CİNSELLİKTE RIZA FAKTÖRÜ
Pek çok insanın pek çok başka insan aleyhine atıp tuttuğu, öğretmen ve yargıç kesildiği, birbirini acımasızca mahkûm ettiği ortamlarda sessizliği seçmek, mağdurlara yapılan adaletsizliğe katkı koymak demek oluyor bir anlamda. Böylesi durumlarda, emin olmadığım vakalar, yeterince tanımadığım kişilikler üzerine konuşmak, bir refleks olarak mağdur edilmiş görünenleri savunmak yerine adalet meselesi üzerine genel anlamda bir fikir yürütmeyi, tercih ediyorum.
Pek çok şeyin göründüğü gibi olmadığını hayat çoktan öğretti bana. İnsanın şahsen yaşadığı mağduriyetlerden dolayı içerden de bilebileceği bir durumdur bu… Bir insanın bir başka insana yapabileceği kötülüğün sınırı yok. Bunların en tepesinde öldürmek varsa, bedene uygulanan şiddet bahsinde işkence, tecavüz ve cinsel taciz de ön sıralarda… Birilerinin sosyal ölümü demek olacak diğer her türlü sözel ve duygusal şiddet, iftira ve karalama da yaşadığımız cehennemin bilumum kötülük biçimlerinden.
Kötülerin öldürülmesini, onlara işkence edilmesini adaletin bir biçimde yerine getirilmesi olarak gören bir anlayışın hiç ummadığım insanlar arasında bile ne kadar yaygın olduğunu fark etmek irkiltiyor beni. Karşı çıkışın dili de çoğu zaman şiddetle dolu. Kötülükle ve zulümle mücadele edenler kendi karşı kötülüklerini örgütleyebiliyor, mağdurlar, intikamcı zalimlere dönüşebiliyorlar.
Bir iyiliğe vesile olsun diye kötülük yapılabileceğine dair paradigma dünyanın başına bela olan.
İyiliğin yenilgi nedeni ve enayilik olarak görüldüğü sinsi ve gizli kalabilen kötülüğün başarının yolu olarak kutsandığı zamanlar bunlar.
Oslo’dan gelen bir grup sinemacı gençle konuşuyordum geçen gün. Çekmeyi planladıkları yeni kısa filmin konusunun “tecavüzle suçlanan, aslında masum bir genç erkeğin hikâyesi olduğunu söylediler. Bu Norveç’te son günlerde çok tartışılan bir konuymuş. Tecavüz ya da cinsel taciz iftirası birilerinin hayatını karartmak için yaygın bir biçimde kullanılmaktaymış.
Avrupa edebiyatında da son zamanların en yaygın teması taciz, istismar ve tecavüz… Dünya gündemini büyük oranda kaplamış bir konu bu… Başkalarının bedeni ve onunla kurulan ilişkinin yanı sıra kendi bedenlerimizle kurduğumuz ilişki de hayatın en önemli meselelerinden biri değil mi zaten?
Bedenler bu denli baskı altında olmasa, bedenler üzerinden bir hiyerarşi kurulmasa, birbirimizin bedenlerini böyle tehdit etmesek dünyanın daha iyi bir yer olabileceği kuşkusuz.
Geçenlerde bir arkadaşımla tecavüze karşı çıkan bazı kadınların sorunlu dilinden söz ediyorduk. Erkeklerin her an tecavüze hazır azgın bir güruh gibi gösterilmesi mesela… Arka planda cinsellik meselesine dair püriten yaklaşım var burada. Cinsellik kirli, yasak bir şey olarak görüldüğü, gösterildiği için tecavüz ya da benzeri sorunlar tetikleniyor bir yerde. Cinsellik güzeldir. Kötü olan bir başkasının bedeni üzerinde baskı oluşturmaktır.
Burada anahtar sözcük “rıza”dır bilindiği gibi. Karşı tarafın rızası varsa bu karşılıklı, güzel bir paylaşımdır; rıza yoksa taciz, zorlama varsa tecavüzdür. Bir kez rıza gösterilmişse ikinci kez ya da sonsuza kadar bu rıza oradadır anlamına gelmiyor ama bu. Artık rıza olmadığı halde cinselliğin sürdüğü yer ise evliliklerdir. Devletle yapılan bir sözleşmenin bu hakkı sonsuza dek verdiği varsayılır. Burada erkeğin baskıcı ve dayatmacı rolü de toplumsal cinsiyet hiyerarşisi ile bağlantılıdır. Kadınların mağduriyeti daha çok da bundan kaynaklanıyor.
İnsanın bedenine dair kararlarını kendisinin vermesi en önemli insan haklarından biri sayılmalı.
LGBT hakları bu açıdan çok önemli ve bu alandaki bir özgürleşme heteroseksüeller için de daha özgür bedenler, daha mutlu bir varoluş demek olacaktır. Pek çok eşcinsel kadın ve erkeğin evlilikler içinde aslında tercihi olmayan partnerini ne kadar mutsuz ettiği bilinen bir durum.
Adalet duygusu sahibi insanlar hayatta konu ne olursa olsun bir biçimde iyinin yolunu bulabilirler. Terazimiz yeterince hassas olmayabilir ve hatalar her zaman yapılabilecektir. Önemli olan başkalarının da bizim kendimiz için istediğimiz her şeye bizim kadar hakkı olduğunu teslim etmemiz.
Mesele bir kadın, erkek ya da üçüncü cins meselesinden öte bir demokratik varoluş meselesidir. Farklılıklarla bir armoni kurabilmektir. Kısacık hayatların çok kolay çözülebilecek bu sorunlar yüzünden kararması nasıl da acı.