“Che posteri ve Hendek gazinosuna baskın...”
Engin Sedat TÖZÜN (*)
(Engin Sedat Tözün, bir Che posteri astığı gerekçesiyle Hendek gazinosuna yapılan baskını yazdı... Engin Sedat Tözün, her Pazar günü kendi sosyal medya sayfasında Mağusa’dan hatıralarını paylaşıyor. Geçen Pazar günkü bu yazısını teşekkürlerimizle sayfamıza aldık. S.U.)
Biz çocukken yani 60’lı yıllarda herşey daha temiz ve berraktı, ortalık karışıktı ama insanlar mutluydu sanki, kahveler dolar taşardı, sinemalar da öyle, bir Sakarya panayırı olurdu, bir Mağusa, bir de Galatya (Mehmetçik) bizim bölgede... Neyse fazla uzatmayalım, Mağusa Festivali, 1 Ağustos’ta başlar, 30 Ağustos’ta biterdi...
MTG VOLEYBOLDA ŞAMPİYON OLDUYDU...
Son 1973 yılında ve de 1972’de Hendek’te yapıldı. 1973’te Hendek Gazinosu’nun yan tarafinda voleybol sahası yapıldı ve ışklandırıldı, gece maçları yapardık, biz MTG olarak şampiyon olmuştuk. Daha önce de Haziran’da İskele Festivali’nde gene MTG olarak şampiyon olmuştuk, maçtan sonra bir bira içelim dedik Hendek’te, abilermiz olan Kadri Balıkçı, Akın Elektirikci, Saldıray Fenercioglu ve birkaç arkadaşın işlettiği galife gittik, KEO Fıçı birası aldık, tam içerken o dönemin büyük milliyetçilerinden bir gurup orayı bastı, gerekçe “Komonist bayrağı” asılırmış diye orayı yakmak istediler ve kavga çıktı, halbuki CHE Guevara’nın resmiydi, bütün dünyada asılan bir resim...
POLİS HERKESİ TUTUKLADI...
Polis geldi ve hepsini tutukladı, milliyetçiler hariç tabii, bu olay Mağusa’da gençlerin hem Che Guevara’yı, hem de sosyalizmini tanımasına sebep oldu.
Ertesi gün bütün gençler Tünay Geko’nun sattığı 5 Şilinlik Che resimli tişörtleriyle Hendek’te festivalde gezmeye başladı, en az 50 kişi... Sivil polisler de onların peşinde, zorla tişortleri topladılar toplayabildiklerini ve gençleri çıplak vaziyette içeri götürdüler.
“KİMİN RESMİDİR BU?”
Bana polis sorduğunda “Kimin resmidir bu?” diye, “Ünlü bir artisin” dedim. “Bilerek mi aldın?” dedi, “Yok” dedim, “resim güzel diye aldım.”
“Tamam” dedi, “bir daha tanımadığın adamın resmi olan tişört alma, geyme”dedi. “Tamam” dedim ve serbest kaldım.
“KÜÇÜLDÜ AMA SAKLIYORUM O GÜNLERİN HATIRINA...”
Yani kısacası ne çekti be millet siz sahte ganimetçi milliyetçilerin elinden, gerçek milliyetçilere sözüm yok, onlar hala daha yurtsever aynı bizim gibi.
Ölen arkadaşlara RAHMET bizim gibi ihtiyar delikanlılara selam olsun, vatan sevgisi gerçek anlamda yüreklerinde olanlara selam olsun... Hepinize güzel bir hayat dilerim, acaba CHE’nin tişortu hala daha yasak mı, bende bir tane var, küçüldü ama saklıyorum o günlerin hatırına.
*** BASINDAN GÜNCEL...
“Bir daha asla inşa edemeyeceğimiz şeyler...”
“İsrail’in çeşitli kültürel merkezlere saldırıları, kültürel kimliği kalbinden vurarak toplumdaki cehaleti artırmak üzerine kurulu. Bir yazar olarak yedi kitabıma erişimimi tamamen kaybettim. Tek bir kopyaları bile kalmadı...”
Şoja AL-SAFADİ (*)
6 Ekim 2023 gecesinde Gazze’nin Tel al-Hawa mahallesindeki evimde otururken Yunan mitolojisiyle ilgili bir kitaba dalıp gitmiştim.
Vücudu ok yaralanmalarına karşı dayanıklı olan efsanevi kahraman Aşil’le ilgili bir şeyler okuyordum. Aşil’in tek zayıf noktası ve bir savaşta ölmesinin sebebi ise topuğuydu. “Aşil’in topuğu” tabiri de buradan geliyor.
Kitap koleksiyonumun etrafımı sarmasının verdiği rahatlıkla çok sevdiğim kütüphanemde, sandalyemde oturuyordum. Bu koleksiyonu nadir ciltlerin, ansiklopedilerin ve sözlüklerin hevesli bir koleksiyoncusu olan babam Omar al-Safadi başlatmıştı.
