Çizimlerde ve resimlerde eski Kıbrıs’tan izlenimler…
Rita Severis’in sahibi olduğu Lefkoşa’nın güneyindeki CVAR Severis Müzesi’nde eski Kıbrıs’tan çizimler ve resimler sergileniyor… Gerek Kıbrıslı ressamların, gerekse Kıbrıs’tan gelip geçmiş ressamların eserleri de bu müzede yer buluyor ve Kıbrıs’a dair bu çizimler ve resimler sergileniyor, bunlar hakkında bilgiler paylaşılıyor. CVAR Severis’in bloğundan biz de bu konuda birkaç resmi sayfamıza aldık ve bu resimler hakkında “Sneak Peek” yani “Gizlice bir Bakış” başlığı altında bu resimlerle ilgili yazılmış olanları da okurlarımız için Türkçeleştirdik…
MEHMET NECATİ VE DEVECİLER HANI…
Mehmet Necati, hukuk okumuş, profesyonel bir resim eğitimi almamış. CVAR Severis’in bloğunda yazılanlara göre, pek çok natürmort resim çizmiş ve Kıbrıslıtürk bir amatör ressam olarak bazı sergilre katılmış.
Selimiye Camisi’nin yani Ayasofya’nın yanındaki Deveciler Hanı’nı çizdiği bir resimi CVAR Severis, “Ender bir görünüm” olarak tanımlıyor. “Develer için bir merkez olan bu bölge, 1950’lerde hana dönüştürülmüş” deniliyor blogda… Blogda ayrıca, “Resimdeki figürlerin gerek Avrupalı, gerekse yerli halkın giydiği giysilerle resmedilmiş olması, modernliğin geleneksel Kıbrıs toplumuna girmekte olduğuna işaret ediyor olması ilginçtir” deniliyor. Yazıda devamle şöyle deniliyor: “Manzara dolaşmaya çıkmış olanlardan tutun da emek gerektiren iş yapmakta olanlardan oluşan çeşitli insani aktiviteleri yansıtıyor. Hayvanlar, insanlar, çocuklar ve arabalar, büyük çeşitlilik içeren bu resmi etkileyici kılıyor. Sanatçı, minarelerin üsüne asılmış Türk bayrakları aracılığıyla Türk öğesini vurguluyor. Bunun da ötesinde, han, İslam geleneksel kent mimarisi tarzında yapılmıştır. Tabloya göre mevsim kış olmalı çinkü resimdeki ağacın yaprak dökmüş vaziyetteki dalları çıplak biçimde uzanmış… Bu resimdeki meydandaki hareket, 1950’li yılların ortalarından itibaren değişmeye başlayan oryantal yaşam tarzının tipik hallerine meydan okuyor gibi duruyor… Ressam özellikle de Kıbrıs’ın ışığını yansıtan gökyüzünün renginde cesur renkler kullanarak gerçekçi bir tablo yaratmış…”
(Tablo, Mehmet Necati’nin “Ayasofya arkasındaki Deveciler Hanı” başlığıyla yağlıboya tablosu, 60 cm x 70 cm, 1940.)
İSMET VEHİT GÜNEY VE “MESARYA’DA KADINLAR…”
CVAR Severis’in bloğunda, İsmet Vehit Güney’in “Mesarya’da kadınlar” tablosuyla ve kendisiyle ilgili olarak şöyle deniliyor:
“İsmet Vehit Güney, Kıbrıslı bir karikatür sanatçısı, öğretmen ve ressamdı, Kıbrıs bayrağını dizayn ederek ödül kazanmıştı.
İsmet Vehit Güney’in yağlıboya tablosu, iki Kıbrıslıtürk kadını, Mesarya tarlalarında çalışırken gösteriyor… Toprağın kırmızı rengine bakılacak olursa, bu tarla, Mağusa’ya yakın bir yerde olmalı…
Beyaz başörtüsü ve bunun bağlanma şekli, (o dönemin) Kıbrıslıtürk kadınlarının giyimine uygundur… Resimde, Kıbrıs’ın hasat zamanının güçlü renkleri kullanılmış… Mevsim yaz olduğu halde, kadınlar tümüyle uzun kollu giysiler giymişler, yakıcı güneşten kendilerini koruyabilmek maksadıyla…”)
(Tablo, İsmet Güney’in “Mesarya’da kadınlar” başlığını taşıyor, ahşap üzerine yağlıboya, 1950.)
