“Çocuğunuz da olsa, işe ambarda ve asgari ücretle başlamalı”
Kıbrıslı iş insanı Işın Ramadan Cemil, iş ve özel hayatı ile ilgili bilinmeyenleri zaman zaman kahkahalar, zaman zamansa gözleri dolu dolu ilk kez YENiDÜZEN’e anlattı
Fayka Arseven KİŞİ
İş insanı, Ramadan Cemil İşletmeleri Yönetim Kurulu Başkanı Işın Ramadan Cemil, “çok alkışlar da gördüm çok da ihanetler” diyerek iş ve özel yaşamına dair bilinmeyenleri anlattı, samimi açıklamalarda bulundu.
Hayatındaki dönüm noktalarını, ihanetleri, kırgınlıklarını, en büyük sevinçlerini, en acı kayıplarını anlatırken, bazen gözleri doldu, bazen kahkahalar attı.
Bu hafta siyasetten uzaklaşıp, tanınmış iş kadını Işın Ramadan Cemil’in hem kadın, hem anne hem iş insanı olarak yaşadıklarını konuştuk.
“Hasan öldü, yalnız kaldım”
Işın Ramadan Cemil’in hayalleri de heyecanları da başkaydı ancak ailedeki ölümlerle birlikte kendini hedeflerinde değil, şartların gerektiği yerde buldu.
Işın Ramadan Cemil; “Hedeflediğim meslek bu değildi ama şartlar nedeniyle diplomatik hayatımdan istifa edip, ayrıldım. Oysa Robert Koleji’ne giderken de bu hedef doğrultusunda derslerimi almıştım. Adaya döndükten sonra Dışişleri’ne girdim diplomat olarak görev aldım. BM, Mülteci Hakları, İnsan Hakları temsilcileri ile hep temas halindeydik. Ama 1976 Ocak ayında babamı kaybettikten sonra, işte o zaman iş hayatım başlamış oldu. Ama kardeşim Hasan ile birlikte dönüşümlü olarak, elele beraber bir yola çıktık. Bir süre sonra ‘bakıcılı’ çocuk büyütmemek iddiası ile işten bir müddet geriledim. Yüzde yüz idareyi Hasan bey yaptı. 1999 yılına kadar çeşitli ülkelerde bulundum. Çocuklar büyüdü, onların okul hayatı derken Hasan beyi kaybetmemizle birlikte ben yalnız kaldım.”
“Sabırla, çalışa çalışa”
Kardeşi Hasan Ramadan Cemil’in ölümünden sonra işletmenin başına geçtiğinde hiçbir şey bilmiyordu oysa ama sabırla çalışa çalışa ilerledi. Işın Ramadan Cemil o günleri anlatıyor;
“Hiçbir zaman ticari hayatı düşünmüyordum. Yapıma uygun da bulmuyordum. Bugün itibarıyla ama şunu söyleyebilirim ki; neyi çalışarak, neye baş koyarak yaparsanız, yüzde yüz olmasa bile çokça artılar elde edersiniz. Hiçbir fikrim olmayan işe cenazenin üçüncü günü geldim ve oturdum. İade nedir, stopaj nedir, o nedir, bu nedir onların hepsini oturup ders gibi çalışa çalışa, sabırla ve mevcut kadro ile götürmeye çalıştım.
Bugün bile unutamadığım çalışanlarımız olduğu gibi sayıları az da olsa hiç anlaşamayacağım kişilerle de oldum. Ama her şeyden önce sabırla hareket ettim.”
“Çok güzel günler, çok alkışlar gördüm ama çok ihanetler de gördüm. Gerek şahsıma gerek kardeşim Hasan Bey’in hatırasına…”
“Çok alkışlar da gördüm çok ihanetler de”
‘Çalışma hayatınızda en çok ne zorladı sizi’ diye soruyorum Işın Ramadan Cemil’e; “ne kadınlık ne erkeklik, insan unsurunu tanımak” diye cevap verdi.