Onun ayak izinden giderek kendimi farklı türlerden yüzlerce kitabı toplamaya adadım. Çoğu zaman seyahatlerimde edebi hazinelere hediyelik eşyalardan daha çok önem verdim.
Seyahatlerim sırasında aldığım kitapların ağırlığı bazen gümrük görevlilerinin beni tüccar sanmasına bile neden oldu.
Yıllar içerisinde kütüphanemi yeni kitaplarla büyüterek en sonunda evimdeki bir odanın tamamını kitaplarıma ayırdım. Bu kitapları organize etmek ve düzenlemek, hayalimdeki evi inşa etmeye benziyordu. Kütüphanem adeta mabedim haline gelmişti.
Kütüphanemde kitaplara dalarak geçirdiğim saatler hayatımın en verimli zamanlarıydı. Öyle ki, dışarıdaki kaos dağılıp gitmiş gibi gelirdi.
Bunun, kütüphanemde geçireceğim son huzurlu gece olduğunu bilmiyordum.
BU SEFER FARKLIYDI...
Ertesi sabah, 7 Ekim’de, Gazze aniden savaşın dehşetine uyandı.
Çatışma, Gazze’deki Filistinliler için trajik şekilde alışılmış olsa da bu sefer farklıydı. Bu seferki çatışma, sanki dünyanın sonuymuş gibi hissettirdi. İsrail ordusunun tahliye emri beni ve ailemi sadece temel ihtiyaçlarımızı yanımıza alarak evimizden ve mahallemizden ayrılmak zorunda bıraktı.
Birkaç gün içerisinde eve geri döneceğimizi umut ederek kütüphanemi geride bırakmıştım, bilmediğim şey ise tümden bir hayata elveda deyişimdi.
Kitaplara olan sevgim bana babamdan mirastı. Babamın eğitimini tamamlama imkânı yoktu ve altıncı sınıfa kadar okuduktan sonra çalışmak zorundaydı. O bir yetimdi ve eğitim, onun için bir lükstü.
Babam hayatının çoğu boyunca çalışmıştı. Önceleri Gazze’deki Şomer Şeker Fabrikası’nda, sonrasındaysa İsrail'deki Polgat Fabrikası’nda. Yıllar sonra ise Oslo Anlaşması kapsamında polis memuru olarak çalıştı.
Ama kendisi okuma ve kültürel faaliyetlerle son derece ilgiliydi. Babam, kendini her başlıktan kitaplar elde etmeye adamıştı. 20 Haziran 2015’te, 75 yaşındayken, vefat ettiğinde bana değerli koleksiyonunu bırakmıştı.
Kitaplarım her zaman daimî yoldaşlarım olmuştur. Gazze’de hayat düzensiz ve güvencesiz; ama dikkatlice taşınan ve sevgiyle korunan kitaplarım hayattaki her türlü değişim ve harekette benim için hazırdılar.
Her bir cilde titizlikle baktım, tozlarını aldım ve bir çocuğun gösterebileceği şefkatle korudum. Kütüphanemdeki her kitabın bir anısı vardı. Babamın favori şiir koleksiyonunun yıpranmış sayfaları, yeni alınmış bir tarih kitabının keskin kenarları… Bunlar birer objeden çok, ruhumun parçalarıydılar.
Tel al-Hawa'daki son evimde, nihayet kütüphaneyi her zaman hayal ettiğim gibi hazırlamayı başarmıştım. Burası sadece kitaplarla dolu bir oda değildi; adeta benim bir uzantımdı.
MOLOZ YIĞININA DÖNMÜŞ BİR MABET...
Aylar geçmesine rağmen ailem ve ben içler acısı ve insanlık dışı koşullarda geçici bir sığınaktan diğerine koşturduk. Belirsizlik ve korku üstümüze kâbus gibi çöküyordu. Evimizle ilgili ise çok az bilgimiz vardı.
Acı verici altı ayın ardından Mart 2024’te Kuzey Gazze’de kalan kardeşim mahallemize gitmeyi başarmıştı. Karşılaştığı manzaraysa tam bir yıkımdı; evimiz İsrail’in saldırıları nedeniyle ağır hasar görmüştü. Bir zamanlar tertemiz olan kütüphanemin fotoğraflarıysa yüreğimi dağlamıştı. Mabedim moloz yığınına dönüşmüş, kitaplarım yırtılmış, parçalanmış ve tanınmayacak hale gelmişti. Bu sahne karşısında gözyaşlarını tutamamış, adeta sevdiğim bir arkadaşımı veya değerli bir parçamı kaybetmiş gibi hissetmiştim.
Babamdan bana kalan ve inşa etmek için ömrümü verdiğim kütüphanem artık yoktu. Derin bir kaybolmuşluk ve boşluk hissi yaşadım. Bir zamanlar hayatıma neşe ve heyecan katan kütüphanem artık geri dönülmez bir noktadaydı. İsrail sadece binaları değil, onların içindeki tutku ve hayalleri de yok etmişti. Benimki, İsrail ordusunun Gazze’de saldırdığı yegâne kütüphane veya bilgi deposu değildi.
