Çite’de bir su kanalında 53 yıl…
1964’te “kayıp” edilen Halil Ziya Desteban, bugün Mormenekşe’de toprağa veriliyor…
1964’te “kayıp” edilen Halil Ziya Desteban, bugün Mormenekşe’de askeri törenle toprağa verilecek…
Sabah saat 10’da Mormenekşe (Limnya) camisinde kılınacak cenaze namazı ardından “kayıp” Halil Ziya Desteban, Mormenekşe mezarlığında düzenlenecek askeri cenaze töreniyle defnedilecek…
Dün sabah (30 Ekim 2017) Halil Ziya Desteban’ın biricik kızı Nurten Öztürk ve torunları Bedia Balses, Nazime Balses, Gökhan Öztürk, Seçil Öztürk ve Nazime Öztürk’le birlikte Kermiya sınır kapısı yakınında askeri bölgeye açılan demir kapılardan içeriye giriyoruz…
Askeri yetkililer kimliklerimizi kontrol ediyor…
Sonra askeri bir araç eşliğinde Birleşmiş Milletler’in denetimindeki ara bölgeye kadar gidiyoruz. Burada askeri yetkililer bize ara bölgeye geçtiğimize dair bir defteri imzalatıyorlar, yeniden kimlik kontrolü yaparak… Burası Türk askerlerinin denetimindeki bölgenin nihai noktası…
“Kayıp” Halil Ziya Desteban’ın sevgili torunu Bedia Balses’in arabasındayım ben, kız kardeşi Nazime Balses’le birlikte… Desteban’ın torunları laboratuvara gidiş yolunda çok etkileniyorlar… Nazime Balses dün gece hiç uyumadığını, dalıp gittiğini, rüyalar gördüğünü, bugün için çok heyecanlı olduğunu anlatıyor: 53 yıl sonra, hiç görmemiş olduğu dedesini görecek bugün… Hiç tanımadığı dedesini…
Bedia Balses de, Nazime Balses de ara bölgeden çok etkileniyor, aslında onları etkileyen ara bölgeden çok bu yolculuk: Dedelerine doğru bir araba yolculuğu, 53 yıllık mesafeyi aşarken “Sanki rüyada gibiyim” diyor Nazime Balses… Bir rüya gibi bütün bu olanlar: 53 yıl “kayıp” olan dedelerini, hiç görmedikleri dedelerini görebilmek için askeri bölgelerden geçiyorlar, yol alıyorlar geçmişe doğru, bütün hatıralarıyla – babaları Cemal Balses, neredeyse kahrından ölmüş babası “kayıp” edilince… Henüz 43 yaşındaymış, o da geride 12 yaşındaki Bedia’yı öksüz bırakıp bu dünyadan ayrılmış - Bedia’dan üç yaş büyük Nazime ve 7 yaşındaki Hasan da öksüz kalmışlar… Bütün bu kırılgan hayatlar, bir film şeridi gibi gözlerinde – bu yüzden ara bölge bir rüya, bir baş dönmesi, bir alacakaranlık kuşağı gibi çöküyor arabanın içine… Nereye gittiğimizi bilmeden yol alıyoruz sanki, bir sonsuzluğa, sonu olmayan bir boşluğa…
Onca yıldır hakkında yazılar yazdığım, nereye gömüldüğü hakkında bilgi almak için onca uğraş verdiğim “kayıp” Halil Ziya Desteban’ı ben de hiç görmedim – ben de onunla tanışmaya gidiyorum bugün, onu çok seven ailesiyle birlikte…
Türk askeri bölgesinden ara bölgeye – yani Yeşil Hat üzerindeki Birleşmiş Milletler denetimindeki ölü bölgeye geçiyoruz…
Burada bizi Kayıplar Komitesi bilim insanlarından, laboratuvarda analiz yapan iki takımdan birisinin lideri olan İstenç Engin, kendi arabasıyla bekliyor… Onu izliyoruz ve Birleşmiş Milletler kontrol noktasına gidiyoruz… Buradan da geçiyoruz, 1974’te terk edilmiş, pistinde paslanmış bir Cyprus Airways uçağı duran Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nın yanından geçip Kayıplar Komitesi’nin BM ara bölgesindeki laboratuvarına varıyoruz…
