Cezaevinde ‘insanlık dramı’ var mı?
Halil'i (Karapaşaoğlu) gazetede dinlerken nutkum tutuldu bir an.
O’nu tanıyanlar bilir, Halil boş bir insan değil, bir şair, bir entelektüel, bir fikir insanı…
Dedi ki, "Hapishanede koğuşun camları kırıktı, içeriye yağmur-soğuk giriyordu"…
Nasıl yani dedim, araya girip soru sormak ihtiyacı hissettim!
"Camlar kırık mıydı? Nasıl yani?"
Devam etti anlatmaya… Daha birçok detay verdi.
- “Koğuşlarda kırık camlardan yağmur geliyor, şiltelerin üzeri hep ıslanıyor”
- “Odaların kapısı yok, camlar açık. İnsanlar soğuğu battaniye ile önlemeye çalışıyor”
- “Tam karşımızda 17-18 yaşlarındaki çocukların koğuşları vardı. Çocuklar birbirleriyle cinsel ilişkiye giriyorlar, ‘uyuz’ hastalığına yakalanıyorlarmış”
- “Cezaevinde sıcak su yalnızca Pazartesi ve Cuma günleri var. Onun dışında sıcak su yok”
İrkilmez mi insan, bir tuhaf olmaz mı bunları okurken?
Her bir okuyucu eminim bu ağır duygulara kapılmıştı.
Ben röportajı yayınladığımız gün (Pazar günü) özellikle sorumlu makamlarda bulunanlardan bir açıklama, bir hareket beklerdim inanın.
Hiçbir şey mi olmaz, hiçbir açıklama mı yapılmaz!
Aradan 2 gün geçtikten sonra, Salı akşamı neyse ki Bakanlar Kurulu olaya el attı şimdi, konu artık en üst makamın gündeminde.
Röportajı yayınladığımız gün, yani Pazar günü tek açıklama cezaevine yemek satan ticari kurumdan geldi, kendini savundu.
İnanın, sorumlu bakanın ertesi gün cezaevine gideceğini, konu edilenleri yerinde göreceğini, eksiklik ve insani açıdan sorun teşkil eden durumların düzeltileceğine dair talimat vereceğini hayal etmiştim.
***
Sonrası günlerde İçişleri Bakanı ile bizzat görüşmek istedik, iddiaları bire bir sormak için.
Haber Müdürümüz- arkadaşım Meltem Sonay ile birlikte İçişleri Bakanlığı'na gittik.
Sayın Bakanın genel havası bir savunma psikolojisi eksenindeydi.
İlk söylediği “iddialarla ilgili Cezaevi Müdürü'nden bir rapor talep ettiği” oldu.
Meltem Sonay hemen söze girdi, “Neden gidip bizzat görmeyi denemiyorsunuz?”
Bakan lafı geçiştirdi.
Belli ki Cezaevi'ne gitme niyeti yoktu.
'Bir bakan kendi sorumluluğundaki bir kuruma, üstelik böylesi hassas bir kuruma, böylesi korkunç iddiaların ortaya atıldığı bir yere bizzat gitmeyi tercih etmez' diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Madem ki bu kadar iddialısınız, madem ki her şey güllük gülistanlık, açın kapıları insan hakları savunucusu örgütler, gazeteciler girsin görsün her şeyi!
Üstelik bunu rutine bağlayın…
Neyse, daha fazlasını deşmek istemiyorum, bu bakanın kendi tercihidir.
Şimdi konu araştırılacak.
Dediğim gibi neyse ki konu Bakanlar Kurulu düzeyinde artık.
Ancak kendi hislerimi ve görüşlerimi yazmadan da geçmeyeceğim.
***
Cezaevinde hükümlü ya da hükümsüz bulunanlar da birer insan!
Orası “işkence evi” değil! Asgari insani koşulları yaratmak da devletin görevi…
Her birimiz oraya düşebiliriz.
Kah bir mali durumdan, kah bir trafik cezasından, kah başka bir meseleden.
Her konuda ileriyi, en iyisini düşünen, kendi için en iyisini layık gören bir topluma yakışmayan bu insanlık dışı koşullara şaşıyorum inanın.
Ve inanın çok utanıyorum.
Gün gelecek, bulunduğumuz kimi makamlardan ayrılacağız.
"Ben bu toplum için ne yaptım, ben insan onuru için ne yaptım" diye geriye dönük kişisel hesaplaşmamızda kendi kendimize verebileceğimiz cevaplarımız olacak mı?
İşte bütün mesele de bu sanırım…
Yoksa, kişisel hırslar, makamlar, günlük rutinler geçici.
Kalıcı olan insanlığımız, memlekete-insanlığa kattığımız.
Şimdi gelelim köşe yazımın başlığında sorduğum sorunun yanıtına.
"Cezaevinde insanlık dramı var mı?" sorusuna bir haftadır yanıt arıyorum.
Tüm tarafları gözlerinin içine baka baka dinledim.
Cezaevinde insanlık dramı evet vardır.
Ve bu insanlık dramını ortadan kaldırmak da bizi yönetenlerin görevidir.