1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Çıkmazdan Acil Çıkış - Edebiyat/ mı?(*)
Çıkmazdan Acil Çıkış - Edebiyat/ mı?(*)

Çıkmazdan Acil Çıkış - Edebiyat/ mı?(*)

Teknolojinin ürettiği ürünler de (mesela yapay etlerin veya yapay canlı hücrelerin üretimi) doğadan bizi uzaklaştırmakla kalmayıp aslında doğayı kontrol edebileceğimiz yanılgısını doğurur.

A+A-

Fatih Yalıner

[email protected]

İnsanlık dünyada var olduğundan beri sayısız çıkmazlarla karşılaşmıştır. Bu çıkmazların birçoğunun temelinde siyasi ve ekonomik çıkarların olduğunu söylersek yanlış olmaz.  Günümüzün hız ve haz çağındaki çıkmazları, önceki çağlarda yaşananlardan biraz daha farklı. Çünkü burada sadece insan türü değil, tüm canlıların hayatı tehlikede. Sağlıksız zihinlerin işlevleri, teknolojinin ve bilimin getirdiği çarpıklık, post-kapitalizmin getirdiği hız ve haz anlayışı, dünyayı yok ediyor. Modern teknik bilgilerle ve olağanüstü (!) teknolojilerle donatılmış duyarsız ilkel insanlık, dağılmış odağıyla yıkıcı bir döngünün içerisinde kendi zihninin kurbanı; doğanın, hayvanların, çocukların, masumların celladı…

Eğitimin bu kadar yaygın olduğu, kitapların rahatlıkla erişilebildiği, filmlerin, dizilerin, belgesellerin kolaylıkla izlenebildiği bir dünyada duyarlılık nasıl geriler?

Şiddet gibi yıkıcı duygu ve düşünceleri, çağın modernliğine yakışmayan ilkel görüşleri kendi yaşantımızda çoğalttık. Bu kadar zamandır kendi kişisel ihtiyaçlarımıza dair benzer bilgileri boş yere aklımıza yükleyip durduk. Estetik algının, duygusallığın, düşüncenin eşiği kayboldu. Ekonomik kazançlar ve onay damgalı imajlar uğruna benzer güzergâhlar seçti beynimiz. Edebiyat ve sanat geçici güzel duygulanımlardı. Boş zamanlarda değerlendirilebilecek bir hobi veya dışarıdan dikte edilen bir ceza olarak algılandı. Hiçbir zihin estetiğin inceliğini ve deneyimini yaşayamadı. Çünkü bir amacı gerçekleştirmek uğruna kullanılmış bir araçtı. Belki onun açlığını bir nebze dijital ortamlar giderdi. İlkel ve vahşi dinamiklerle süregelen gündelik yaşantıda hiçbir tavrın içinde sanattan edebiyattan bir ibare yoktu. Gözümüzün önünden hızla akan görselleri izlemek zihni, imgelemenin zorluğundan kurtardı. Takındığımız duyarlı tavırlar sürekli değildi gündelik yaşantımızda. Travmalarla ve gereksiz yüklemelerle bozulan zihnin kusurlarını yok sayıp hayvan cesetlerinin biriktiği yollarda gururla bastık gaza. Etik değer ıskalasının en alt tabakalarında takılmak konfor alanını rahatlattı. Bozuk düzenden hepimiz pay aldık, haz duyduk, oraya kök saldık…  Böylece bozulmuş imgelemle kurulan distopik dünyaya dönüştürüldü günümüz dünyası.

Peki dünyanın yıkım projesi nasıl başladı?

İnsan ile doğanın ayrımı, zihnin yüceltilmesiyle başlar. Çünkü insanı diğer canlılardan ayıran temel nokta zihinsel işlevleridir. İmgeleme, geçmişi anımsama, geleceği tasavvur etme, hayal etme, strateji oluşturma gibi birçok eylem sayılabilir (bu tanımların da insanlar tarafından yaratıldığını unutmamak gerek). Her varlığın üzerinde merkezi bir konuma yerleşen insan, ‟Tanrının yeryüzündeki elçisi” etiketiyle gerçekliğin üzerine yeni gerçeklikler inşa eder. Bu etiket, insan merkezli algılama biçiminin bir göstergesidir. Varoluşa dair bu büyük inançla insanın bilgi sistemi (zihindeki metaforları/ kodları) oluşur. Her sezgisel ve bilişsel bilginin altında onun hissini sezebiliriz. Kendi benliğini her şeyin önünde görmek; doğayı, doğadaki evrenleri kendi varlığına sunulmuş bir obje olarak tanımlamak aslında hayatın çarpıtıldığını gösterir. Çıkmazlar, insanın dünyayı algılama hatasının sonuçlarıdır.

