklıyla izah edemiyorsunuz.
KKTC’NİN ADI İSTİKRARSIZLIK, ADI ÇÜRÜMÜŞLÜK
YENİDEN Doğuş Partisi Genel Başkanı Erhan Arıklı, İnterpol tarafından aranıyor. Milletvekili Zorlu Töre’nin puro kaçakçılığından davası var. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar İngiltere Ağır Dolandırıcılık Ofisi tarafından aranıyordu. Dışişleri bakanı hakkında yolsuzluk iddiaları var. Vurguladığınız ayrımı yaparak siyasetin, siyasetçilerin finansı, mafya, uyuşturucu baronlarıyla ilişkileri neden yargı süreçlerine giremiyor?
Dediğim gibi, bu birazcık ta polisin ve diğer bölümlerin araştırması ve dosyalar oluşturmasıyla ilgili bir şey. Ki bizde polis de doğrudan askere bağlı, sivil otoriteye bağlı değil. Bununla ilgili yeterli bilgiler ortaya konamıyor. Burası bir serbest alan da yaratıyor aslında. Siyasetle doğrudan ilişkisini kurmak için daha kurumsal bir yapıya, daha gerçek bir devlete ihtiyaç var. Burada çok eğreti bir devlet mekanizması var. KKTC’nin adı istikrarsızlık, adı korsanlık, adı çürümüşlük, adı yozlaşma. Güçlü bir kurumsal yapı olmayınca bunlarla mücadele şansı da olmuyor. Çok temsili bir devlet yapılanması var burada.
Aslında yargı şu anda Ada’nın kuzeyinde yıkılmamış tek kale gibi. Bunu en son Kur’an kurslarıyla ilgili alınan kararlarda görmüştük. Mesela biz Türkiye’deki örnekleri çok hayretle izliyoruz. Burada tutuklama süreleri çok sınırlıdır ve devlet iddiayı ispatla yükümlüdür, insanlar değil. Basın olabildiğince özgürdür ve herkes kendi düşüncesini yazar. Yargı elde kalan son kalelerden.
Ancak, Türkiye’de olduğu gibi onca ifşaat ortaya dökülüyor ama yargının konusu olamıyor. Bu Kıbrıs’a, Kıbrıs halkına nasıl yansıyor?
Vallahi buradan Kıbrıslı Türkler için daha fazla dünyasızlık çıkıyor. Dünyadan daha fazla uzaklaşmak çıkıyor. Daha fazla güvensizlik çıkıyor, daha karanlık ilişkiler çıkıyor, giderek yoksullaşma çıkıyor. Giderek çok daha fazla uyuşturucu merkezine dönüşüyor, kara para aklama, yasa dışı işlerin hüküm sürdüğü bir yere dönüşüyor. Gelecek belirsizliği çıkıyor. Buradaki o dünyasızlığın, hukuksuzluğun altını mafya, kirli ilişkiler dolduruyor.
Aslında çok güzel bir adamız var. Çok kültürlü, çok nefis bir yer. Bu Ada’nın tamamı iş birliği yapsa, bütünleşse, sınıfsızlığı keşfetse harika bir yer. Düşünün ki aynı coğrafya üzerinde farklı dillerde, farklı dinlerde ama aynı kültürel iklimi paylaşan insanlar var. Bir yanda kilise, bir yanda cami, bir yanda çok ciddi laikliği olan bir toplum. Ya da en azından, son 10 yıla kadar öyleydi.
Artık yapı değişti mi?
Ne yazık ki değişiyor. Dünyada örnek gösterilebilecek bir barış adası olabilecekken sürekli milliyetçilik üzerinden birbirine düşmanlaştırılan, sürekli birbirine hedef gösterilen, çatışma kültürünü her alanda çoğaltan bir yer oluyor. Biz Kıbrıs’ta, Kıbrıs’ı özlüyoruz giderek. İnsanın yaşadığı ülkeyi, kendi ülkesini özlemesi kadar kötü bir şey yoktur. Kendini bir başka ülkeyle ifade eden insanlar çoğalıyor giderek. Bir seçim olacak, soruyorsunuz sokaktaki insanlara “Ne olacak?” diye? Size diyorlar ki, “Türkiye ne istiyor acaba?” Böyle bir şey var mı? Kendi yaşadığınız ülkede ne olacağına bir başka ülke karar veriyor.