Işın Ramadan Cemil;
“Çok güzel günler, çok alkışlar gördüm ama çok ihanetler de gördüm. Gerek şahsıma gerek Hasan Bey’in hatırasına… Bunlar çok yaralayıcı geldi. Çünkü bunları kabullenemedim. Hiçbir zaman affetmedi, etmeyeceğim. Ama kabullenip, ilerlemek zorundaydım. En büyük ceza görmezden gelmektir.”
“Hiç bu işi yapamayacağım dediğiniz oldu mu” diye soruyorum; “bazı günler gerçekten çok yorulduğum oldu. Bu insan unsuru yüzünden bunalmıştım. Çok acı bir hatıradır ama İstanbul’da bizim 2 fabrikamız vardı. Hasan Bey’i kaybettik. Ben de o dönem İngiltere’de kemoterapi alıyorum. İngiltere dönüşümde İstanbul’a fabrikaya gittim. 35 yıllık karı koca arkadaşımız, Hasan Bey işe almış, birini kimya bölümünün başına, birini muhasebeye… Ansızın kadın odaya girdi, ne hoş geldin ne bir şey ve bunlar bizim 35 yıllık arkadaşımızdı… ‘Ben Müzeyyen ile aynı maaşı almam’ dedi kadın. ‘Müzeyyen kim?’ dedim. Kimya bölümüne alınan bir kadınmış. Ben zaten kemoterapi almışım, hem kim ne kadar maaş alıyor bilmiyorum, kim kimdir bilmiyorum, zaten üzgünüm ve ne yapacağımı bilmiyorum. Kalakaldım… Bunun üzerine ‘ödenmesi gereken hesaplar var, onlara imza rica edeyim’ dedi. Faturalar arasında bir çelenk parası var, “ aaa birisi mi öldü burada çalışanlardan, ya da ailelerinden?” diye sordum kadına, cevap “Hasan Bey’in cenazesine gönderildi”!.. Orada benim için film koptu. Artık Hasan Bey yok, hal, hatır da yok. ‘Yapamayacağım’ dediğim ilk gün o oldu. Çok çok üzüldüm. Çok acı geldi ama çok da ders oldu. Çünkü havalardaydım, manevi ilişkilere önem veriyordum. Çünkü biz öyle yetişmiştik.”
“Toplumla hep iç içe olduk. Geçmiş değerlerimiz çok önemli. Özellikle Limasol, Baf, Psikobu manevi varlığının, var olduğunu düşünerek, ilerledim.”
“Doğduğundan beri hazırsın dedi”
“Siz biraz şanslı kadınlardansınız, evet kayıplar yaşadınız ama bir yandan da kurulmuş bir düzende başladınız, bu size ne hissettiriyor” diyorum, Işın Hanım anlatıyor;
“1974’te hiçbir şeyimiz yoktu ama manevi değerlerimiz vardı. Bir arkadaşım ilk yıllarımda ‘personelin sadık, dürüst, çalışkan mı’ diye sormuştu. ‘Kasaya uzanıp çalmak anlamındaysa öyle bir şey yok ama benim ölçülerime göre ihmalkarlık da bir çalmadır. Benim zamanımı, işimi çalıyor. Yani onun rahatlığı benim işimi çalmaktır. Ama nasıl denetleyeceğim, scala geniş’ dedim. ‘Sen buna doğduğundan beri hazırsın, yaparsın’ dedi. Haklıydı, çünkü doğduğumdan beri iş hayatı ile ilgili babamdan çok şey duymuştum. İnsanlara nasıl davranılır, resmi nasıl olunur, devletle ilişkiler nasıl olur vs… doğrudur genlerden değil ama yaşadığınız süreç içerisinde edindiğiniz bilgilerin getirdiği alışkanlıkla başladım. Kadın olarak başladım. Hasan Bey, karizmatik bir erkekti. Onun yerini doldurmak benim için çok zor oldu.”