Yazar Antonin Artaud: ‟Zihin bir çöptür” der. Zihne gelen veriler, yaşanılan olaylar, durumlar, duygu durumları, toplumun bize biçtiği etiketler; gerçekten de düşünce biçimimizi bir kalıbın içerisine yerleştirir. Başka düşünebileceğimiz, hissedebileceğimiz bir dünya veya başka bir seçenek görünür değil. Zihnin sözcüklerle, görüntülerle, ısrarlı tekrarlarla manipüle edilebilmesi algı sistemimizi büyük bir tahribata uğratır. Kendi benliğindeki veya toplumdaki iktidar düşüncelerle, duygularla, boşluğunu hissettiği ontolojik kusurlarla, yaşadığı olaylarla tetiklenen insan; ruhunu rahatlatmak ve varlığını yüceltmek için sürekli manipüle edebileceği bir cennet oluşturmaya çalışır. Bu sanrılarla yaratılan güzellik ve kusursuzluk ideaları doğal güzellikleri yok ederek kendi geleceğinin düşmanını yaratır. Düşmanın varlığı, kısa ömürlü insanın kendini ve yaşamını yüce bir görevle ispat etmesi için olanak sağlar. Düşmanları aşmak ve öznelliğinin hakkını vermek için sürekli çok güçlü olması, diğer varlıklardan sıyrılması gerekir. Sürekli her şeyi öğrenerek, çıkar ilişkileri kurarak doyumsuz bir ispat çabası içine girer. Bu, tüm insanlığın bireysel ve toplumsal olarak yaptığı bir yaşam politikasıdır. Bunu içinde yaşadığımız sistem de bize emreder.

Özellikle post-kapitalizmin dünyasında, her şey bir tüketim nesnesine dönüşür. İnsanın kullandığı her öğe (soyut ya da somut), birbiriyle bağlantılıdır. Tüm düşünce ve eylem seçenekleri en sonunda insanın ihtiyacına ve keyfine göre satın alabileceği bir haz nesnesidir. Bu nesneleri yüklenen insanın vitrini dijital ekranlardır. Duyarlı olabilecek her yenilik, popülizm tarafından yok edilir veya değersizleştirilir. Bağımlı kılınan tüm zihinler her ne kadar farklı bir imaja veya duyarlılığa sahip olsalar da aynı marketin içinde dolanıp aynı besinleri satın alan bir figürana dönüşürler. Edebiyatın, sanatın, bilimin olumlu adımları, genellikle haz oranının düşük olması nedeniyle değersizleştirilir. İnternet kadar hızlı olmayan, anlamak için çok zaman ve çaba gerektiren bu ürünlerin yerini şiddeti barındıran ve hayatla ilgili yüzeysel görüşlerini empoze eden ürünler alır. ‘Şiddetin olduğu dünyada sadece bu karakterin yolundan gidersen var olabilirsin.’ mesajı tüm zihinlere aktarılır.

