Cevdet Çağdaş: Hayatı ve Eserleri
Bir senelik eğitimini özel isteğiyle, iki seneye tamamlayan Çağdaş, daha sonraları adayan döner ve dönem içerisinde adanın en yetenekli sanatçıları arasında yerini bulur.
Ceyda Alçıcıoğlu
[email protected]
Cevdet Çağdaş kendisini topluma adayan çok değerli bir sanatçımız olarak, resimleri hem tarihsel hem de mimari anlamda bugünümüzü aydınlatır. Çağdaş’ı sadece ressam kimliğiyle değerlendirmek doğru olmaz, aynı zamanda öğretmen, şair, yazar, müzeci ve entelektüel birikimi olan bir Kıbrıs aşığı diye değerlendirebiliriz.
Cevdet Çağdaş 4 Ağustos 1926’ta Yenagra’da (Nergisli) doğar. İlkokulu köy okulunda tamamladıktan sonra, orta okul ve liseyi Lefkoşa ve Lapta’da okur. Sanatçı başarılı bir öğrenci olup, aynı zamanda resme olan yeteneğiyle öğretmenlerinin dikkat çekmekteydi. Resim çalışmalarına ilkokul öğretmeni Hasan Zafer Örek’in teşvikiyle devam eder ve sanatçının resim ile yolculuğu bu şekilde başlar.
Çağdaş annesini dört yaşındayken kaybeder. Acılı bir çocukluk geçirdiğinden bahseden sanatçı bir yandan da hiçbir zaman maddi problemler yaşamadıklarını anlatır. Aile büyükleri tarafından büyük, avlulu bir evde büyütülür. Babasının başka birisiyle evlenmesiyle, Çağdaş ve erkek kardeşine babasının ziyaretleri azalmaya başlar. Bu durumdan dolayı her zaman kendini kötü hissettiğini söyleyen sanatçı, lisenin son senesinde babasının da kaybeder. Çağdaş’ın yurtdışında eğitim görme hayalleri bu sebeple gerçek olamaz, böylece kalan eğitimine yurt içinde devam eder. Omorfo Öğretmen Koleji eğitimini 1948 yılında tamamlar. Eğitimi sırasında ünlü ressam Adamantios Diamantis, Çağdaş’ın resme olan yeteneğini bir kez daha keşfeder ve resim yapması için onu cesaretlendirir. Diamantis’ten övgü ve minnetle bahseden sanatçı, mezun olduktan sonra bir sene öğretmenlik yapar. Daha sonra öğretmeni Diamantis’in referansı ona devletin sağladığı burs programıyla “Çocuk Resimleri” alanında eğitim görmek için Brighton Sanat Okulu’na gitmesini sağlar. İlk kez Çağdaş’a verilen bu burs, adadaki eğitim sistemini geliştirmek ve eğitimde yeni teknikler edinmek amaçlı bir eğitim almak için veriliyordu. Daha sonra adadaki diğer öğretmenlere de bu olanak sağlanmış ve adanın eğitimine bu şekilde destek olunmuştur. Sanatçı İngiltere’de geçirdiği iki seneyi bir hediyeymiş gibi yorumlar. Yeni bir dil, kültür ve zengin bir sanat hayatını keşfetme imkânı bulur. Bunun yanında sanat alanında da iyi bir eğitim alma şansını da yakalar. Sanat merkezi olan Brigthon’da ve Londra’da sanat etkinliklerini takip etmesiyle birlikte, o dönemde edindiği zengin deneyimleriyle kalmayıp, sanatçı kendisini her zaman güncellemiştir. Aynı dönemde Fransa’ya da bir ziyaret gerçekleştiren sanatçı için bu geziler adeta bir hazine niteliğindedir. Bir senelik eğitimini özel isteğiyle, iki seneye tamamlayan Çağdaş, daha sonraları adayan döner ve dönem içerisinde adanın en yetenekli sanatçıları arasında yerini bulur.
1952’de adaya geri dönmesiyle sanat öğretmeni olarak bir sene hizmet verir. Daha sonra uzun süre Türk Maarif Dairesi’nde Resim-İş danışmanı ve müfettiş olarak görev yapar. Bu dönemde ada içerisindeki okulları ziyaret edip, resim-iş dersleriyle ilgili denetlemeler yapıp, raporlar hazırladığını anlatıyor sanatçı.