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi’nin Asistanı Mine Balman karşılıyor bizi – yanında komitenin psikoloğu Ziliha Uluboy, laboratuvardan bilim insanları Deren Çeker, Gülbanu Gökbulut Zorba ve İstenç Engin var. Laboratuvara ailenin isteğiyle, onlara eşlik etmek üzere geldim… Kazı sürecini bize anlatacak olan arkeolog Elif Nazlı Tangül de burada…
Önce arkeolog Elif Nazlı Tangül 27 Haziran ile 23 Ağustos arasında yürütülen kazı sürecini, son derece profesyonel biçimde ve bir Powerpoint sunuşuyla anlatıyor – fotoğraflar, havadan uydu fotoğrafları ve kendi notlarıyla…
“Kayıp” Halil Ziya Desteban’ın 53 yıl boyunca Çite’de (Kiti) bir su kanalında yattığını öğreniyoruz ayrıntılarıyla… Bu su kanalı herhalde İngiliz sömürge döneminde yapıldığı zaman toprak olmalıydı – 1964’te Çite barajından su taşıyan bu su kanalına beton dökülmüş… Halil Ziya Desteban kanala gömüldükten sonra dökülmüş beton… Onu buraya gömenler belki de buraya beton döküleceğinden haberdardılar, kim bilir?
52 metre uzunluğunda, 3 metre derinliğinde ve bir metre genişliğindeki bu su kanalı artık kullanılmıyor… Su kanalı, beton kırılarak tabaka tabaka kazılmış Kayıplar Komitesi kazı ekibi tarafından… Üzerinde ER1959 yazılı olan ve kanaldan su taşarsa aktarılabilsin diye inşa edilmiş olan taşma savağının civarında, yedibuçuk metre kuzeyinde ve 1 metre 30 santimetre derinlikte, “kayıp” Halil Ziya Desteban’dan geride kalanlara ulaşılmış… Bedeninin yarısı toprak altında, yarısı duvarın altında imiş… Kalıntılara ulaşıldıktan sonra tümüyle elle kazılmış arkeologlar tarafından ve “kayıp” Halil Ziya Desteban’dan geride kalanlar çıkarılmış…
Bu gömü yerinin 60 metre kadar uzağında bir tatlı fabrikası olduğunu öğreniyoruz – ama fabrika çok sonraları yapılmış… “Kayıp” Halil Ziya Desteban’ın kızı Nurten Öztürk, “Oraları o zamanlar hep ovaydı” diyor, “hiçbir şey yoktu…”
Onu buraya gömenler, herhalde burasını kendilerince çok “uygun” buldukları için gömmüşler – Pervolya’da “Muhammed’in Bahçeleri”nde pusuya düşürülüp öldürüldüğünü biliyoruz, orada arabasının yanında çok kan vardı anlatılanlara göre… Sonra geceleyin alel acele “kayıp” Halil Ziya Desteban’ın naaşını saklamak isteyince, birisi gidip sinemada olan bir Kıbrıslırum’u bulmuş, ondan arabasının anahtarlarını istemiş, Desteban’ı oradan yani Pervolya’dan alarak Çite’ye bu su kanalına götürmüşler… Su geçen bir kanal olduğu için bu kanala onu gömmek herhalde “kolay” olmuştur, çünkü yumuşak bir toprak vardı burada… Issız bir yer olması nedeniyle de seçilmiş bu kanal herhalde… Ve belki de yakında buraya beton döküleceğini bilen birileri varmış aralarında – böylece 53 yıl boyunca bu “kayıp” bu kanalın altında gizlenebilmiş… Tüm bunları düşünüyorum, kazının ayrıntılarını dinledikçe… Herhalde onu büyük bir telaşla gömmüşler ki üstünde bulunan parasını, yüzüğünü, çakmağını almamışlar bile...
