Claude Lévi-Strauss: Uzaktan Bakan İnsan
Sanatçı bir aileden gelen Lévi-Strauss’ın anne tarafından dedesi, müzisyen Isaac Strauss’un ta kendisi. Ressam olan babası, özellikle portre resimler yaparak geçinmelerini sağlamaktaydı.
Hakan Karahasan
[email protected]
Vincent Debaene & Frédéric Keck. Claude Lévi-Strauss: Uzaktan Bakan İnsan. Çev. Ali Berktay. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2011, 143 sayfa.
28 Kasım 1908 yılında doğup, 30 Ekim 2009 yılında vefat eden Claude Lévi-Strauss için, içinde yaşadığı yüzyılda entelektüelin tanımlanmasında önemli rol üstlenen, sadece “kendi alanı” olarak nitelenen etnoloji ve antropoloji alanında değil, başta felsefe olmak üzere sosyal ve beşeri bilimler alanında etkilemediği düşünür yoktur demek, abartı sayılmamalı. Günümüzde felsefe, sosyal ve beşeri bilimler ile ilgilenen herhangi birisinin Lévi-Strauss’un yazdıklarından doğrudan faydalanmadığı halde, hiç okumaması diye bir şey herhalde pek mümkün değildir.
Vincent Debaene ve Frédéric Keck’in kaleme almış olduğu: Claude Lévi-Strauss: Uzaktan Bakan İnsan, 20. yüzyılın bu önemli isminin son derece kolay okunan, okunduğu kadar da Lévi-Strauss’un çocukluğundan yaşamının son dönemlerindeki düşün faaliyetleri üzerine son derece doyurucu bir dönemi gayet akıcı bir üslup ile okuyuculara aktaran önemli bir çalışma.
Sanatçı bir aileden gelen Lévi-Strauss’ın anne tarafından dedesi, müzisyen Isaac Strauss’un ta kendisi. Ressam olan babası, özellikle portre resimler yaparak geçinmelerini sağlamaktaydı. Babasının önemli bir müşteri kitlesinin olduğu Brüksel’de kaldıkları bir dönemde 1908 yılında doğan Claude Lévi-Strauss, Birinci Dünya Savaşı dönemiyle birlikte babasının askere alınmasıyla, annesi ile birlikte Fransa’ya geçmek durumunda kalır (s. 16-17). Daha küçük yaşlarda, deyim yerindeyse, sanatın her türlüsünü deneyen Claude Lévi-Strauss, gençliğinde “kendince” opera bestelemeyi bile denemekten geri kalmamıştır. Sonraları lise yıllarının sonunda keşfettiği Marx ile hayatı değişecek olan Claude Lévi-Strauss’un hayatına bakıldığında Debaene ve Keck’in şu yorumu dikkat çekici: “Psikanaliz, marksizm ve jeoloji onun üç ‘öğretmeni’ olacaktı; her üçünden de gerçeğin derhal ve doğrudan algılamayacağını, ‘asıl anlamın’ın her zaman, görünüşte ayrışık duran gerçekliklerin ilişki içine sokulmasından doğacağını öğrenmişti” (s. 22).
Bunun yanında, etnolojiyi keşfetmesi ile birlikte hayatı değişen Claude Lévi-Strauss, Brezilya’ya öğretmenlik için giderken burada “… kendini özgürce geliştirme olanağı buldu” (s. 34). Bu zaman zarfında orada bulunan yerlileri de incelemekten geri kalmayan Claude Lévi-Strauss, ayrıca yerlilerin söylenenlerini yapısal bir düşünce ile açıklamaya çalıştı. Bu incelemeleri ile daha sonraları “yapısalcılık” olarak bilinen bu akımın en önemli temsilcilerinden birisi oldu.
1939 yılında Fransa’ya geri dönmesinden hemen sonra başlayan savaş, onu yine uzak bir beldeye gitmeye zorlamıştır. 1941 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne giden Lévi-Strauss, yedi yıl yurtdışında kaldıktan sonra ancak 1948 yılında Fransa’ya geri dönmüştür. Burada Alexandre Koyré sayesinde tanıştığı Roman Jakobson aracılığıyla yapısalcı dilbilim ile tanışması, daha sonraları oluşturacağı kuramsal temeller açısından büyük bir önem taşımaktaydı (s. 48-49). Yazmış olduğu eserler arasında birkaçını saymak gerekirse Irk, Tarih ve Kültür, Yapısal Antropoloji, Yaban Düşünce ve Hüzünlü Dönenceler sayılabilir. Belirtilen bu çalışmalar ile sadece kendi çalıştığı alanı değil, aynı zamanda 20. yüzyıl felsefesini derinden etkilemiş bir kişi olan Lévi-Strauss’un biyografisi, bir yandan geride bıraktığımız bir yüzyılın portresini bizlere sunarken, diğer yandan okurun bir bilim insanı ve entelektüel olarak onun hayatında ve düşündünyasında geçirdiği evreleri de görebilmesine fırsat tanıyor.
Kitabın son kısmında Lévi-Strauss’un 1981-2008 döneminde 20. yüzyıla karşı takındığı eleştirel tavır anlatılırken, hayatının son döneminde bir yandan ekolojiye, diğer yandan ise Batı merkezli gelişme kavramı ve bunun dünyada yarattığı tahribat üzerine çok düşünmüş, fikirlerini çoklukla karamsar bir şekilde ifade etmekten geri kalmamış olduğuna vurgu yapılıyor.
20. yüzyılın ilk döneminde doğup, 21. yüzyılın ilk yarısında hayata gözlerini yuman önemli bir düşün insanı olan Lévi-Strauss’un hayatının anlatıldığı çalışma, görsel materyaller ve sayfa tasarımı ile keyifle bir solukta okunabilmesi sayesinde bir yandan Lévi-Strauss’un hayatı ve geçirdiği devreleri anlatırken, diğer yandan ise 20. yüzyılın tarihinin bir kesitini sunuyor. Yaşadığımız günün sorunları üzerine düşünmek için güzel bir başlangıç.