KAKOPETRİYA’DA PAMUK EĞİREN KADIN…
Barrows Reginald Rudyerd’in 1888 tarihli suluboya tablosu, Kakopetriya köyünde pamuk eğiren bir kadını gösteriyor. Tabloyla ilgili olarak CVAR Severis bloğunda şöyle deniliyor:
“Tepeden tırnağa beyazlar giymiş bir Kıbrıslıtürk kadın, Trodoslar’da, Kakopetriya köyünde, korunaklı bir alanda pamuk eğiriyor. İnsanın gözü ister istemez evlerin çatılarına ilişiyor, o günlerde evlerin çatıları, kat kat çamur ve samandan yapılmaktaydı…
Zaman geçtikçe, Kakopetriya köyü zenginleşti çünkü bir meyva merkeziydi ve yaz aylarında insanların gidip kaldığı bir yerdi… Evlerin çatıları kiremitlerle iyileştirildi, böylece kış aylarında kar yağdığında, daha korunaklı olabiliyorlardı…
Kıbrıs, pamuk, keten ve ipek üretiminde meşhurdu, bu da ağırlıkla kadınların yaptığı bir işti… Pamuk evde eğiriliyordu, resimde de görülen “çıkırık” ve “iğ” denilen ahşap aletler aracılığıyla yapıyorlardı bunu…
Ressam bu resimde uzun bir manzarayı hedeflemiş, soldaki tahta merdiven, kadının sağda uzanan koluyla bir kontrast yaratmış…”
(Tablo, Barrows Reginald Rudyerd, Pamuk eğiren kadın, Kakopetriya adını taşıyor, suluboya, 14 cm x 10 cm, 1888).
H. SPERLING’DEN “KARPAZ KÖYLÜSÜ…”
H. Sperling’in 1880’de çizdiği bu resim, bir Karpaz köylüsünü gösteriyor. CVAR Severis’in bloğunda bu konuda şöyle deniliyor:
“Sulubaya bu resim, Britanya idaresinin ilk yıllarında adanın doğusunda genç bir köylüyü yansıtıyor.
Giysileri tipik Kıbrıs giysileri o günlerde: Siyah bir dizlik, yüksek, deri çizmeler, yakasız bir beyaz gömlek ile çizgili bir cepken giyiyor, çobanların taşıdığı bir dağarcık var sırtında. Dağarcık, koyun derisinden yapılıyor ve boncuklarla süsleniyordu, çobanın sade yiyeceklerini ve suyunu taşımak için kullanılmaktaydı çobanlar tarafından.
Genç adam bir de fes takıyor, Osmanlı döneminin kırmızı fesini adanın Rumları, 20nci yüzyılın ilk yıllarına kadar takmaya devam etmişlerdi…”
(Tablo, H. Sperlin’in Karpaz Köylüsü adını taşıyan suluboya tablosu, 41 x 23 cm, 1880).
