CEVİZ MACUNU – BİR 20 TEMMUZ HİKAYESİ
20 Temmuz’da gerçekleşen Birinci Harekâttan bir hafta önce Baf’ın yukarı köylerinden gelen silah sesleri herkesi tedirgin ediyordu. Yunan askerleri Kıbrıs’a darbe yapmıştı. Ayşe evin camından yüksekteki tepelere yerleşen Rum askerlerini görebiliyordu. Abisi, “Rumlar birbiriyle savaşıyor ama her an bize dönebilirler, askerler mevziilere yerleşmeye başladı” dedi. Birkaç gün sonra duyulan haber Türk askerinin adaya geldiği ve savaşın seyir değiştirdiğiydi. Köylülerin elinde ne havan vardı ne doğru düzgün tüfek. Türk askerinin adaya Baf tarafından çıkmayacağı belli olunca köydeki eğitim kampının başındaki Türkiyeli komutan bir kayıkla Ağrotur’daki İngiliz üssüne kaçırıldı. Nitekim Rumlar köye ilk girdiğinde öldürmek için önce onu aradı. Asker mevziilerden ayrılmıştı, köylüler içinse teslim olmaktan başka çare yoktu. İki eve yerleşerek damdaki direklere beyaz çarşaf astılar. Biri denize bakan Nazım Dayı’nın, diğeri Muhtar Ramadan Efendi’nin eviydi. Teslim bayrağı çekilen muhtarın evi havan topu ateşine tutuldu. Otuza yakın insan öldü. Nazım Dayı’nın evinde olanlar kurtuldu. Her taraf feryat figandı.
Hayatta kalanlar esir alındı. Stadyumun telli kısmına erkekler, dışına kadınlar ve çocuklar yerleştirildi. Birkaç gün içinde köyün erkekleri otobüslere doldurulup kamplara gönderildi. Geri kalanlar kalabalık gruplar halinde belli başlı evlere yerleştirildi. Kısa süre sonra Ayşe’ye kötü bir haber geldi. “Baban öldü, mezarlık tarafındaki mevziide vuruldu” dediler. Abilerinin akıbeti ise meçhuldü. Ayşe, annesi ve kız kardeşleri ile birlikte Elmaziye Abaların evinde kalan on beş kişiden biriydi. Çok yakından tanıdıkları ve sevdikleri Rum polis Banayi Çavuş, asker gözetiminde tutulan evlerdeki tanıdıklarına haber getirirdi. Ayşe’nin annesi bir tek kocasının ve oğullarının ölüp ölmediğini öğrenmek istiyordu. Doğru bilgiyi getiren de yine bu Rum polis oldu. Çok şükür hepsi hayattaydı. Banayi Çavuş, onlara kıyafet, para ve yiyecek götürüyordu. Rum askerleri de daha insani davranıyordu, normalleşme başlamıştı. Çoğu birbirini tanıyordu zaten. Ustası tarafından esir alınan çırakların kampta karşılaştıklarında birbirlerine sarılarak ağlaması hazin bir tabloydu. Olanlardan iki taraf da mutlu değildi. Üç gün içinde ateşkes sağlandı. Normalleşme daha da hissediliyordu. Esirler tarlalarına gidip ürünlerini dahi alabiliyordu. Köyde kalanlara baskı yoktu.