“Cenk Mutluyakalı’dan bir telefon geldi, herhalde dedim Doğan, Ocak Kulübüyle ilgili bir şey söyleyecek “Işın Hanım vergi şampiyonusunuz, haberiniz yok mu?” dedi. “Yok, sizden duydum, herhalde oldum” dedim. “Bir şey söylemeyecek misiniz” dedi, “Teşekkür ederim” dedim kapattım. (…)Arabaya binip, doğru Hasan ve babamın mezarlığına gittim. ‘Oldu mu, beğendiniz mi, yolumuz doğru mu’ dedim, o günü hiç unutamam.”
“Yıllar geçti, boşluğunu halen hissediyorum”
“Hasan Bey ile hem çok benzeşirdik hem de ayrılırdık. O daha ticari düşünebiliyordu. Ben daha akademiktim. Ama birbirimizi tamamlıyorduk. Bir kardeşimi de erken kaybettiğim için çok bağlıydık. Ve onun kaybı beni çok boşlukta bıraktı. Yıllar geçti halen daha boşluğunu hissediyorum. Konuşmadan anlaşırdık, çok güzel bir diyaloğumuz vardı. Onun yerini doldurmak gibi bir gailem de hiç olmadı. Çünkü ben bile kendimi onun yerinde yabancı görüyordum. Çünkü O, çok orayı dolduruyordu. Siz onun yerine nasıl oturabilirsiniz ki? Ben hayatta Hasan Bey’in masasına oturmadım. Ama benim yakınım olduğunu düşündüklerim bile beni kabullenemediğini gördüm. En çok da kabullenemeyen kim? Kadınlar… Yani hayatımda en büyük desteği kadınlardan aldığım kadar, en çok darbeyi de kadınlardan aldım. Ama tüm bunlara en sağlam duran annem oldu. Evlatlarını kaybetti ama ‘hep sabır, sabır dedi. ‘Hep yapamayacağım’ dediğimde, annem ‘sabır, sabır’ diyerek cesaretlendirdi.”
“Vergi Şampiyonu olduğumu öğrenince ilk işim babam ve kardeşimin mezarına gitmek oldu. Onlara ‘oldu mu, başardık mı’ diye sordum.”
“Vergi şampiyonu oldum, mezarlığa gittim”
“İlk vergi şampiyonu olduğunuz da ne hissetmiştiniz” diye sorduğumda Işın Hanım anlatıyor o günü;
“Cenk Mutluyakalı’dan bir telefon geldi, herhalde dedim Doğan, Ocak Kulübüyle ilgili bir şey söyleyecek “Işın Hanım vergi şampiyonusunuz, haberiniz yok mu” dedi. “Yok, sizden duydum, herhalde oldum” dedim. “Bir şey söylemeyecek misiniz” dedi, “Teşekkür ederim” dedim kapattım. Arkasından basın aramaya başladı. “Yoktur, söyleyin” dedim. Arabaya binip, doğru Hasan ve babamın mezarlığına gittim. ‘Oldu mu, beğendiniz mi, yolumuz doğru mu’ dedim, o günü hiç unutamam.”
“Çocuklara işi devrederken, benliğinizi ortaya koymayın. Sabırla, adım adım devredin. Onları işe ambarda ve asgari ücretle başlatın. İş hayatınızda çocuğunuz dahi olsa o resmiyeti koyun.”
“Oğlum ambarda başladı, şimdi büyük odada”
Kendi çok da tercih etmediği iş hayatına giren Işın Ramadan Cemil, çocukları üzerinde işletmeye gelmeleri konusunda baskıcı olamamış ama oğlu ambardan başlayarak merdivenleri birer birer çıkmış.