Büyük Han: Çağdaş’ın ilk dönem resimlerinden olan 1945 tarihli Büyük Han’ı resmettiği suluboya, yapının terk edilmiş olduğu dönemde ele alınmıştır. Yapının köşk mescidi ve bazı odalarını küçük ayrıntılarıyla ressamın perspektifinden görüyoruz. Toprak tonlarının kullanıldığı bu resim, sanatçının daha sonraki resimlerinden ışık eksikliği, monoton renkleri ve soluk renkleriyle ayrılmaktadır. Bugün yapıda bulunmayan iki adet payanda ise, bize yapının geçirdiği evreler açısından ip ucu vermektedir. Sanatçının erken dönemindeki izlenimcilik etkisinde verdiği eserler dikkat çeker. Aynı zamanda, Büyük Han gibi tarihi mekanları resmetmekten keyif alan sanatçı Derviş Paşa Konağı gibi diğer tarihi yapıları da resimlerinde sıklıkla kullanır.
Ömeriye Mahallesi: Ömeriye Mahallesi’nin resmedildiği resimde üç genç figür köşe duvarının üzerinde oturmaktadır. Tek katlı ve iki katlı evlerin görüldüğü mahallenin mimari öğeleri dikkatle işlenir. Sanatçının renkli paleti resme dinamik bir hava katarken, perspektifi birçok detayın kullanılmasında etkili olur.
Çağdaş hiçbir zaman bir atölyesi olmadığından bahseder. Resimlerinin çabuk sonuç vermesi açısından suluboya resmi tercih eden sanatçı, resimlerinin boyutunu da küçük tutar. Hem denetmenlik yaptığı dönemde hem de müzede çalıştığı dönemde bütün boş vakitlerini resim yapmaya ayırdığını söyleyen sanatçı, sanat hayatını bu şekilde sürdürür.
Sanatçı ilk kişisel sergisini 1959 yılında Ayer Kaşif’in mimarlık ofisinde açar. Türk Maarif Dairesi’nde çalıştığı yıllarda denetim yaparken gezdikleri köylerden edindiği gözlemlerini resmettiği resimlerle açtığı ilk sergiden edindiği güzel yorumlar, daha da hevesli şekilde çalışmasında etkili olur.
Sanatçı suluboya resimlerini iki toplumlu gerçekleşen Platres Festivali’nde 1952 ve 1953 yıllarında sergileme şansı bulur. Daha sonra, 1961 yılında British Council’in düzenlemiş olduğu Apophasis Galeri’de gerçekleşecek olan Kıbrıslı Türk ve Rum üç sanatçının katıldığı sergiye davet edilir.
Omorfo’dan bir Görünüm: Sanatçı bu resmini 1958 yılında Omorfo’daki Öğretmen Koleji’nde eğitim gördüğü zaman resmeder. Renklerinden resmedildiği ayın kış olduğunu anladığımız resimde, arkadaki dağ sırası ve döneminde küçük bir kasaba olan Omorfo’nun büyük Kilisesi Saint Mamas dikkat çeker. Küçük boylu portakal ve mandalina ağaçlarının yerleştirildiği resimde, manzaradaki elektrik direkleri dönemin modernleşmesi hakkında bize bilgi vermektedir.
1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’yle birlikte Çağdaş, Mevlevi Tekkesinin restorasyonu için 1961 ve 1962 yıllarında görevlendirir. Aynı zamanda Lefkoşa’da Etnografya Müzesi’nin açılması sırasında çalışan sanatçı, müzecilik ile ilgili yurtdışında çeşitli eğitimlere katılır. Ankara, İstanbul ve Konya’da eğitim görür. Daha sonraki yıllarda ise Fransa Hükümeti’nin desteği ile Paris’e gidip orada galerileri inceleme fırsatını yakalar. Ayrıca Kahire Arkeoloji Müzesi’ne gerçekleştirdiği araştırma gezisinde tarihi anlamda müzecilik hakkında değerli bilgilerle adaya döner.
