CİTTUM, CEZDUM, CELDUM…
Ve işte gözümüzün alabildiği kadar yeşil, çağlayan şelaleler, dereler, çeşit çeşit kuşların kanat çırpmasıyla Karadeniz…
Uğruna nice şarkıların yazıldığı, aşıkların, nefretle sevgi ile yazdığı türkülerin her yerde tınladığı, ‘Sikinti yok̵
Cittum, Cezdum, Celdum…
-----------------------------
“Sevgili Turist
Tepmek, toynaklı hayvanlara mahsustur. Horon tepilmez, vurulur.
Yemesini bilen söylemesini de bilmeli ‘Mıhlama’ değil ‘Muhlama’.
Yöre insanı İstanbul Türkçesi’ni çok iyi anlar. ‘Uyy’ ile başlayıp, ‘Daa’ ile biten sevimsiz şive taklidi yapmayın.’
-----------------------------
Ve işte gözümüzün alabildiği kadar yeşil, çağlayan şelaleler, dereler, çeşit çeşit kuşların kanat çırpmasıyla Karadeniz…
Uğruna nice şarkıların yazıldığı, aşıkların, nefretle sevgi ile yazdığı türkülerin her yerde tınladığı, ‘Sikinti yok’ lafını her yerde işiterek…
Bu yıl sıkıcı Kıbrıs gündemini arkamızda bırakıp, kendimizi Karadeniz’in en güzel yaylalarına attık.
Bir haftalık Doğu Karedeniz gezimiz için Bukla Tur’u tercih ettik ve Kaçkar Dağı Milli Park Sınırları içerisinde Ayder Yaylası’nda doğayla bütünleşmiş bir dağ evine attık kendimizi, Oberj’e…
SÜMELA MANASTIRI VE HİKAYELERİ…
7 Ağustos Pazar günü Bukla Tur’un 9 yıllık rehberi Alp Demirkaya karşılıyor bizi, Trabzon Havaalanı’ndan… Güler yüzlü, esprili tam bir Laz, ‘Burnumdan da belli oluyor’ diyor.
Bukla’nın aracına bindiğimizde 12 arkadaş ile kısa bir adaptasyon sürecinin ardından, rota Sümela Manastırı olarak belirleniyor.
Hafif sis çökerken ve çiselerken yağmur, yaklaşık bir saatlik tırmanış sonrası varıyoruz Manastır’a… Birçok kısmı uzun yıllardır süren restorasyon nedeniyle kapalı…
O yüzden tek bir katını geziyoruz. Rehberimiz Alp, engin bilgisi ile Manastır’ın geçmişini anlatıyor, duvarlara yapılan freskler hakkında inanılmaz bilgiler veriyor.
Manastır’a daha da sis çökerken, rotamızı büyüleyici otelimiz olan Oberj’e çeviriyoruz.
Yaklaşık 2 saat süren araba yolculuğu sonrası Kaçkar Dağları Milli Park sınırı içerisinde olan Ayder Yaylası’ndaki Oberj Otel’e varıyoruz.
KURALLARI GÜLMEKTEN KIRDIRAN OTEL…
Oberj (Dağ Evi) Otel 1200 metreye konumlanmış giriş katı beton diğer katları ahşaptan olan insanın kendini evinde hissettiği küçük bir yayla oteli…
Otel’e girişte esprili bir yazı sizi karşılıyor ve tur boyunca yazılanlara dikkat etmek zorunda kalıyorsunuz:
“Sevgili Turist
Tepmek, toynaklı hayvanlara mahsustur. Horon tepilmez, vurulur.
Yemesini bilen söylemesini de bilmeli ‘Mıhlama’ değil ‘Muhlama’.
Yöre insanı İstanbul Türkçesi’ni çok iyi anlar. ‘Uyy’ ile başlayıp, ‘Daa’ ile biten sevimsiz şive taklidi yapmayın.’
Bu yazının ardından Otel’e girişte çalışanlar sıcakkanlı halleri ile karşılıyor sizi kapıda ve dankkkkkk yeni bir yazı. Hem okuyor, hem de kahkahalar ile kasılana kadar gülüyoruz.
Kurallar, Otel’e özgü…
Mesela Otel’e ayakkabı ile giriyorsunuz, ancak odalara ayakkabı ile çıkmak yasak!..
Öyle her gün temizlik, çarşaf değişikliği gibi istemlerine de acayip gıcık oluyorlar…
Her saat sıcak su yok!.. Zaten gün boyu yayla yayla gezdiğiniz için ihtiyacınız da olmuyor.
