Cesareti, birleşmeyi ve güzelliği savunmayı hatırlayalım!
Geçmişte de benzerlerini yaşamakla birlikte, içinden geçtiğimiz dönem, pek çok unsur bakımından öncekilerden farklı. Artık gerek kendi ülkesinde gerek bizimle ilgili gerekse uluslararası arenada kredisini tüketen bir iktidar yapılanmasından bahsedebiliriz. Bu yönetimi kabaca şu şekilde tanımlayabiliriz:
*Keyfiliğe dayalı icraatlar neticesinde yaşanan hak ihlalleri ve anti-demokratikleşme,
*Derin devletin mafyalaşmış sisteminin devamını sağlama,
*Yoksulluk gittikçe artarken yolsuzluk aracılığıyla iktidarın kendi sermayesini besleyerek büyütmesi,
*Kıbrıs sorununun çözümünde, aslında kendi çıkarlarını ortaya atıp Kıbrıslı Türk toplumunun uluslararası hukuk önünde daha da yalnızlaşmasına zemin yaratma...
Bunların hemen hepsi bize de yansıyor. Kimi basın organlarında (ki devletin televizyonu da buna dâhil), gerçeklik yalanla örtülmeye çalışıp muhalif seslerin çıkmasının önü tıkanıyor. KKTC vatandaşı olan kişiler, "koruyucu melek - garantör" olarak kendini tanıtan TC yetkililerinin aldığı keyfi kararlar ile güvenliği tehdit eden terörist muamelesi görüyor. Demokrasinin en temel unsuru olan seçimlere açıkça müdahale ediliyor, bunu ortaya çıkaran insanlar tehditle karşı karşıya kalıyor. Buradaki meslek örgütleri ve yasal düzen yok sayılıp, Kıbrıslı Türklerin iradesi ayaklar altına alınıyor. Kıbrıs'ın kuzeyi'nde insanlar iki kuruş yardım yapılacak (1,500 TL) diye aylarca beklerken, kimileri için memleket kara para aklamak için kullanılıyor.
Bu liste uzayıp gidebilir. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler hem bizi hem de kendi insanlarını yok oluşa doğru sürüklüyor. Kamuoyu araştırmaları, Türkiye'de her geçen gün oy ve güç kaybettiklerini açığa çıkarıyor.
***
Hâl böyle iken, çizilen tablodan da anlaşılacağı üzere, mücadelenin boyut ve strateji değiştirmesi gerekiyor. Demokrasiden bu denli uzak, kendi sözünün üstüne söz söyletmeyen, iletişim kurulması mümkün olmayan, narsistik hezeyanları ortalığı sürekli ateşe veren bir çakma Führer'in (Recep Tayyip Erdoğan) monolog yapıp hepimizi aşağılayacağı bir Meclis oturumunda bulunmak, topluma yapılacak en büyük zulümdür.
Unutulan güzellikleri hatırlamanın vakti gelmiştir. "Cesaret, birleşmek ve güzelliği savunmak", bizim mayamızda vardır. Bazı çokbilmiş şahıslar buna karşı çeşitli argümanlar ortaya atacak ve "mantıklı" cümleler kurduklarını iddia edecekler. Meclis toplantısına girmemenin, "Türkiye karşıtlığı" gibi karşılanacağını söyleyecekler. Verilecek en güzel yanıt şudur:
"Hangi Türkiye'den bahsediyorsunuz?" Ben, ülkesinde demokrasiye ve hukuka dayanan sistemin yeniden kurulması için mücadele eden ve gittikçe büyüyen Türkiye halklarının yanında, pek çoğumuzun yıllarını geçirdiği ülkeyi karanlığa hapseden despot iktidarın karşısında durmayı tercih ediyorum. Kıbrıslı Türklerin geleceği için de bunun gerekli olduğuna inanıyorum. Peki ya sen?