“Bu mevkiye geldiğimde ne dayı, ne amca, ne teyze, ne çocuklar hiç kimse yok, yok, yoktu… Bir annem ve çok yakın arkadaşım, çalışanlarım vardı. Ama aileden biri yok. Ben çırpınıp duruyorum ama sonum ne olacak? İlk 2 yıl çok zorlandım. Acaba çocuklar geri dönmek istemez mi? Zorlamak da istemiyorum. Ben meslekten olmuşum zaten, kendi çocuğunuza gelince zorlamak istemiyorsunuz vs… Bir kemoterapi için Londra’ya gittiğimde oğlum Calvin Klein’ de çalışmaya başlamış. Sırf öğrensin ve buraya geldiğinde hazır olsun diye. Bunu öğrendiğimde çok mutlu oldum, ağladım. Ama anne olunca kıyamıyorsunuz. Tüm bu yükü sırtlandığımızda Hasan 21, ben 24 yaşındaydım. Ama o zamanlar kendimizi olgun zannediyorduk. 2 zor yıldan sonra bir süre kızım geldi, muhasebede staj gibi başladı. Sonra Londra’ya gitti. Kızım evlendi, iki çocuğu var daha fazla yük yükleyemedim. Yapısal farklılıklar da var. Kadın, anne olmak burada başlıyor. ‘Hayır benim dediğim olacak’ diyemedim.
Sonra oğlum geldi, o zaman genel müdürümüz vardı, “üzülme koridoru gidecek, gelecek bir gün gelip buraya oturacak” dedi. Yine iş hayatında olan çok yakın aile dostumuz o da dedi ki “oğlunu ambardan başlat, ticarete…” Bizim oğlan ambara indi ve merdivenleri yavaş yavaş çıkıp geldi. Şimdi ben artık ‘büyük odayı’ ona bıraktım, ben başka çalışma odasına geçtim. Halen yönetim kurulu başkanıyım ama o günden itibaren her şeye birlikte karar veriyoruz.”
Oğluyla iş yerindeki ilişkisine de değinen Işın Ramadan Cemil, “İşletme içerisinde anne diye hitap edilmiyor, ben Işın Hanım’ım, Ramadan Bey’dir, Ayşen Hanım’dır. Bu resmiyeti biz babadan öğrendik” diyor.
Limasol’a, yaşanmışlıklara özlem…
“Bu süreçte en büyük yardımcılarınız kimlerdi, neydi?” diye soruyorum. Işın Hanım geçmişe gidiyor ve anlatıyor;
“Limasol’u düşünmek. Sanki o hep orada var ve bir gün oraya gideceğiz. O güzellik o manevi değerler hep var, kaybolmadı. Ankara Caddesi, Arnavutu, Ayandon’u ile… o sevgi yumağını hep arkamda hissettim. Bir de geçmişe çok önem veren bir aileyiz. Ne kadar getirebildiysek geçmişlerimizi, manevi değer olarak gördük ve sakladık. Bunlar bana büyük bir güç veriyor. ‘Bu insanlar yaptıysa bunu biz de yaparız’ diye düşünüyorum. Para gider, mal gider ama bu değerler hep var olur.
Annem ve babam birçok çocuk okuttu, biz onlardan karşılık beklemedik, bu sevgidir, saygıdır. Hasan’ı kaybettikten sonra annemin yanında o hep okula gönderdiği çocukları gördüm. Hiç ama hiç bizi yalnız bırakmadılar ve bunlar parayla satın alınamaz. Bunlar da çok büyük desteğim oldu ama bir de temiz bir isimdi en büyük desteğim.
İş hayatında hatalar yapabilirsiniz, yanlış karalar verebilirsiniz ama kayıp o değildir. Kayıp, toplumdan aldığınız güvende kayıp varsa, sevgisizlik varsa, insan yerine konulmamak varsa kayıptır. Biz bunları yaşamadık. Kadın olarak da yaşamadım. Belki de yetiştirilme tarzımızdan, hiç kabul görmedim diye bir şey ile de karşılaşmadım. Dışişleri Bakanlığı’na memur olarak girdiğimde, yaşlı bir adamcık gelmişti; ‘Hasan kahyanın angonesi sensin? dedi, ‘benim’ dedim. ‘Burada ne işin var çalışasın, çiftlikler dururken’ dedi, ‘Yoktur onlar, bu benim mesleğim’ demiştim.”