*** BASINDAN GÜNCEL…
“Tatavla’nın Ara’sı…”
Grand KORÇİ/Gazete Duvar
(Deniz gider kum kalır, insan göçer hatıralar kalır… Ermeni Atasözü)…
Dedemin muhacirliği, bir at arabasının arkasına koyulan su küpünün içinde saklanarak başlamış. Küçücük bir çocukken, 93 Harbi adı verilen tufanın tam ortasında Trakya topraklarına kadar savrulmuş. Kulağıma çalınan yüzlerce benzer hikayeyle büyümüş bir çocuk olarak, göçmenlik olgusuna aşinaydım aşina olmasına ama bizden başkalarının da göçmek zorunda kaldıklarını fark ettiğimde başlamıştı, bu memlekete dair ilk sorgulamalarım…
Yengemin Pomak olmasının ne anlama geldiğini sormadan bir çocukluk geçirdim. Çingenelerin hep hayatımızın içinde olduğunu ama eşit olmadığımızı sezerdim çocuk aklımla. İstanbul’un bir göçmen semtinde büyürken, spor kulübümüzün neden eski bir Rum kilisesi olduğunu anlamaya çalıştım kendimce. Dedemi görmeye gittiğimiz köydeki bağların neden Rumlardan kaldığını merak ettim. Kabataş’taki yatılılık maceram sağ olsun, Kürtlerin hikayesini öğretti bana. Yaz tatillerinde top koşturduğumuz Davut ve Berk’in, aslında David ve Berç olduklarını bir dönemki ASALA gündeminin ardından öğrendim. Apar topar yurt dışına gönderildiler ve bir daha top oynayamadık. Ortaköy sırtlarındaki Yahudi yerleşimini görünce, sahildeki Sinagog anlam kazandı gözümde. Üniversitede yoldaşlık yaptığım Arap arkadaşlarım sayesinde bu toprakların başka boyutlarını kavrayabildim. Arnavut arkadaşlarımın o kadar da inatçı olmadıklarını fark ettiğimde artık kazık kadar adamdım.
“DRAMLARI HAFİFLETEN ŞEY YEMEK…”
Çoğunun altında yatan dram sayesinde yaşadığım bu etkileşimleri, hafifleten şeylerin başında yemek geliyor sanırım. Boşnakların mantısını, Kürtlerin böreğini, Ermenilerin yaprak sarmasını, Arapların pita ekmeğini hiçbir çaba göstermeden öğrendim ben. Yemeğin asla sadece yemek olmadığını ve dünyanın en politik unsurlarından birisi olduğunu öğrendiğimdeyse, cebimde söyleyecek iki satır lafımın olduğu yıllara varmıştım artık. O yıllarda da yolum Tarlabaşı, Beyoğlu, Cihangir ve Kurtuluş’a çokça düştü. Bakmayın yolum düştü dediğime bir hayat geçirdim buralarda. Büyük Tatavla yangınını okuduğumdan beri Kurtuluş demek gelmedi içimden, zamanın güzel semtine.
“MEYHANE-İ-ARA…”
Meyhane-i Ara’da bir akşam geçirmek üzere yolumu Tatavla’ya düşürünce aklıma geldi yukarıda yazdıklarım. Meyhane-i Ara yani Ara’nın meyhanesi, örneği giderek azalan ve son dönemlerde sıklıkla güzellemesi yapılan bir Barba meyhanesi. Bunu hem adıyla belli ediyor hem de ocağın önündeki masada elde puro, misafirlere göz gezdiren barbası Ara ile.
Peşinen söyleyeyim Meyhane-i Ara herkese göre bir meyhane değil. Olduğu gibi bir meyhane. Mezesiyle, ortamıyla, barbasıyla, alışık olmayan ya da bu tür ortamları sevmeyenlere eminim ki başka gözükecektir. Lakin kağıt üzerindeki eskiye dair güzellemelerin bünyenizde nasıl bir etki yarattığını görmek isterseniz gönül rahatlığıyla gidebilirseniz. Benim bünye bu tarz endişeler barındırmadığı için, doğal ortamımdan bildirdiğim bir yazı olacak aşağıda okuyacaklarınız.
MEZELER…
Bir meyhanede meze, rakı, sohbet yeter de artar diyenlerdenseniz Meyhane-i Ara tam size göre. Gözünüz kapalı her mezeyi çekinmeden söyleyebilirsiniz. Biz masamızı topik, beyin, Avusturya salatası, sarma, tarama ve peynir ile donatarak başladık geceye. Hangisini övsem diğerinin hatırının kalacağı lezzetlerdi hepsi de. Bir tek tarama için tam not vermedim lakin ben iflah olmaz bir tarama sevmezim. Neticede sağlıklı değerlendirme yapamam bu meze hakkında.