Londra’da öğrenim görmüş olan sanatçı, daha sonraki yıllarda da şehre hem ziyaret amaçlı hem de sanat etkinliklerini takip etme amacıyla geziler düzenlemiş, şehir hakkındaki düşüncelerini ise gezi notları halinde Bozkurt gazetesindeki köşesinde yayımlamıştır. Burada yazdığı yazılarda Londra’ya olan hayranlığı gözlemlenirken, aynı zamanda kendi adasına duyduğu sevgi ve bağlılık da yazılarında açık olarak görülmektedir. Hayatı boyunca yurtdışına gidip gelen sanatçı hem müzecilik hem de galericilik anlamında bilgilerini güncel tutmaya çalışır. Yaptığı ziyaretlerin hem Antik medeniyetleri tanıma anlamında hem de çağdaş sanat anlamında kendini geliştirdiğini söyler.
Sanatçı, 1965 yılında İngiliz Güçleri’nin daveti ile Dikelya üssünde “Exhibition of Recent Works” adlı sergide resimlerini sergileme şansı bulur. 1962-1979 yılları arasında Etnoğrafya Müzesi’nin yöneticiliğini yapan sanatçı müzede geçirdiği vakitlerde sanatını icra etmiş ve müzedeki Türk hat sanatı ve oyma eserleri kendi resmine uyarlar. Sadece hat sanatı ile ilgili eserleri değil müzede bulunan şamdan, mezar taşları üzerinde bulunan rölyefleri ve gaz lambalarını resmetmiştir. Aynı zamanda kendisi de bir koleksiyoncu olan sanatçı evinde bulunan değerli parçaların da resmilerini yapar.
1981 yılında müzede yaptığı resimler ile Görsel Sanatçılar Derneğince düzenlenen “Exhibition of Painted Rubbings” isimli kişisel sergisini Saray Hotel’de açar. 1983 yılında açtığı ‘Çevre ve Tarih’ isimli diğer sergisi ile birçok sanatçı ve eleştirmenin ilgisini ve beğenisini toplar. ‘Çevre her zaman dikkatimi çekmiştir değişen imajlar, renk paleti ve doğanın güzelliği bana çalışma ilham veriyor’ sözleriyle kendisini ve neden bu sergiyi açtığını anlatır.
1983’te Birlik Gazetesi’nde Kâmil Özay, Cevdet Çağdaş’ın “Çevre ve Tarih” konulu sergisi ile ilgili övgü dolu sözler yazar. 37 parçalık bir koleksiyondan oluşan sergisi hakkındaki köşe yazısında Çağdaş’tan “sanat sevdiği kadar sanatçıyı da sever” diye bahsetmektedir. Tarihe ve kültüre verdiği önem yanında, toplumsal konularla da ilgilenen sanatçı, 17 Nisan 1983’te Sevgül Uludağ ile yaptığı röportajda “Kalıcı barışı sağlamak için her yönden güçlü olmak lazımdır” “Bize düşen görev, sanatta güçlü durmayı başarmak ve onu sürdürmektir. Bizi yönetenlere değerlendirebilecekleri malzemeyi üretelim. Onların bunu değerlendirebileceklerini umarım… Genç kuşakların barışı sevmesi için barışçı kültürle beslenmeleri şarttır” demiştir.
Cevdet Çağdaş her fırsatta kültür ve sanatın önemine değinen, tabir yerindeyse tam bir sanat severdir. Bir ressam olarak yurtdışına yaptığı gezilerden edebiyatını kullanarak bahseder. Örneğin 23 Eylül 1986’da Londra’ya yaptığı ziyareti Bozkurt gazetesine yazarken, National Gallery’deki empresyonistlerden nasıl etkilendiğini anlatır. Sadece kendi yeteneğiyle değil sanat tarihine olan merakı ve bilgisiyle de Çağdaş takdire şayan bir ressamdır. Aynı zamanda sanat alanında yenilikçi düşüncelere sahip olan sanatçı, kendi sanatında klasik anlayıştan pek sıyrılamasa da 1986 tarihli bir yazısında sanatta çağdaş arayışların onu heyecanlandırdığından bahseder
1996 yılında açtığı “Dönemin Örnekleri” adlı resim sergisinde sadece çiçekleri ve eski Türk hat sanatının kopyalarının değil, aynı zamanda bu sergi sanatçının tarihi mirasa olan ilgisi ve kendi gözüyle değerlendirmesinin bir sergisi olur. Sanatçının yarattığı bu sentez hem öğretmen kişiliğinden hem de müzecilik geçmişinden gelmektedir.