“Acaba şiddetten bahsetmesek mi?”
“Kıbrıs’ta kadının yeri” diye sorduğumda Işın Ramadan Cemil;
“Kıbrıs’ta kadınlar yerli değerler içerisinde, yerli ailelerde idealdir demiyorum ama çok iyidir. Bizdeki kız annelerinin pozisyonu dünyada yoktur. Bazı şeyleri, münferit olaylar olarak kabul ediyorum. Son zamanlardaki artışı da anlamıyorum. Acaba bundan hiç bahsetmesek daha az mı olacak şiddet? Bahsedildikçe alev aldı gidiyor. Geçmişte tecavüz olmuş, hasır altı edilmiş olabilir ama bu boyutta değildi. Meslek seçiminde kız çocuklarının okumasında biz çok iyiyiz. Özellikle annelerin teşviki ile kız çocukları hep okuyor.
Özellikle 1963’ten sonra her şeylerinden kıstılar sadece erkekleri değil, kız çocuklarını da okuttular. Bizde de tepe yüzde 50 yüzde 50’dir. 3 müdür, 3 müdüre var. Bu benim kadın olmamdan kaynaklanmıyor. Fırsat eşitliği yüzde yüzdür, eğitim yüzde yüzdür, bütün haklar yüzde yüz verilmiştir. Bu eşitliği kaldıracak toplum yapımız vardır. Artık kadının başını bağlayıp, evinde oturtmak günahtır.”
“Plaj kıyafeti ile işe gidilmez”
Çok rahatsızlık duyduğu konuyu ise Işın Ramadan Cemil şu sözlerle dile getiriyor:
“Kadın kandır, zarafetini, düzgünlüğünü, hanımefendiliğini korumalıdır. Serbest olsa dahi bazı şeyler yapılamaz. Örneğin ince askılı elbise ile işe gelinemez. Plajla, iş kıyafeti karıştırılamaz. Plajda giy ama işte işe uygun giy. Lakayt şekilde gelme. Bunlara ben karşıyım. Ama bu muhafazakarım demek değildir. Medeni bir insan medeniyetini yakıştığı şekilde kullanmalıdır. Örneğin Cumhurbaşkanlığı’na giden basın mensuplarının da düzgün giyinmesini beklerim, çünkü bütün dünya görüyor. Bırakın dünyayı, bu makama girerken, kendileri rahatsız hissetmiyor mu?”
“Olmuyor baş başa”
“İş dünyasında kadın olarak zorlandığınız oldu mu” soruma ise Işın Ramadan Cemil;
“Hayır ama örneğin gidip karşınızdaki adama bir şey söylemek istersiniz, söyleyemezsiniz. Orada bir sözcü lazım. Ya da bir iş insanı gelecek ve temas kuracaksınız ama havaalanından itibaren ağırlamak istersiniz. Ama ben hep müdürlerimle gittim ya da hiç gitmedim. Olmuyor, başa baş… Hasan bey adamı alır yemeğe giderlerdi. Ben de öyle bir şey yok. Bu biraz benim çekingen olmamla da ilgilidir.”
“Emaneti taşıyorum”
Peki, Işın Ramadan Cemil ne kadar da iş hayatında olacak? Işın hanım başlıyor anlatmaya;
“Benim aslında yaptığım emaneti taşımaktır. Hayallerim de artık mazide kaldı. Ben sanata çok düşkünüm. Ama hayatta tutkular bitmiyor. Mühim olan hayata olan bağınızı kaybetmemektir. Birçok kulübe ya üyeyim ya başkanım. İnsanları seviyorum bazen ‘yoruldum’ diyorum. Yine heyecanlanacak bir şey buluyorum. Mükemmeliyetçi olduğum için de her şeye katkı koymak istiyorum.”