Arkeolog Nazlı Tangül’den sonra sözü laboratuvarda kalıntılardan biyolojik profil çıkaran İstenç Engin söz alıyor ve kemiklere bakarak bir “kayıp” şahsın cinsiyetini, yaşını, boyunu, geçirmiş olabileceği hastalıkları, kemikleri etkileyen yaralanmaları belirleyebildiklerini anlatıyor. Sonra nereden DNA çıkarılacağını seçip ABD’de DNA analizi yapan laboratuvara gönderiyor… “Kayıp” Halil Ziya Desteban’dan da üç kemik örneği gönderilmiş – biri yedek olmak üzere… Laboratuvardan bu kemik örneklerinin tümünün de aynı kişiye ait olduğu yanıtı gelmiş…
Ardından DNA uzmanı Gülbanu Gökbulut Zorba söz alıyor ve genetik analizi nasıl yaptıklarını anlatıyor…
Ellerinde “kayıp” yakınlarından alınan 8 bin civarında DNA profili bulunduğunu anlatıyor, “Bir insanın DNA profili tektir, bunu bir kişinin barkodu gibi düşünebilirsiniz” diyor, daha iyi anlayabilmemiz için… Bir insanın DNA’sının %50’sinin annesinden, %50’sinin babasından geldiğini anlatıyor.
DNA testleriyle “kayıp” şahsın DNA profilinin, bu 8 bin kişilik “kayıp” yakınlarının DNA profilleriyle karşılaştırıldığını ve DNA aracılığıyla böylece kimlik belirlendiğini anlatıyor. “Ancak pozitif kimliklendirme için en sonunda tüm birimler bir araya gelir ve inceleme yapar” diyor.
Sonra yan odada bulunan “kayıp” Halil Ziya Desteban’dan geride kalanları görmek isteyip istemedikleri soruluyor aileye… Eğer kalıntıları görmek istemeyenler varsa, bu odada kalabilecekleri izah ediliyor.
Herkes ikinci odaya girmek istiyor ve hep birlikte odaya giriyoruz…
Beyaz bir çarşaf üzerine “kayıp” Halil Ziya Desteban’dan geride kalanlar bir iskelet şeklinde dizilmiş…
Kızı Nurten ağlamaya başlıyor, babasının kol kemiğini, bacak kemiğini okşuyor eliyle ve “Babacığım” diyor…
Babası “kayıp” edildiğinde henüz 12 yaşında bir kız çocuğuydu Nurten Öztürk… Babası 53 yaşında “kayıp” edilmişti… Nurten Öztürk şimdi 65 yaşında… 65 yaşındaki bu acılı kadın şimdi 53 yaşında öldürülen babasını defnetmeye hazırlanıyor… Ağlıyor, “kayıp” Halil Ziya Desteban’ın başında… Torunları da ağlıyor, çok duygusal anlar yaşanıyor…
Sonra, kalıntıların analizini yapan arkeolog/antropolog Deren Çeker, aileye bilgi veriyor…
53 yıl boyunca bir su kanalında yatan “kayıp” Halil Ziya Desteban, bir bütün olarak bulunmuş – kemiklerinde hiçbir eksik yok gibi görünüyor… Deren Çeker, yaşlanma nedeniyle kemiklerde kireçlenmeler olduğunu anlatıyor… Ufalanmış bazı çok minik kemik parçacıklarının arasında, minicik deniz kabucukları var – sularla yatmış, sularla kalmış, deniz kabucukları eşlik etmiş ona…
Üstüne beton dökülen bir su kanalında kaldığı için kemikleri korunmuş: En korkunç trajediden bile bazen bir tür “iyilik” çıkar… Eğer bir tarlaya gömülmüş olsaydı, o tarla ekilip biçilseydi belki de ondan geride kalanlar zayolup gidecekti… Kanala beton dökenler, onun olduğu gibi korunmasına yol açmışlar… O kadar iyi gizlemişler ki onu, 53 yıl hiçbir kemiği kaybolup gitmeden korunmuş… Hayatı kaybolup gitmiş olsa da…
“Kayıp” Halil Ziya Desteban’ın en az üç kurşunla vurulduğunu anlıyoruz: Kaburgalarından ve sağ omzundan vurulmuş… En sonunda da başından… Kafatasındaki kurşun izini başka “kayıp”larda da gördüm – 22’lik bir tabancadan çıkan bir kurşun deliğine benziyor bu…