Fakat 14 Ağustos’ta İkinci Harekat başladı. Çok sayıda Rum askerinin öldürüldüğü haberleri köye geldikçe tedirginlik ve korku hat safhaya ulaştı. Rum askerlerden biri, abisinin Girne’de öldürüldüğü haberini aldı. Üzüntüden çılgına döndü. Cinnet geçirdi. Konuşlandıkları köy sinemasının içinden çıkarak çaprazdaki Elmaziye Abaların evine doğru koşmaya başladı. Herkesi dışarı çıkardı, tüfeğine mermileri taktı. Kadınlar çocuklar çığlık çığlığaydı. Helalleşip beklemeye başladılar. Ayşe’ye göre herkes cinnet geçiriyordu ve az sonra hepsi ölecekti. Ölümle burun buruna kalmışlardı, bir rüya olmalıydı bu, kendi küçük dünyalarında savaşın ne işi vardı... O sırada olay yerine Banayi Çavuş geldi ve Rum askere savaş suçu işlemiş olacağını, başının belaya gireceğini, hapse atılacağını söyleyerek sakinleştirmeye çalıştı ve genç askeri sarmalayarak onu sinemanın içine geri soktu. Ayşe şokun etkisinden sevindiğini bile hatırlamıyor ama arkadaşları Andro (başka bir Rum asker) yanlarına giderek ortalığın çok gergin olduğunu, çok sayıda Rum’un öldüğünü, esir alındığını, bu yüzden ortalarda görünmemeleri gerektiğini, avluya bile çıkmamalarını telkin etti. Elmaziye Abaların evine sessizlik hakimdi.
Birkaç gün sonra Banayi Çavuş yakında mübadele olacağı haberini verdi. Yeşil hat çekilmiş, kuzeydeki topraklara el konulmuş, Kıbrıs bölünmüştü. Göçmenlik başlıyordu. “İki çocuğa bir valiz” dediler. Garava denen bir köye yerleştirilmek üzere yola çıktılar. Lefkoşa’ya varınca başka bir otobüse bindirildiler. Lefkoşa’dan Garava’ya süren yolculuk Ayşe’nin en uzun yolculuğu oldu. Gittikçe gidiyorlardı, yol hiç bitmeyecek gibiydi, günlerdir yoldaymış gibi hissetti. Otobüs nihayet kahvelerin önünde durdu. Ayşe’nin babası köşe başında ailesinin gelmesini bekliyordu. Hasretle kucaklaşıp önlerindeki yokuşu tırmanmaya başladılar. Ayşe için yürüdüğü bu yol da çok uzundu. Artık takati kalmamıştı. Derken babaları onlara yaşayacakları evi gösterdi ve Ayşe ilk iş sessiz sedasız odaları, bahçeyi gezdi. Uzun bir yoldan gelmişlerdi ve açlardı. Mutfaktaki telli dolapta tabağın içinde küflenmiş bir hellim ve kavanozlardaki macunları buldular. Evin sahipleri kış hazırlıklarını yapmış, ceviz ve turunç macunu doldurmuştu dolabı ama yemek nasip olmadan evlerini terk etmek zorunda kalmışlardı tıpkı Ayşe gibi... O da çok severdi ceviz macununu. Aç karnını doyurmak için çatalı cevize batırdı, ağzına götürürken kalbine bir sızı saplandı. O ceviz macununu yedi ama o günden sonra her bunu yaptığında o günü hatırladı. Çalınmış hayatlarını... Çocukluğunu, gençliğini, anılarını bıraktığı köyündeki evinde annesiyle birlikte yaptıkları ceviz macunlarını hayal etti. Hiçbir şey, kurşuna dizilmek bile bu kadar zor gelmemişti Ayşe’ye, kursağından geçen o ganimet macunu yutmak kadar. Her şeyin suçlusu kendisiymiş gibi hissetti Ayşe ve bu yeni yere alışması da mümkün olmadı.
Ayşe bugün 61 yaşında. Hala daha rüyalarında Garava’yı değil Baf’taki evlerini, köyünü görüyor. Ağlayarak anlatıyor hala köyüyle ilgili rüyalarını... Ömrü boyunca savaş filmi izleyemedi ve çocuklarına hep savaş günlerini anlatarak bunun çok acı bir şey olduğunu söyledi. Evet, annem Ayşe için ‘20 Temmuz’ böyle geçti ama biliyoruz ki Maria’nın başına gelenler de bundan farklı değildi. Acılar ortaktı, vatan ortaktı, ceviz macunu ortaktı, o zaman yaralar da ancak birlikte sarılabilirdi.
Gerçek barışın bayramlarını birlikte kutlamak dileğiyle...