1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Cira Petrulla’nın itirafı…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Cira Petrulla’nın itirafı…”

A+A-

Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamının katillerinden birisinin annesi tarafından lanetlendiğini öğrenen bir Kıbrıslırum okurumuz, Dohni ve Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamının kurbanları anısına bir öykü kaleme aldı

 

Geçtiğimiz hafta içinde çok değerli arkadaşımız, rahmetli Mihalis Kirlitças’ın yakın bir arkadaşından bir mesaj aldım.

 

Şöyle yazıyordu :

« Sevgili Sevgül,

Benim adım …..’dır ve Mihalis Kirlitças’ın yakın bir arkadaşıyım. Son 27 senedir yurtdışında yaşamaktayım. Bir bloğum vardır ve bu blogta Kıbrıslırum diyalektiyle yazılar yazarım ki sanırım bu enderdir. Bir arkadaşım, yıllar önce Kıbrıslırum diyalektiyle yazmış olduğum bir öyküyü Kıbrıslıtürk diyalektiyle çevirdi. Bu metin 2009 yılında Kıbrıslırum medyasında yayımlanmıştı, şimdi bunun Kıbrıslıtürk medyasında da yayımlanmasını istiyorum. Özellikle gelecek hafta Dohni katliamının yıldönümünde…

Kaleme aldığım bu öykü, Mihalis Kirlitças’ın bana yıllar önce anlatmış olduğu gerçek bir hikayeden esinlenmiştir. Kirlitças Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamından söz ediyordu ve bana « Bilmiyor musun ? » demişti. « Hayır » demiştim. O meşhur tablosunu çizmekteydi, « Muratağa-Maratha » adını verdiği… Kirlitças bana Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamının katillerinden birisinin annesinin oğlunun kanlı giysilerini görünce oğlunu cezalandırsın diye Tanrı’ya yakarmış olduğunu anlattı. Bu noktadan hareketle, « Cira Petrulla’nın itirafı » öykümü kaleme aldım… »

Biz de bu Kıbrıslırum okurumuzun yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz :

“Cira Petrulla’ nın itirafı  

Aceras Anthopophorum - Mart 2009

Cira Petrulla yakında seksen yaşına basacak. Popaz Yorgos’un önünde oturup bız gibin sovuk ses tonuynan günah çıkarıyor. Suratında gaya gibin sert bir ifade var ve ellerini da bacaklarının arasında bağlı bir şekilde dutuyor. Popaz büyülenmiş gibin dinler.

<<Yatak odasına girdim ve yerde dağ gibin duran gıyafetleri gördüm. Dedi ba yıkayım genneri, çünkü Manoli’ye domuz kesellerken leş oldularıdı ve acil olarak istellerdi genneri. Darbe gününden bu yana her gece o bahçada toplanıllardı. İlkden, ambarın içinde yargılanmayı bekleyen bazı Makariyoscuları ve gommünistleri gözetillerdi. Daha sonra ki Türk işgali oldu da hepsini Bufavento’ya yolladılar,  onlar oraşda buluşup kebap yapmaya devam ettiler, kövü Türklerden gözetillerkan geceyi geçirsinler deyin. Ganlı gıyafetleri görür görmez bir mide bulantısı geldi ba. Güçüklükten beri gandan iğrenirim. Ben daha 17 yaşındaykana kasap Golos istediydi yıkayım kirli ayaklarımı ganıla, ama ölürdüm da yapamazdım. Köyün en güzel delikanlısı olsa da bu yüzden bu fikre hayır dediydim. Başlangıçda ganıla kirlenmiş yerlere tokanmamaya diggad ederek, değiştireceğim pantolonun paçalarını ve göyneğin manşetlerini ağır ağır gatlayabilmek için gendi gendimila gavga ederdim. Gıyafetlerin üstünde kestiklerinin o gadar çok ganı varıdı ki, mümkün değilidi. Diggat etmiş olmama rağmen, göyneği dürerkan başbarmağım göyneğin manşetindeki ganlı bir noktaya tokandı.

Elimi ikayıp gan lekesini çıkartmak için çeşmeye doğru deli gibin koşdum. Sular kesikti. Panik oldum. Suyla dolu olan sürahiyi bulmak için koştururkana, sanki da elimi asidin içine batırdığımı ve asidin da elimi yediğini hisseddim. Aklıma oğlumun bıçağı gurgurasına sokduğu andaki o hayvan geldi. Kanın vücudundan boşaldığını hissederek yerde gıvranırken gördüm genni. Ganın boyun kesiğinden akdığını, yere damladığını ve yıkamam gereken gıyafetleri gördüm. Mide bulantısından dizlerimin bağı çözüldü. Hayvanın titrediğini, ölümle mücadele ederkan tekmeler savurduğunu ve yerde dört kişi tarafından zapt edilmeye çalışıldığını gördüm. Zanneddim ki ben can veriyorum. Aklımda o görüntüler birbirinin içine girmeden, ayrı ayrı döndü dolaştı.

Sürahi boşudu.  Türklerin köyün deposuna bomba attığı o günden beri su gelmedi ve gaynaklar bir bir tükeniyorudu. Başbarmağımın üstündeki gan lekesi gurudu. Hasta gibin oldum. Temizlenmek için nereşden su bulacağımı bilemiyordum. Tavıkların su gabı geldi aklıma. Sürahiyi bıragdım ve avluya koşdum. Kapı eşiğinde tökezledim ve yüzügoyun yere düştüm. Dizlerimi vurdum ve ganamaya başladılar. Elbiselerin üzerindeki ganıla garışıllar diye gorkduğumdan dizlerimdeki ganı silmedim. Kömese yanaşır yanaşmaz tavıklar kapıya doğru koşuşturup toplandılar ve gıdaklamaya başladılar. Sanki onlar da benim gibin delirdiydi. Susuzlukdan ciğerleri yanan hayvannar sulamak için onnnara su getirdiğimi zanneddiler.