Küçük yaşlardan itibaren her birey bu sisteme bir şekilde maruz kalır. Bu sistemin içinde her zihin bir diğerinin kopyası olmak durumunda… Buradan çıkış yoktur, çünkü insanın zaafları detaylı bir şekilde çalışılmıştır. Her farklı veri kolaylıkla analiz edilir. Saçma bilgi yığınına gömülen ve her şeyi öğrenmek zorunda olan insanın sosyal medya alışkanlığı bilinçli hareket etmesini veya gerçekliği değiştirme arzusunu çarpıtır. İnsanın bu sistemde tek bir amacı vardır: dünyadan kopup bir anlığına olsun rahatlamak…Teknolojinin ürettiği ürünler de (mesela yapay etlerin veya yapay canlı hücrelerin üretimi) doğadan bizi uzaklaştırmakla kalmayıp aslında doğayı kontrol edebileceğimiz yanılgısını doğurur. Kendi algılama yeteneğimizi de hızla kaybederiz ve anlık hazların hastalıklı mutluluğunda köleleşiriz. Akademide, bilimde, felsefede, edebiyatta, sanatta, teknolojide kısacası her mecrada simülasyon dünyasında olduğumuza inandırılırız. Bize gösterilen ve verilen şeyler, dijital dünyanın bir parçası. Fakat biz zihnini kontrol edemeyen canlılar için gerçek dünya artık budur. Her felaket ve acı hızla değiştirilir. Haz dünyasında acı çekmek ve utanmak yasaktır. Hız vardır, gecikme kaygısı vardır, geriye bakıp üzülmeye vakit yoktur. Bir yere çağrıldığını hissedersin, yaşamında buna dair herhangi bir işaret yoktur. Beynin yapısı, nöroplastisitesi, aşırı uyarılmadan ve bağımlılıklardan değişmiştir. Çağrıldığın noktaya varamazsın. Çünkü seni çağıran şey doğal bir dünya değildir. Sen artık doğal değilsin.

Kendi bedenimizde, ruhumuzda, bilişsel yeteneklerimizde, duyarlılığımızda, çevremizde, doğayla ve insanlarla olan ilişkilerimizde birinci gözden tanık oluyoruz yıkıma, onu deneyimliyoruz…  Gündelik deneyimlerimizi bir gözden geçirelim. Ne kadarı olumlu iz bırakıyor içimizde? Ne kadarı olumsuz?

Son zamanlardaki gündelik deneyimlerimle bunu somutlaştırmak istiyorum: Kitap fuarından bir gün önce denize giderken denk geldiğim yol kenarındaki yangını duyarlı vatandaşlarla söndürmeye çalıştım. Bugün bu yazıyı kaleme almadan önceyse kapımın önünde gri bir sokak kedisinin zifiri karanlıkta basıldığını gördüm. Kediyi yoldan kaldırmayı düşünürken köy içindeki evimin yolundan en az 100 km hızla gelen bir başka araç göz açıp kapayıncaya kadar yanımdan geçti. Bu birincil derecedeki tanıklıkların dışında sosyal medya ve haberlerde detaylarına kadar paylaşılan şiddet olaylarının ağırlığından bahsetmek bile istemiyorum.  Bu ve buna benzer olumsuz olayları her gün yaşayan insanların sağlıklı bir ruhla hayatlarına devam etmeleri çok zor.

Fakat bu zorluk karşısında pes edip çekilemeyiz. Dünyadan sorumluyuz ve yaşamaya devam ediyoruz. Tek çare toplum olarak algılarımızı, zihin kodlarımızı, yaşama bakışımızı değiştirmektedir. Bunun için tüm zihinlere bu yeni yaşam tarzını sağlayacak sezgisel/bilişsel bilgileri ulaştıracak bağlantıları kurmak ve yeni algı tohumlarının iktidar düşünce haline gelmesini sağlamaktır. Gündelik yaşantı, en ince detaylarına kadar doğa temelli düşüncelerle, duyarlı ve yapıcı davranışlarla oluşturulmalıdır. Bu çabanın meyve vermesi elbette birden beklenemez. Kolektif bir çabayla uygulandığında gündelik yaşamdaki değişiklik hemen fark edilir hâle gelecektir. Bir gün bile olsa kimse yola çöp atmasa, hiçbir canlıya şiddet uygulanmasa, biri aşağılanmasa, denizler kirletilmese geleceğe dair çok büyük bir adım olur. Fakat bunları okuduğunuzda ilk tavrınız umursamaz veya umutsuz olabilir. Ben de bunları yazarken öyle bir his dalgası hissedebildim. Çünkü iktidar düşüncelerle derin bir mücadeleye girişmek, kendi duygu ve düşüncelerinizle karşılaşmayı içerir. Bunun bilinciyle yeni deneyimlerin kapısını aralayıp, bilinmeyen başka bir dünyanın varlığını keşfetmemiz şart.

Bunun başka bir çaresi yok.  

(*) Bu metin, Işık Kitabevi’nin düzenlemiş olduğu 36. Kitap Fuarı’ndaki “Acil Çıkış: Edebiyat” panelinde sözlü olarak sunulmuştur.

Bu haber toplam 688 defa okunmuştur
Gaile 512. Sayısı

Gaile 512. Sayısı