Çayınızı kendiniz alıyorsanız beleş, garsondan isterseniz ücretli…
FIRTINA DERESİ’NDE ÖZGÜRCE DALMAK…
Sabah muhteşem bir doğa manzarasına karşı açıyorsunuz gözlerinizi… Hafif güneş ışıkları pencereden odaya süzülürken, perdenin arkasında cennetten bir parça sanki…
Karşınızda orman ve çağlayan bir şelale… Hemen önünüzdeki otlakta bir köy kadını 1 inek 2 yavrusunu otlatıyor.
İşte huzur diyor insan…
Güzel bir köy kahvaltısı sonrası vuruyoruz kendimizi dağlara, derelere… İlk önce tarihi köprülere kısa bir ziyaret sonrası İpek Yolu üzerinde bulunan Zil Kalesi’ne, ardından Kaçkar Dağları Milli Parkı içindeki doğal güzelliklerden Palovit Şelalesi’ne varıyoruz. Yaklaşık 15 metre yükseklikten akan Şelalenin seyrine doyum olmuyor.
Öğle yemeği için Ortan Köyü’ne gidiliyor. Karadeniz insanın esprili hali yollardaki levhalara da yansıyor.
Karadeniz’e gidip de azgın sularda rafting yapmamak olmazdı. Hele benim gibi ilk kez yapanlar için unutulmaz bir deneyimdi. Fırtına Vadisi içerisinde akan derede yaptığımız rafting çığlık çığlığa ve özgürce sulara kendini bırakıp gitmekten öteye muhteşem bir duyguydu.
2 BİN 300 METREYE TIRMANIŞ…
Bir sonraki gün bu kez ekibimize yılların rehberi ‘Dağların Reisi’ Muhammet Özçırak da dahil oluyor, saçtığı enerji ile gezimizin keyfine doyum olmuyor.
Yaklaşık 1 saat uçurumlu yolları araba ile aştıktan sonra varıyoruz Avusor Yaylası’na. Kışın hayatın duruğu yaylada, yazları şenleniyor. Kentten yaylaya akın oluyor.
Kısa bir ihtiyaç molasından sonra hedefimiz olan 2 bin 300 metre yüksekliğindeki Büyük Göl için yolları, tepeleri, dağları aşındırıyoruz.
Güneşe yaklaştık sonra tenimizde yanıklar oluşurken ve buram buram terlerken, yaklaşık 2 saat sonra muhteşem manzarası ile 6 derece ısısı olan Büyük Göle ulaşıyoruz.
İçimizden cesareti olan arkadaşlar kendini 6 derecelik gölün suyuna atıyor, bizim içimiz titriyor…
Göl keyfi sonrası 2 saatlik dönüş yoluna geçiyoruz. Ve Avusor Yaylası’nda, bir yayla evinde öğle yemeğimizi alıyoruz. Menüde ısırgan otu çorbası, fırından yeni çıkmış mısır ekmeği, muhlama ve köy yoğurdu… Ve yemek sonrası demli çayı güneşe karşı yudumluyoruz.
‘ÖMÜR BİTER BU YOL BİTMEZ…’
Üçüncü gün zor mu zor bir parkur için yollardayız. Bölgenin en büyük yaylası olarak adlandıran Kavrun Yaylası’ndan ‘Büyük Deniz Gölü’ için tırmanışa geçeceğiz.
Yayla’da yudumlanan çayların ardından yollara düşüyoruz. Rehberimiz Alp, iki parkur zor diğerleri kolay derken, ilk parkurdan nefes nefese kalıyoruz.
“Ömür biter bu yol bitmez” söylenmelerimizle ve zaman zaman bize eşlik eden ineklerin arasında 3 saat yürüyüşün ardından varıyoruz Büyük Deniz Gölü’ne…
Dağdan akan şelalenin hemen yanında Kaçkar Dağları’na nazır işte karşımızda… Açlıktan midelerimiz kıvranırken, sırt çantalarımızda bulunan yarım ekmek sandüviç, çikolata ve meyve bir çırpıda midemize iniyor.
Yorgunluğun ve yemeğin rehaveti ile atıyoruz kendimizi çimlere… Bir yanda bulutların doyumsuz dansını incelerken, bir yanda dağın gölde oluşturduğu gölgede, gözlerimiz bir süreliğine kapanıyor.