Son 10 yılın sıkıntısı sadece demokrasiyle ilgili değil, Kıbrıs’ta müthiş bir laiklik kültürü vardı, insanların gözüne sokula sokula her yere cami yapılıyor, dini unsurlar çok ön plana çıkarılıyor. Hiç aklımızda yokken din hayatın içine giriyor. Oysa herkesin kendi yüreğinde, vicdanında yaşadığı bir şeydi. Siyasetçiler artık Allah’la başlayıp Allah’la bitiriyorlar konuşmalarını. Yoktu bunlar. Açılışlarda falan Kur’an okuma yoktu, cumaya gidip bunu fotoğraflarda paylaşma yoktu, ayıp sayılırdı bunlar. Herkesin kendi özeliydi o. Daha Müslüman ve daha Türk yapma yolunda bir süreç yürütülüyor.
KIBRIS, BAYRAĞI ALTINDA HER TÜRLÜ KİRİN SAKLANABİLECEĞİ BİR YER
Sedat Peker’in Kıbrıs dışında Türkiye’de de kimi siyasetçiler, örneğin AKP Genel Başkan Yardımcısı Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım gibi isimlerle ilgili de elinde görüntüler olduğu iddiasını düşünürsek, gözleminiz ne, esas pazarlık Kıbrıs’taki siyasetçiler, asker, bürokrasi ile mi yoksa Türkiye ile mi yapılıyor?
Sedat Peker’in söylediklerinin ne kadar gerçek, ne kadar yalan olduğunu bilmiyorum. Çünkü Sedat Peker, benim için güvenilir bir referans değil. Ama görünen gerçek şu, burası Türkiye için büyük rant yeri. Çünkü burada bağlanan ihalelerin karşılığını kimse bilmiyor. Çünkü burası milli duygular üzerinden okunuyor ya, “işte bu kadar para Kıbrıs’taki yollar için gönderildi” deniyor ama biz bilmiyoruz ihalelerin nasıl bağlandığını. Kıbrıs’la ilgili sürekli bitmeyen ya da tekrarlanan yollar, açılışlar yapılıyor örneğin. Bu yönüyle belki oradaki gazeteciler araştırır, bugüne kadar Kıbrıs’la ilgili kaç ihale bağlanmış, bunları kimler almış, ne kadar para gitmiş? Kıbrıs, bayrağı altında her türlü kirin saklanabileceği bir yer. Böyle bir alanı var buranın. Müthiş bir rant var. Bence işin bu yanı daha önemli. Yoksa kaset skandalları falan işin çok magazin tarafı. Siz dünyanın en güzel kıyılarını birilerine peş keş çekiyorsunuz. Diyorsunuz ki burası senin tesisin, burası senin otelin. Onunla ilgili birçok imtiyazlar veriyorsunuz. Niçin, yatırım için. Niye, Kıbrıs’ı tanıtmak için. 50 yıldır sürüyor bu, ama 50 yıldır siyasi olarak ne tanınıyor burası, ne de dünyayla bir bağ kurabiliyor.
Dolayısıyla, bütün bunların böyle sürdürülebiliyor olmasıyla, Kıbrıs’ta barışın, bütünlüğün tesisi edilmemesi arasında da bir ilişki var.
Çok büyük bir ilişki var. Mesela, “Ada’nın Kuzeyi’nde uluslararası ihale” diyorlar, bu ne demek? Türkiye’den katılacaklar demek. Bu yapı, çözümsüzlük, tamamen Kuzey’i Türkiye’ye, Türkiyeli firmalara, Türkiyeli siyasetçilere ve onların iki dudağı arasına hapsediyor. O iki dudak ihale de bağlıyor, kıyı da veriyor, kredi de veriyor, bu çözümsüzlükle sağlanan bir rant, talan düzeni.