Reçel gibi tatlı topik benzeri şeyler yemekten sıkıldıysanız, Meyhane-i Ara’ya mutlaka ama mutlaka uğramalı ve bir Ermeni’nin elinden çıkan topiği tatmalısınız. Bugüne dek taramayı sevemedim ama güzel yapılmış bir beyin salatasının meftunuyumdur. Ara’da yediğim beyin, açık ara son yıllarda yediğim en lezzetliler arasında yerini aldı. İnek, keçi karışımı olduğunu söyledikleri ancak yağı ve kıvamı itibariyle koyun sütünün de bulunduğunu düşündüğüm peynir de gecenin favorisi oldu. Patates, yeşil elma ağırlıklı Avusturya salatası da mutlaka denemeniz gereken lezzetler arasında. Sarmanın çok az hamur olması dışında olumsuz notumun olmadığı meze başlığındaki puanım 9,4 olarak belirlendi.
İÇKİ ÇEŞİDİ…
Meyhane-i Ara kendi müdavimini yaratmış mekanlardan ve içki paletini öne çıkarmaya gerek duymamış. Orta segment rakı açısından aradığınızı bulabileceğiniz; şarap, bira, likör vd. içkiler açısından bir beklentiyle gitmemenizi salık vereceğim bir yer ki mekanın ruhuyla da uyumlu bir hal bu.
ANA YEMEKLER…
Yemeklerin tazeliği, özgünlüğü, lezzeti, malzeme ve yağ kalitesi gibi dokuz kriter üzerinden değerlendirilen bu bölümde, Meyhane-i Ara’nın puanı 9,4 oluyor. Mezelerde olduğu gibi yemeklerde de belirli bir çizginin üstü yakalanmış durumda. Masamıza gelen Arnavut ciğerine dair biraz daha ufak kesilmesine ihtiyaç olduğuna dair tespitim dışında söyleyebilecek hiçbir şeyim yok. Kılçıkları ayrılmış ve birbirine yapıştırılıp ızgara edilen sardalyanın tadına doyum olmadığını da belirtmeliyim.
PERSONEL…
Servis hızı, menüye hakimiyet, müdavimle iletişim, güler yüzlülük, kişisel hijyen gibi kriterlerin değerlendirildiği bu başlıktaki puanım 9,2 olarak belirdi. Mekanın barbası gibi personelinin de kendine has bir tarzı var. Turistik bir güler yüzlülükten ziyade, doğal bir alaka ile gecenizi kolaylaştıran servis elemanlarına sahip bir mekan burası.
MÜDAVİM…
Meyhane-i Ara müdavimini yaratmış bir mekan. Sakin gecelerinde birbirini tanıyan insanların ya da sohbet etmek için burasını tercih edenlerin buluştuğu bir yer. Müzikli gecelerindeki profil daha da değişiyordur eminim lakin müdavimler arası iletişim, demografik dağılım gibi kriterler üzerinden yapılan değerlendirmede puanım 8,8 olarak beliriyor.
Toplam 10 ana sorgu alanı üzerinden seksene yakın kriterin sorgulandığı hesaplama sistemine göre, Meyhane-i Ara’nın toplam puanı 8,4 olarak belirdi. Bu paun değerlendirme siteminde ‘’mutlaka gitmelisiniz’’ anlamına geliyor. Elbette takdir sizin…
(Grand Korçi kimdir? Kendi anlatımıyla: “Grand Korçi İstanbul’da dünyaya geldi, haliyle birtakım okullarda okudu ve kimya mühendisi oldu. Akademiden kopmamak ve askerlik vecibesini ertelemek için iki ayrı yüksek lisans yaparak bir süre hem mühendislik yaptı hem de keyif çattı. O dönemlerde fotoğraf ve sinemaya olan ilgisi nedeniyle mühendisliği bıraktı ama bu alanlarda tutunamayarak eğitimini aldığı mesleğine geri döndü. Haliyle birtakım işlerde çalıştı. Alkollü içki sektörüne yönelik gerçekleştirdiği çalışmalar sırasında ve sonrasında alkolün üretimi, kültürü ve tarihine yönelik ilgisi giderek arttı. Hobileri arasında golf, modern dans, yoga hiçbir zaman yer almadı ancak ‘’kişisel gelişim yolculuğunu’’ bir çilingir müdavimi olarak sürdürüyor. Halihazırda bu çilingirlerde yeşerip hayata geçen işlerine cilingirsohbetleri.com adresinde yer veriyor…”
(GAZETE DUVAR – Grand KORÇİ – 17.11.2024)