CİMRİNİN UŞAKLARI
‘Arabahmet halkındır’ yazılı pankart çıktı oyun sonunda ‘altın’ sandığından!
Altını, üstünü verdik memleketin!
Ve ‘halk’ için ne kaldı geriye?
***
Hoş, bir diğer soru da biz değil miyiz yine ‘ganimet’ zehrini bayıla bayıla içen!
Ve çoğunlukla da ‘razı’!
Hem ‘razı’ hem ‘isyancı’ (!)
Kim kazandı ki ‘bedel’ ödemeden ve ‘konfor’u eksilmeden hayatı.
***
‘Cimrinin Uşakları’nı izledik, Başşehir'de, o sıcacık tiyatro salonunda...
Hani ‘kiralandı !..’
Doğrusu anlamadım, ne ‘alanın’ ihtiyacı vardı bu salona ne de ‘satan’ın elden çıkartmaya!
***
Hani kimi sohbetlerde sorar ya siyasete mesafeli çevreler, ‘Nedir sol, sağ, farkı!’
Tam da bu!
Tüm topluma ait değerler, eğer söz hakkınız ve iradeniz olan kurumlarca yönetilirse, yani ‘halkın’ kendisince, ‘sol’ bu işte!
Yok eğer sizin değil de anca ‘hissedarlar’ın söz sahibi olduğu bir ‘özel şirket’e verirseniz halkın malını, bu da ‘sağ’ işte!
Yanılıyor muyum?
***
Baraka Tiyatro, hem kendi ‘duruşu’nu kazıyan dokunuşları, hem de amatör ruhun enerjisiyle, keyifli bir iki saat yaşattı bizlere...
İlk perde tansiyon düşüktü biraz, kimi tekrarlar gereksizdi, ‘acaba’ dedim kendime, ‘sıkılır mıyım...’
Oysa sonra tek nefeste yaşadım finali...
Özellikle Nazen Şansal'ın oyunculuk yeteneği, sahnedeki duruşu, duygu dili ve mimikleri ‘amatörlüğü’ çok aşan, dikkat çekici bir boyuttaydı.
Sahnede emeğini ve heyecanını ortaya koyan tüm isimler de saygıyı hak ediyordu doğrusu.
***
‘Sivri’ diliyle nam yapmış Moliere'in oyununu, yeni ‘sivrilikler’ katarak araya harmanladı, Baraka Tiyatro.
‘Cimri’nin ya da ‘cömert’in uşakları olmanın farkını sorguladık.
‘Ne fark eder ki, asıl mesele, kimselerin uşağı olmamak’ diyerek.