Dönüş yolunu düşündükçe ‘of’lansak da 3 saatlik yürüyüş ve araba yolculuğu sonrası otele varıyoruz.
HUSER’DE BULUTLARA DOKUNMAK…
Muhteşemdi, harikaydı… Bundan büyük güzellik olmazdı. Uzatsam tutacak gibiydim adeta… Hüser Yaylası’nda 2 bin 800 metre yükseklikte, bulutların üzerindeyiz. Tepeleri aşındırdıktan sonra buluşuyoruz doyumsuz manzarayla…
Ardı ardına fotoğraf makinelerinin deklanşörlerine basılırken, bu anı ölümsüzleştiriyoruz.
Ve ey özgürlük diyerek, bulutları altımıza alarak adeta uçuyoruz…
İÇERİDE TULUM VE POKUT’TA SİS VARDI…
Son gün Pokut Yaylası için yollara düşüyoruz. Arkası açık arazi aracı ile 2 saati aşkın bir yolculukla tırmanıyoruz. Bir taraf uçurum diğer taraf alabildiğine yeşil, çeşit çeşit ağaçlar ve pişmeyi bekleyen böğürtlenler… Zaman zaman yağmur çiselerken, kimi yerlerde sisten göz gözü görmüyor.
Zorlu araç yolculuğu sonrası kısa bir yürüyüşle, sisle kaplı Pokut Yaylası’na varıyoruz.
Öğle yemeği için seçilen yer ahşaptan, Demircioğlu Otel… Kısa bir süre öncesine kadar depo olarak kullanılan alan otele dönüştürülmüş. Bir aile işletmesi… Ve öğle yemeği bir ziyafete dönüşüyor adeta… İlk kez bu kadar lezzetli yemek yemenin keyfine varıyoruz. Ardında tulum çalınıyor ve horon zamanı diyerek, vuruyoruz dakikalarca horon… Kimi zaman acemilikten ayaklar birbirine karışsa da coşuyoruz. Akşam horon coşkusu otele taşıyor, sabahlara kadar dans ediliyor.
Ertesi gün yorgunlukla düşülüyor yollara, çağlayan şelaleleri, dereleri arkamızda bırakarak ve bulutlara asarak özgürlüğü…
NE YENİLİR?
- Tartışmasız ‘Mısır Ekmeği’ hele de fırından yeni çıkmışsa…
- Ve mis gibi kokan köy ekmeği…
- Bir öğle vakti dere kenarında Akçabat Köfte ya da tereyağlı Alabalık…
- Kara lahana sarması…
- Muhlama (Bol tereyağda eritilmiş peynir)
- Kaygana
NEYE HAYRAN KALDIK?
- Yürüyüşler boyunca bize eşlik eden böğürtlenlere…
- Her yandan gürül gürül akan derelere, şelalelere…
- Bulutların üzerindeki özgürlüğe…
- Sislerin dağları, ağaçları sarıp sarmalamasına…
- Her an değişen havasına…
- Lıkır lıkır akan suları tatmaya…
- Fırtına Vadisi’nde rafting yapmaya…
- Rehberimiz Alp’in bizi kahkalara boğan fıkralarına…
-Tüm bunlara hayran kalmak için www.bukla.com’u ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum.
ŞAŞIRDIK, KALDIK…
Biz Karadeniz Türküleri denildiğinde aklımıza Kazım Koyuncu’nun muhteşem şarkıları geliyordu. Ancak Koyuncu kadar, keşfedilmemiş nice sesler var. Amaaa şu Karadeniz gezisinde şaşırıp kaldığımız, neredeyse dinlediğimiz tüm türkülerde, sevgiliye bedduanın oluşu…
ŞARAP VE SİS İNDİ DAĞLARA…
Oberj Otel, genç, dinamik, her an canlı… Sabah boşalan otel, geceleri, grupların yürüyüşlerden dönmesiyle şenleniyor.
Günboyu çekilen fotoğraflar birlikte izlenirken, yorumların ardından kahkahalar kopuveriyor. Uykuya yenilmemişse göz kapaklarınız, seyre dalıyorsunuz, sis inmiş yaylayı bir bardak şarap eşliğinde…
KADDAFİ’NİN AŞÇISINDAN YEMEK YEMEK
Otel’in yemeklerine gelince; sabahları Ayder’den çıkan bal, tereyağ, kızarmış ekmek, yumurta, sayısız lezzetli peynir çeşidi ile tam bir ziyafet…
Gece ise Kaddafi’nin uzun yıllar aşçılığını yapan Zeki Usta’nın yaptığı lezzetli yemekleri tadıyoruz. Çorbalarının, mezelerinin ve birbirinden özel ana yemeklerin tadına doyum olmuyor.