Çağdaş çoğunlukla suluboya ve pastel boyayı mavi ve açık lila rengiyle kullanır. Sanatçı Kıbrıs’ın tarihi yapılarını, kültürünü ve günlük hayatını resimlerinde oldukça sık ve başarı ile yansıtmıştır. Aynı zamanda küçük objelerin natürmort çalışmalarını da resmeder. Sanatçı beyaz zemin üzerinde kullandığı yumuşak renklerle güzel bir harmoni yakalamayı başarır. Akdeniz’in ışığını oldukça etkili bir şekilde kullanan sanatçının adanın doğal yapısından, gökyüzünün renginden, tarlaların sarısından-yeşilinden, dağların kendine özgü yapısından, mimaride sıklıkla gördüğümüz taşın renginden oldukça etkilendiğini resimlerde hissettirir. Sanatçının kullandığı parlak renkler resimlerini daha da etkileyici hale getirir. 1984 yılında Kâmil Özay ve Yıltan Taşçı’nın Birlik gazetesinde yayımladığı köşe yazısında Cevdet Çağdaş’ın suluboyalarını şu sözlerle ifade ediyorlar “Cevdet Çağdaş’ın dünyasındaydım yağmur sonrası. Suluboyayı öylesine rahat ve beceri ile kullanıyor ki Çağdaş; resimlerindeki toprak taşıyor o bildiğimiz kokusunu saçıyordu çevreye. Zeytinlerine baktım Çağdaş’ın yapraklarından sanki sular damlıyordu.”
Çağdaş oldukça mütevazi bir kişiliğini 1996 yılında Taylan Kav ile yaptığı bir röportajından anlayabiliyoruz. Röportajda ifadesi modern sanata ayak uyduramamasından dolayı, onu anlamaya çalışmaya vakit ayırmak istemesiyle resme ara verdiği yönünde bir açıklama yapar. O tarihten sonra da sanatçının resimlerini sergilerde görmemeye başlarız.
Çağdaş sanat hayatı boyunca tarzından ve bakış açısından ödün vermez. Konularını çeşitlendirse de sanatçının tarzı en başından beridir oturmuş ve anlaşılırdır. Resimlerinde doğaya olan hayranlığı her zaman kendini gösterir. Yaptığı manzara resimleri ise hiçbir zaman fotoğrafik olmamıştır, renkleri, şekilleri, asimetrisi ve matematiksel perspektifi kendi özgün tarzını yakalamasında en büyük etkenlerdir. Sanatçının resimleri tarihi ve mimari konuları bakımından belgesel nitelik barındırsa da bu resimlere sadece belgesel açıdan yaklaşmak onlara haksızlık olur. Bu resimler kendi artistik tarzlarıyla ve değerleriyle yorumlanmalıdırlar. Sanatçının ifadesindeki yalınlık resimlerinin başka bir karakteristik özelliğini vermektedir. Eserlerinde figürler her zaman doğa ile iç içe bir şekilde uyum gösterir.
Çağdaş çocukluğundan beridir sanata ilgili olduğunu fakat; sanat hayatı İngiltere’ye ileri tahsilini tamamlamak için gittiği zaman başladığını söyler. Şinasi Tekman ve İsmet Vehip Güney, Çağdaş’la birlikte dönemin önde gelen Kıbrıslı Türk sanatçıları arasında yer alır. Çağdaş kendisini her zaman yeniliklere açık tutan, her fırsatta yeni bir şeyler öğrenmeye açık biri olmuş, bu sebeple de hayatı boyunca resim konusunda kendisine yaşadığı hayata paralel konular seçmiştir.
Resimler:
Cevdet Çağdaş, Büyük Han, 1945, Suluboya, Severis Koleksiyonu, 27 x 40 cm.
Cevdet Çağdaş, Ömeriye Quarter, 1957, Suluboya, Severis Koleksiyonu, 26 x 36.
Cevdet Çağdaş, Omorfo’dan bir Görünüm, 1958, Suluboya, Severis Koleksiyonu, 24 x 34 cm