Herhalde onu önce karnından veya omzundan vurmuşlar… İlk kurşun omzuna, sonra karnına isabet etmiş – onu yere düşürünce öldüğünden emin olmak için tek bir kurşun da kafasına sıkmışlar bu masum, emekçi insanın… Hiçbir suçu olmayan, masum bir insan böyle öldürülmüş…
“Kayıp” Halil Ziya Desteban’ı buldukları zaman parmağında hala yüzüğü duruyormuş… Sağ elinin dördüncü parmağında…
Cebindeki bozukluk paraları, sigara tabakası, Zippo çakmağı, tespihi… Tespih tanelerini görüyoruz: Tüm bunlar beyaz örtüler serilmiş bir başka masada sergileniyor… “Kayıp” Halil Ziya Desteban’ın üstünden çıkarılmış olanlar…
“Babam gece sigaralarını ortadan keser ve sigara kutusunun içine dizerdi” diyor Nurten Hanım, “Bir sigaranın hepsini içtiğinde başının döndüğünü söylerdi, onun için sigaralarını yarım yarım içerdi” diye anlatıyor…
Bir de sigara ağızlığına bezer metal bir parça duruyor masada… O da üstünden çıkmış…
O dönemler çakmakların benzinle çalıştığını hatırlıyorum – masada bir de küçük plastik tüp var – ilk günkü gibi duruyor, kapacığıyla birlikte… Bu da herhalde çakmağın yedek benzin tüpçüğüydü diye düşünüyorum…
Gömleğinin düğmeleri serilmiş masaya, ayakkabılarının topukları kalmış geride… Giysileri herhalde pamukluymuş ki eriyip gitmiş, geride pamuklanmış birkaç topak kalmış… Erimiş kağıt paralar da var...
Kemerinin tokası da duruyor…
Bir de madalyon var ki üstünde ne yazdığını okumak mümkün değil: Taşlamış…
“Babamın saatı da vardı kolunda” diyor Nurten Hanım… Ama burada saat yok… Saat kolanlarının iç içe geçtiği tokacıklara benzer taşlamış toka benzeri bir şey var ama saat yok…
Yüzüğü kırmızı altın gibi, pırıl pırıl… Nazime parmağına takıyor bu yüzüğü, dedesinin nişan yüzüğünü… Tam oluyor… “Çok tuhaf bir duygu bu” diyor…
Bir başka masadan Halil Ziya Desteban’ın vesikalık fotoğrafı büyütülmüş, çerçeve içinde bize bakıyor… Yanı başında bir vazoda beyaz çiçekler…
Kayıplar Komitesi’nde “kayıp” yakınlarına yanıtlar verebilmek için canla başla çalışan bu ekibe veda ediyoruz… Onlara teşekkür ediyoruz hepimiz…
Ve geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz – sanki biraz daha iyiyiz dönüş yolunda, biraz daha hafiflemiş, biraz daha huzurlu…
Bir tür “rahatlama” hissediyoruz – veda sürecine girdik, bugün onu toprağa vereceğiz…
Bugün Mormenekşe’de ailesi vedalaşacak onunla…
Hayatta kalan evlatları ve onların evlatları ve de onların çocukları artık onun bir su kanalında değil, Mormenekşe mezarlığında yattığını bilecek, bir kabri olacak, üstünde adı yazacak… İstedikleri zaman gidebilecekleri bir yeri…
Bugün ona “Hoşça kal Desteban” diyeceğiz… “Rahat uyu… Seni çok ama çok seven bir ailen var geride, seni hatırlayan, seni herkese anlatan, hakkında yazılar yazan torunların… Oğlunun senin için yazdığı şiirleri dünyaya duyuran torunların…”
Ve biz de bir iç huzur duyacağız: “Kayıp” Halil Ziya Desteban’ın ailesine yardım edebilmiş olmanın huzurunu…
Bu konuda bana yardımcı olan tüm Kıbrıslırum okurlarıma, dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum ayrıca…
Onlar olmasaydı, “kayıp” Halil Ziya Desteban’ın başına neler gelmiş olduğu daha az bilinecekti… Bu yüzden sonsuz teşekkürler…
Kayıplar Komitesi yetkililerine de bu kazıyı başarıyla yürüttükleri için teşekkür ederiz…
Işıklar içinde uyu sevgili Halil Ziya Desteban…