ATEŞLİ ÇİFTLERE UYARI!..
Oberj Otel, romantizm yaşamak için ideal denilebilir fakat otelin ahşap oluşu nedeniyle Otel yönetimi bir takım kurallar yanında, ateşli çiftlere de uyarı yapma ihtiyacı hissetmiş. İşte Oberj Otel’in birçok gazeteye, dergiye konu olmuş, dillere destan kuralları:
- Burası şahsıma münhasır bir oteldir. Kurallara burun kıvıranın burnuna parmak sokarız.
- Hijyen ve gürültü açısından ahşap katlarda terlik ve ayakkabı ile dolaşılmaz. Parmak ucu ile dolaşmıyorsanız takunya ile hamamda terletiriz.
- Ahşap katlarda ses izolasyonu yoktur. ’Ohh’ derseniz yan odada duyulur. Ateşli çiftlere önemle duyurulur.
- Horon ve türkü ile gürültü yapmak serbest, kuru gürültü yapmak yasaktır.
- Yaylamızda kanalizasyon yoktur, klozete ilginç şeyler atmayınız, tıkanıp taşarsa rezil olursunuz.
- Tesis içerisinde sigara içmek ve odalarda mangal yapmak yasaktır. Aksi davrananı yangın tüpü ile tartaklarız.
- Sıcak su saat 16.00’dan sonra verilir. Çok acilse tencerede ısıtırız, maşrapa ile dökeriz.
- Sıcak su gelmiyorsa diğer tarafa çevirmeyi deneyin, sonra köpüklü saçlarla ’Nerde bu yönetici’ diye lobiye inmeyin.
- Sanki evinde her gün çarşaf değiştiriyormuş gibi her gün çarşaf değişimi isteyenlere ekonomik deği,l ekolojik nedenlerden dolayı gıcık oluruz.
-Bir şey lazım olduğunda babanızın mutfağı gibi mutfağa dalmayın. Garson var ona söyleyin. Sonra aşçıdan azar işitince iştahınız kaçmasın.
- Kırk yılda bir yaylaya geliyorsunuz, onda da cimrilik yapmayın. İstanbul’da biraya 10 lira veriyorsunuz da bize ’Niye 3 liraya satmıyorsunuz?’ diye ahkam kesmeyin.
- Dışarıdan içki getirenlere neler yaptığımızı tahmin bile edemezsiniz.
- Kurallar gerçek, yazım dili esprilidir.
VAR MI BÖYLE BİR REHBER…
Cin cin bakıyor, herkesi kendine hayran bırakıyor. Bir insan ancak onun kadar güler yüzlü, işine bu kadar bağımlı olabilir. Kim mi bu? Tabii ki bir hafta boyunca tüm ahlarımızı, vahlarımızı, söylenmelerimizi, bir de sürekli acayip güzel fotoğraflarımızı çeken Alp Demirkaya…
Oberj’in kendine özgü tanımıyla nasıl biri Alp Demirkaya:
“07.08.1980 Berlin doğumlu ama o da safkan Laz. Memleketi Hopa... 2003 yılından beri Bukla'da Karadeniz turlarında doğa rehberliği yapmakta. İyi derecede İngilizce, Almanca ve Lazca biliyor. Diğer dillerden de biraz var. Prof.Turist Rehberliği Kokartına ve Doğu Karadeniz insanının sahip olması gereken bütün özelliklere sahip:) Çok iyi video klip çeker. Herkese kendini sevdirir. Daha iyi bi yayla rehberi olamayacağına dair kalıbımızı basarız. İşini bu kadar severek yapan biri göremezsiniz. Orman ağlar...”
DAĞLARIN REİSİ O…
Biz nefes nefese kalmışken o kollarını açıyor, bulutlara doğru bir kuş misali kanat çırparak uçuyor.
O bizim tur rehberimiz değildi ama biz onu o bizi çok sevince ikinci rehber olarak bizimle Karadeniz’in yaylalarını gezdi, bizi de bulutlardan uçurdu.
Muhammed Önçırak, yani zat-ı muhterem Reis, hiç bitmeyen enerjisi ile kah dağlarda koştu, kah kemençe çaldı, kah horon vurdu.