HER BAKANIN BİR GÖLGE BAKANI VAR TÜRKİYE BÜYÜKELÇİLİĞİ’NDE ÇALIŞAN
Değindiniz, Kıbrıs’ta ocak ayında bir seçim bekleniyor. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın hükümet kurma görevi verdiği UBP Başkanı Faiz Sucuoğlu’unun partilerle görüşme mesaisi başladı. Geçim sıkıntısıyla da boğuşan Kıbrıs halkı, seçimden ne bekleniyor? Seçim neyi çözecek?
Seçim zaten yıllardır bir çözüm olmadı. Bir kısım insan daha istihdam ediliyor, bir kısım insan müdür, müşavir oluyor. Böyle küçük siyasi dağıtımlar, küçük siyasi rantlar dışında büyük siyasete çözüm olamıyor, çünkü söz hakkı yok. Kaldırım yapmak için bile neredeyse Türkiye’den izin gerekiyor. Her bakanın bir gölge bakanı var Türkiye büyükelçiliği altında burada çalışan, onlar karar veriyorlar. Ama Türkiye ile ilişkileri itiraz düzeyinde mi, talimat-biat üzerinden mi sürdürüleceğini öngörüyor seçim. Çok büyük sonuç vereceğini bu seçimler için öngörmüyorum. Türkiye’deki iktidarlar kendine yakın, kendi sözünden en az çıkan hükümetleri seçtirmek için uğraşıyor. Buradaki toplumun bir kısmı da daha idealist, bir umutla bekliyor. Bir kısmı kendi korkularıyla, nefretleriyle hareket ediyor, bir kısmının da farklı kaygıları var.
Artık okumak da çok mümkün olmuyor, çok değişik bir yer oldu Ada’nın Kuzeyi. Hayat yönünü Türkiye’ye çevirmiş bir halde sürüyor. Aslında burası giderek vilayetleşiyor, buna isyan edenler de ya daha agresifleşmek zorunda kalıyor ve ayrışıyor toplumdan, ya da sonuç alamıyor.
Ancak gözlemlediğimiz kadarıyla vilayetleşmeye, ayrışmaya, çözümsüzlüğe itiraz eden ciddi bir nüfus da var. Sokağa ne kadar yansıyor?
Eleştiriler, muhalif ruh, özgürlüğünü, demokrasiyi en ileri noktada yaşamaya çalışan bir yapı hep var. O açıdan Türkiye’ye bakınca şanslıyız. Bizde hala gösteri yürüyüşü, eylem bir haktır. Polisin görevi eylem yapanları o eylemi yapabilmeleri için korumaktır. Bu devam ediyor, hala örgütlenme güçlü, sendikalar, kitle örgütleri güçlüdür. Bu Memleket Bizim adlı platformu 13 Kasım’da miting düzenleyecek. Kıbrıs sorunundaki bu çıkmaza isyan etmek için bir kısım insan sokağa çıkacak, meydana inecek. Ama tabi giderek bunu da zayıflatmaya dönük bir siyaset yaratılıyor.
Kıbrıslılardaki egemen duygu hangisi? Öfke mi, karamsarlık mı, iyimserlik mi?
Son dönemlerde hem öfke, hem umutsuzluk var. İki sebepten dolayı, birincisi son cumhurbaşkanlığı seçimlerine ciddi müdahaleler oldu ve bu kırdı insanları. Bundan zafer havası çıkaranlar da oldu ama daha çok karamsarlık hakim. Bir de unutmayın biz burada Türk Lirası kullanıyoruz ve TL’ye hiçbir etki şansımız yokken onun bütün mağduriyetlerini de yaşıyoruz. Burada hayat döviz üzerinden yürüyor, tüm kiralar Sterlin. Bütün alımlar dövizle yapılıyor. Biz TL kazanıp, dövizle yaşıyoruz. Bu nedenle çok ciddi bir ekonomik karamsarlık var. Geleceğe de her açıdan güvensizlik var.
Röportajın orijinali için TIKLAYINIZ