İsrail ordusu, Kasım 2023'te hedef alınan Diana Tamari Sabbagh Kütüphanesi gibi Gazze'deki birçok kütüphaneyi yok etti. Raşad al-Şava Kültür Merkezi'nde bulunan bu Gazze Şehir kütüphanesi, orada katıldığım tüm kültürel etkinlikler ve şiir sempozyumları ile kalbimde özel bir yere sahipti. Şimdi ise sadece anılar kaldı.
TEK BİR KOPYA BİLE KALMADI...
İsrail’in çeşitli kültürel merkezlere saldırıları, kültürel kimliği kalbinden vurarak toplumdaki cehaleti artırmak üzerine kurulu. Bir yazar olarak yedi kitabıma erişimimi tamamen kaybettim. Tek bir kopyaları bile kalmadı. Yılların emeği, çalışması ve adanmışlığı yok edildi.
Yayımlanmış ilk şiir kitabım “Bir Taşa Yaslanıyorum” (I Lean on a Stone) kalbime en yakın olandı. Filistin Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanmıştı ve edebiyat kariyerim için önemli bir adımdı. Bu kitaptaki 19 şiiri antik mitleri göz önünde bulundurarak, Firavun ve Yunan geleneklerini iç içe geçirerek yazmıştım. Şunu söylemek isterim ki tüm gariplikleriyle beraber o mitleri hâlâ yaşıyoruz. Onlar, yabancılaşma duygularıma ve içinde yaşadığım gerçeklikten kaçma arzularıma hitap ediyor.
Kütüphanemin yok olduğu sırada kaybolan derlemelerimden bir diğeri “Ötmeyen Bir Posta Güvercini”ydi (A Homing Pigeon Without a Cooing). Bu, kısa şiirsel pasajlardan oluşan bir derlemeydi. Bunları yazmak ilginç bir deneyim ve farklı bir şiirsel yöntem kullanma girişimiydi: Şiirsel bir dilde, her biri şairin ruhundan bir mesaj içeren kısa telgraflar.
Yine yok olan kitaplarımdan bir diğeri “Değirmene Doğru Kaçan Buğday”dı (Wheat Fleeing Toward the Mill). Kişisel bir metin, hayatımın yıllarını belgeleyen bir sırlar ve deneyimler deposuydu.
Yazmak benim için bir çeşit terapiydi ve kitaplarımın her biri de ruhumun birer parçasıydı.
SAVAŞ İÇİMİZDEKİ HERŞEYİ ÖLDÜRDÜ...
Eşim, üç oğlumuz ve ben şu anda Deyr el-Belah'ta küçük bir bodrum katında kalıyoruz. Her gün hijyen eksikliği, kirli su ve yüksek fiyatlı yiyecekler gibi korkunç koşullara katlanıyoruz. Ve her geçen gün İsrail bir sonraki tahliye emrini duyurduğunda bundan sonra nereye gideceğiz, diye merak ediyorum.
Şimdi, herşeyimizi kaybettikten sonra- evimizi, kitaplarımızı, güvenlik duygumu ve hatta yıllarca çalıştığım ve dosyalarımın olduğu dizüstü bilgisayarımı -kendimizi sürekli bombalanan bölgelerde bir sığınaktan diğerine taşınırken buluyoruz.
Hiçbir yerde kalıcı olamıyoruz. Buna rağmen mümkün olduğunca telefonumdan okumaya ve yazmaya çalışıyorum; bu, bunaltıcı yıkım karşısında hayatta hissetmek için gerekli bir eylem.
Ailemin ve benim bu savaştan sağ çıkıp çıkamayacağımızı bilmiyorum ve çıksak bile, biriktirdiğim güzel yaşamın zenginliği olan kütüphanemin geri dönüşü imkânsız.
Savaş içimizdeki her şeyi öldürdü ve bizi tekrardan düzelip düzelemeyeceğimizi bilmediğimiz bir konumda bıraktı.
Hayatta kalmanın belirsizliği ve kaybedilenleri tekrar inşa etmenin ihtimaliyle boğuşuyorum.
Acaba geçmiş hayatımızın parçalarını gerçekten kurtarıp geri alabilecek miyiz?
Savaş bizde tedavi edilemez yaralar açtı, hayallerimizin fiziksel karşılıklarını yok etti, içimizdeki normallik ve barış isteyen ruhu öldürdü.
(*) Filistinli yazar, şair, Filistin Yazarlar Birliği üyesi ve 2004-2014 yılları arasında Dostluk Kültür Forumu’nun kurucusu ve yöneticisi olan Şoja al-Safadi tarafından kaleme alınan ve Elektronik İntifada’da yayımlanan bu makaleyi bianet stajyerlerinden Ege Tonga çevirdi.
(BİANET.ORG – Şoja al-Safadi – Eylül 2024)