“Limasol’u düşünmek. Sanki o hep orada var ve bir gün oraya gideceğiz. O güzellik o manevi değerler hep var, kaybolmadı.”
“Değnekçi de sınıf arkadaşım”
Son olarak Limasol’daki anılarına gidiyor Işın Hanım, insan sevgisinin kendisine kazandırdıklarını anlatıyor;
“Limasol’da enternasyonal bir ortamda yetiştim. Türkü, Rum’u, İngiliz’i… Tek sınıf vardı ve akıllısı zolisi paralısı parasızı aynı sınıftaydı. Birbirimize toleranslı davranmayı öğrendik. Bu çok çok önemlidir. Toplumsal kesim, ayırım olmadı. Biz hep sevgi içinde büyüdük. Benim de korumacılık ruhum çok vardı. Sınıfımızda dilsiz, sağır bir çocuk vardı, bir de anlamayan bir çocuk vardı. Ben biri için kendi aramızda kendi işaret dilimizi keşfettim. Ben ona dersleri hep o kendi aramızda kurduğumuz bu iletişim sayesinde anlattım. Diğer çocuk ise yıllar sonra bana dedi ki; ‘öğretmen kulağımı çekti, sen öğretmenin elini bir aldın, beni kurtardın.’
Ya da torunları parka götürüyordum, parktaki değnekçi bizim sınıftaki Salih çıkardı. ‘Anne bu kim’ der çocuklar, ‘sınıf arkadaşım’ derim. Cenaze arabasını kim sürer? Gene sınıf arkadaşım. “Anne sen nasıl Robert Koleji’ni bitirdin” diye sordu çocuklar bir keresinde, “o da bitti, öbürü de bitti” dedim. Ama bu sevgiyi başka hiçbir yerde bulamazsın ki. Bundan büyük zenginlik olabilir mi? ”
“İşte Kıbrıs bu”
“Annem İngiltere’de ilk defa otobüse binecek, bir çocuk eğildi, annemi aldı, otobüse çıkardı. “Havva hanım” deyince çocuk, annem “nerden bilin oğlum bizi” demiş. “Ben Işın’ın sınıf arkadaşıyım beni siz okuttunuz” demiş. Ablamı kaybettikten sonra annem çok çocuk okuttu hatta benim sınıf arkadaşlarımı okuttu ve bunu ben bile bilmiyordum.
Bir keresinde de Londra’dayım. Trafik kazası haberi geldi, ben başka kaza haberi duydum meğer annem ve kızım kaza yaptı, havaalanında öğreniyorum, Özay Bey diye bir tanıdığımızdan. Alan müdürü de Özay Bey’in tanıdığı, bizi uçağa kadar götürüyor. Uçağa girdik insanlar kapıdan giriyor. Önce geldi esmer bir adam ‘yenge hanım hürmetler’ dedi geçti. Sonra bir kadın geldi elinde torbalarla ‘Sen, Hasan efendinin angonisinin’ diyerek sevgiyle sarıldı. Biraz sonra başka bir diplomat geldi “nasılsınız efendim” dedi geçti. En son bir tane getirdiler deport oluyor, elinde kelepçeler, benim ilkokul sınıf arkadaşım Hüseyin… Hüseyin beni görür görmez kelepçelerle üzerime düştü, sarıldı, ağladı. ‘Noldu nedir’ derken, Hüseyin meğer kaçak işçi, çocuklarını bile görmeden deport ediyorlar. Bizi uçağa getiren İngiliz adam hayretle bakıyor ne oluyor diye, “İşte bu Kıbrıs” dedim. İşte bizim tüm zenginliğimiz bir şekilde hayatımıza dokunan, hayatlarına dokunduğumuz insanlar.”