Çocuğa Mahana!
“Mahana”... 1974 öncesi kullandığımız ve tıpkı birçok “öz Türkçe” kelimelerimizi terkedip devşirmeye boyun eğdiğimiz gibi unutulan kelimelerden biri. Dilbilimcilerimiz mutlaka çok daha iyisini bilirler ama, “mahana” ister öz Türkçe olsun ister olmasın, “Kıbrıs Ağzı”mızda bizim olan, bizimle yaşayan ve “farklılıklarımızın” varlığımıza dönüştüğü, yok olmak üzere kelimelerden biridir kuşkusuz; mahana.
Nasıl kullanıyorduk?
“Mahanalıdır”, “Mahanaynan”, “Çocuklara Mahana” şeklinde, bugünün kelime anlamı “bahane” şeklinde kullanılıyordu. Yazım bir “dil” üzerine değil, bir kısacık gezinotu...
Kızıma mahana (bahane) ederek, 4 günlük bir İstanbul gezisi yaptık. Genelde “alış-veriş” matığıyla değerlendirilen ve eşleştirilen İstanbul bu kez, tarihi ve ilginç yerlerini; hani duyup da “es” geçtiğimiz bu mekânları gezmeye niyet ettik. Dedim ya... kızıma Dolmabahçe Sarayı, Atatürk’ün son nefesini verdiği yatak odası, çalışma odası, kızım için “öğretilen tarih” açısından birebir görmesi daha akılda kalıcı ve ilginç olmuştur diye düünüyorum. Kızıma mahana bu yeri bir kez daha gezdik, o ihtişamlı mekânı bir kez daha soluduk.
Ardından çok duyduğum ama hiç gezemediğim tek kelimeyle “muhteşem tasarlanmış” Beyoğlu’ndaki “minyatür park’a” gittik. Ne yalan söyleyim; Türkiye’nin bu konudaki gelişmişliği ve tanıtımı için en güzel örneklerden biridir. Ve İstanbul’da olsun gerekse yurtdışında bulunan Anadolu’dan kaçırılmış önemli Arkeolojik değerdeki tarihi unsurlar yanında; Osmanlı eserlerinin, İstanbul yaşamından kesitlerin minyatürleri arasında dolaşmak, insanı Güliverin Maceralarında hissettiriyor. Fatih Sultan Mehmet köprüsünde yürümek, Bosna’daki Mostar Köprüsüne dokunmak, oradan Artemis Tapınağı, Göreme’deki Peri bacaları, Anıt Kabir ve niceleri...ve en önemlisi aldığımız biletle (ki bu bilet konuşma dilimize göre veriliyor) her minyatürün önünde durup optik okuyucuyu kullanarak sesli olarak bilgiler veriliyor. Arapça, Rusça, İngilizce gibi lisanları kulağımla duydum.
Bu arada bizim basın kartı ile tüm bu gibi yerlere ücretsiz girildiğini basın camiamıza duyurmak isterim.
Diyeceğim şu ki; biraz kıskandım.
Öyle bir yerimiz olsa ve içerisinde Mağusa kalesinden, Lala Mustafa Paşa Camii, Selimiye, Büyük Han, Girne Kapısı, Girne Limanı, St.Barnabas, Bellapais Manastırı, St.Hillarion, Salamis ve bunun gibi yerlerimizden oluşsa fena mı olurdu?
Ama işte en önemli şey “vizyondur”... vizyon yoksa kültürel erezyonumuz var...
Son gezi yerimiz ise Akvaryum Park oldu. O da tek kelimeyle müthişti. Girişi biraz pahalı, kişi başı 25 liraya geliyor. Aile olarak 3 kişi 65 lira indirimli girdik. İnanılmaz bir yatırım ve gerçekten çok detaylı ve ilginç bir yer yaratıldı. Herkesin özellikle de çocuklu olanların bir kez olsun görmesi gereken yerlerden biridir. Kendizi bir an deniz altında, batık gemiler arasında hisseder, bir anda da geminin makine dairesinde, ya da kaptan köşkünde buluyorsunuz. Ayrıca dünyadaki bazı bölgelere göre de deniz canlıları sınıflandırıldı. Buzul havası verilen Antartika bölümünü de gezme şansınız var. Parkın en son çıkış noktasında ise sizi Amazonların arasına sokuyor. Ağaçlar, köprüler arasında yürürken çok nemli bir havayla Amazon iklimini gerçekten yaşıyorsunuz.
Diyeceğim şu ki; iyi ki kızıma mahana bu yerleri gezdik. Yoksa çoğumuzun aklına eşiyle birlikte böylesi yerleri gidip gezmek pek gelmiyor sanırım.