Bir o gadar daha panik oldum. Bana ne olduğunu bilmiyordum. Οlanları daha olmadan ve düşünmeye dahi cesaret edemeden önce hisseddim gibi. Suyu nereşden bulacağımı bilmiyordum. İkonların bulunduğu yere doğru koştum. Plastik bir sırma ile sepet gibi örülmüş, mavi renkte, okunmuş bir şişecik vardı. Taptığım Ayoz Yorgos’un ikonunun yanında asılıydı. Nenem Petru bana onu  Ay. Tafon’dan getirdiydi ve ben de ihtiyaç durumunda gullanmak için saklarıdım. Şaşuriliğimden hepsini döktüm. Düşündüğüm tek şey elime yapışmış olduğunu hisseddiğim kirden gurtulmakdı. Bir gendime geleydim, bütün okunmuş suyu harcadığım için çok öfkeliydim, böyle geçirdiğimiz savaş günlerinde ihtiyaç anında gullanabilmek için biraccık olsun saklayamadım.  

Yatak odasına geri döndüm, belki yerdeki ganlı elbiseleri ellerimle tokanmadan toplayabilirim diye ellerime ikişer dane çorap geydim. Çekdiğim bu ızdırabdan biraccık da olsa gurtulunca, düşüncelerim beynimin içinde dönmeye başladı. « Elbiselerin yıkanması için bu acele niye?» Hayvannar çalınmış olsa bile, yüzlercesi çaldı ve yakalanacaklar diye gorgmadılar. Ev çalıntı televizyonlarınan, altınlarınan ve radyolarınan doluydu. Eve cevizden bir kapı bile getirdilerdi ba Türklerden. Elbiselerin yıkanması neden bu kadar acilidi?  Gandan olan mide bulantımla sankim da iç organlarım da garışdı ve aklıma öyle şeyler geldi ki delirdiğimi zanneddim. Kosti doğduğunda, annemin Kosti’yi sardığı bezdeki kanları gördüm, ve bebeğin ağlamalarının bombaların ve tüfeklerin gürültüsünden kaybolduğunu duydum. Kosti’yi doğurduğum an hayatımdaki en güzel andı. Aklıma o an gelir, ama ayni anda Mihail’in anlamı; köyde kalmayışı ve Beşbarmaklar’da savaşmaya gidişi gelir. Uyanık vaziyette kabuslar görüyordum.

Ganlı pantolon ve göyneği başka elbiselerle garıştırmamak ve ayrı yıkamak için bir naylon çantanın içerisine goydum. Çorapları da topladım, botların kirlilerini de alıp diğer gıyafetlerle birlikte başka bir saatte yıkamak için sepetin içerisine goydum. Yerden kirli donu da aldım. Çamaşırları çıkardığım ve kendi başlarına geyinmeyi öğrendikleri günden beri, her zaman yerden topladığım gibi, düşünmeden donu almaya eğildim. Lastiğinden donu galdırdığımda, düğme iliğinin üzerinde gırmızı renkte bir dane leke gördüm.»

Cira Petrulla popaz gözlerini görmesin diye kafasını aşaya eğdi. Onu ağlarken görmesinden utanırıdı. Evine gitmeden önce, gorgmadan ve ağlamadan her şeyi itiraf edebilmesi için bağırına daş basacağına, gendi gendine söz verdi. Bir kere ses tonu gırıldıkdan sonra, daha fazla gendini dutamadı. Önce gözleri agmaya başladı. Bir nefes almak ve boğazındaki acı düğümü yudgunmak için susdu. Ama gözlerinden bir damla yaş agdıgtan sonra, ağlama feryat oldu. Seksen yaşındaki sert kadın beş yaşında hassas bir kız çocuğuna dönüşdü. Hıçkırıklarla ağlayarak gonuşmaya devam etti.   

“İstemeden da olsa, sanki Türkler bana tecavüz edermişcesine bir çığlık addım. Bir nefes aldım ve nasıl yaşanmış olabileceği ile ilgili aklımdan geçen kötülüğe dayanabilmeme yardım etmesi için İsa’ya yalvardım. Çantanın içerisine diğer ganlı kıyafetlerle birlikte ganlı donu da koydum. Çantayı kaptığım gibin koşarak dosdoğru popaza gittim. İnsanların ganıdır diye gorgdum, ve yıkadım genneri ve lağım sularıynan beraber guyunun içine gittiler, evim için kurban edilmişler gibi. Annem bana öğretti ki ekmeği çöpe atmak günahtır, yok bir canlının ganını gömmeden bırakacam ya da atacam. Korkardım ki eğer gömülmemiş gan galırsa, ölen canlıların ruhu geri gelir ve eksik olan parçasını buluncaya gadar evime zarar verir.

« Bekle biraz su getireyim sa da biraz nefes alasın deyze» dedi popaz kendine ve gakdı ve bir bardak sovuk su getirdi. Bir yudum içti ve devam etti.

“Askerlerde tanrının ruhu ve merhameti yoktur. Güneş battı ve köylüler kapıları iki defa pekilediler, çabuk – çabuk, ışık varkana ve karanlık basmadan yemek yemek için. Bombalamalardan ışıkları kapaddılar.

 

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 4220 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar