“Çocuklar arasında ayırım ortadan kalktı”
CTP Milletvekili Doğuş Derya, çocukların dünyaya gelirken hangi şartlarda doğacaklarını seçemediklerine dikkat çekerek, çocukların ebeveynlerinin medeni durumundan dolayı ayrımcılığa maruz kalmasının kabul edilebilir olmadığını söyledi.
Ödül AŞIK ÜLKER
CTP Milletvekili Doğuş Derya, çocukların dünyaya gelirken hangi şartlarda doğacaklarını seçemediklerine dikkat çekerek, çocukların ebeveynlerinin medeni durumundan dolayı ayrımcılığa maruz kalmasının kabul edilebilir olmadığını söyledi.
Geçen hafta meclisten geçen Evlilik Dışında Doğan Çocuklar Yasası ile tüm çocukların haklarının aynı olmasının sağlandığını anlatan Derya, çocuklar arasında ayrım yapılamayacağını vurguladı.
Doğuş Derya, “Yeni yasadaki düzenlemelerle çocuklar arasında gayri meşru/meşru, nesebi sahih olan/olmayan ayrımı ortadan kalktı” dedi.
Soru: Geçen hafta meclisten oy birliğiyle geçen Evlilik Dışında Doğan Çocuklar Yasası’nın içeriği nedir ve bu yasayla genel anlamda ne amaçlanmaktadır?
Derya: İngiliz döneminden kalma Evlilik Dışı Çocuklar Yasası’nı yürürlükten kaldırdık ve Evlilik Dışında Doğan Çocuklar Yasası yepyeni bir yasa olarak hazırlandı, komiteden ve meclisten oybirliğiyle geçti, Cumhurbaşkanı onayından sonra resmi gazetede yayınlanıp yürürlüğe girecek.
Eski Yasa, adından da anlaşılacağı gibi, çocukların statüsünü doğrudan “evlilik dışında doğan çocuklar” olarak tanımlıyor ve çocuklar arasında "meşru/gayrı-meşru", "nesebi sahih olan/olmayan" şeklinde ayrımlar yapılıyordu. Eski yasa hem 1996 yılında Cumhuriyet Meclisi’nde kabul edilen BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırıydı, hem de çocuklar arasında böyle bir ayrım yapmak suretiyle bir çok ayrımcı sonuç üreten bir yerde duruyordu. Ben uzunca bir süredir bunun kaldırılması için uğraşıyordum. 2019 yılının sonunda Barolar Birliği Başkanı Sayın Hasan Esendağlı'nın inisiyatif almasıyla yeni bir yasa hazırlamış olduk ve bunu Ocak 2020’de meclise öneri olarak verdik. Fakat araya pandemi girdi, ondan sonraki süreçte Cumhurbaşkanlığı seçimi, hükümet krizi, UBP kurultayı derken komiteler de sağlıklı çalıştırılmadı ve yeni yasayı ancak Haziran ayında tamamlayabildik. Ama Genel Kurul toplanamadığından dolayı komiteden oybirliğiyle geçmiş olduğu halde yasayı bir türlü genel kurula getirememiştik. Sonra tüm partiler ile temas kurduk ve oybirliği ile geçen yasaların kadük olmaması için konuştuk. Hükümetin güven oylamasının yapıldığı gün Evlilik Dışında Doğan Çocuklar Yasası’nı geçirdik.
“Çocuklar arasındaki ayrım ortadan kalktı”
Daha önce çocuklar nikah sözleşmesi yaparak evlenen çiftlerin dünyaya getirdikleri insanlar olarak Aile Yasası kapsamında ele alınıyorlardı. Miras hakları, velayet durumları, anne babanın ayrı yaşaması durumunda ödenecek olan nafaka, çocukların bakım ve iaşesiyle ilgili konular Aile Yasası’nda düzenlenmişti ancak evlilik dışında doğan çocukların hakları belirtilmemişti. Hatta bu çocukların, evlilik dışında doğdukları için miras hakkı da yoktu. Halbuki çocuklar dünyaya gelirken hangi şartlarda doğacaklarını seçemez. Dolayısıyla çocukların ebeveynlerinin medeni durumundan dolayı bir ayrımcılığa maruz kalması kabul edilebilir bir şey değildir. Bu yüzden Aile Yasası’nda çocuk hakları konusundaki düzenlemeler ne ise, yeni yasada evlilik dışında doğan çocuklar için de aynı düzenlemeleri yaptık. Dolayısıyla çocuklar arasında gayri meşru/meşru, nesebi sahih olan/olmayan ayrımı ortadan kalktı. Günümüz koşullarında nikâh sözleşmesi yapmadan birlikte yaşayan, çocuk sahibi olan partnerler veya tek ebeveyn olmaya karar vermiş insanların dünyaya getirdikleri bebekler vardır. Bu yüzden çağın gereklerine uyumlu bir yasa oldu.
Evlilik Dışında Doğan Çocuklar Yasası’nda amaç ve kapsam düzenlenirken bir çocuğun anne babasıyla kurduğu ilişki, şahsının veya malının idaresi, nüfusa kaydedilmesi, soyadı, bakım ve giderleri, nafaka, miras hakkı gibi durumlar evlilik birliği içinde doğan bir çocukla aynıdır ve çocuklar arasında asla ayrım yapılamaz dedik.
Babanın kayıt altına alınması...
Yasada “Evlilik dışında doğan çocuğun annesi ile kendisini çocuğun babası olarak kabul eden kişi, doğumun gerçekleşmesinden itibaren 1 yıl içerisinde, yetkili makama birlikte başvuruda bulunarak, babalığı kayıt altına aldırabilirler” dedik. Ebeveynler arasında bir mutabakat yoksa babanın kayıt altına alınabilmesi için anne, baba veya çocuk herhangi bir zamanda mahkemeye başvurabilir. Yasada “Bir evliliğin devamı esnasında veya evliliğin son bulmasından veya erkek eşin ölümünden başlayarak 3 yüz 2 gün içerisinde doğan çocuğun babasının, annenin kocası olduğuna ilişkin karine, aksi ispat edilene kadar geçerlidir” dedik “fakat bu şekilde doğan bir çocuğun babasının annenin eşi olmadığı ve başka biri olduğu iddiasıyla bu durumun kayıt altına alınması ve/veya kayıtların bu şekilde düzeltilmesi için mahkemeye genel istida ile başvurulabilir. Böyle bir başvuru, anne, çocuk, baba olarak kaydedilen eş veya baba olduğunu iddia eden kişi tarafından yapılabilir. Mahkeme böyle bir durumda çocuğun hak ve menfaatlerine öncelik verir; böyle bir kaydın çocuğun hakları, esenliği ve güvenliği açısından sakıncası olup olmadığını dikkate alır” dedik.
“Soyadı çocuk kayıt altına alınırken belirlenir”
Soru: Soyadı konusunda durum nedir? Çocuklar kimin soyadını alabilir, bu konudaki düzenleme nedir?
Derya: Evlilik dışında doğan çocuğun soyadı çocuk kayıt altına alınırken belirlenir. Evlilik dışında doğan çocuğun doğum kaydı için yalnızca annenin başvurduğu veya babanın kayıt altına alınmadığı durumlarda çocuk annesinin soyadını taşır.
Daha önce böyle bir hak tanımlanmış olmadığı için, baba kayıt altına alınmadığı durumlarda anne tek başına çocuğunu kaydettirmeye gittiğinde, anneye “git kendi babandan soyadını çocuğa verme konusunda onay al” deniyordu. Bu aslında ciddi bir haksızlık. Çünkü bebeği dünyaya getiren kadın ve eğer babanın kayıt altına alınması gibi bir durum yoksa, kadın kendi soyadını çocuğuna verebilmek için kendi babasından icazet almak zorundaydı.
Bu durumu düzeltmek yanında, soyadı konusunda Aile Yasası’nda 2015 yılında yaptığımız düzenlemelere paralel gittik. Diyelim ki, anne ve baba soyadı konusunda anlaştılar, çocuğun soyadı için ikisinden birinin soyadını seçebilirler ya da her ikisi de çocuğa kendi soyadlarını verebilir. Anne ve baba soyadı konusunda uzlaşamazlarsa, çocuk her ikisinin de soyadını alır.
Anne veya babanın birden fazla soyadı varsa, çocuğa hangi soyadını vermek istediklerini kendileri seçebilirler. Zaten 18 yaşını bitiren her çocuğun mahkemeye başvurarak kendi soyadıyla ilgili değişiklik talep etme hakkı da vardır.
Çocuğun velayeti...
Soru: Çocuğun velayeti konusunda yasadaki düzenleme nasıl?
Derya: Yasada “doğum kaydı esnasında velayetin tesisi” diye bir madde var. Buna göre, evlilik dışında doğan çocuğun kaydı için anne ve babanın birlikte başvurması veya babanın kayıt altında olması durumunda, anne ve baba hangisinin çocuğun velisi olacağı konusunda karar verebilir veya her ikisinin müşterek veli olması hususunda uzlaşabilirlerse çocuğun velayeti ortak olur.
Evlilik dışında doğan çocuğun kaydı için yalnızca annenin başvurması veya anne ve babanın velayet konusunda uzlaşı sağlayamaması halinde, veli anne olur. Evlilik dışında doğan çocuğun velayetini elinde bulunduran anne veya babadan birinin ölmesi durumunda, mahkeme başka bir karar vermedikçe, velayet hayatta bulunan ebeveyne geçer.
Evlilik dışında doğan çocuğun eğitim giderleriyle ilgili konu Aile Yasası’ndaki düzenleme gibidir. Yasada, “Anne ve baba, kendi güçleri dahilinde olmak üzere, müşterek çocuklarının öğrenim, eğitim ve diğer giderlerini karşılamakla yükümlüdürler. Ancak anne ve baba yoksulsa veya başka bir nedenle çocuğun öğrenim, eğitim ve diğer giderlerini tamamen karşılayacak güçte değillerse mahkeme, anne ve/veya babaya çocuğun bütün giderlerini karşılamak üzere, çocuğun gelirlerini kullanması için yetki verebilir” diyor. Yasaya göre, ekonomik durumları ve kazançları ile orantılı olarak anne veya babanın çocuklarına karşı bakım ve eğitim masraflarına katkı yapma yükümlülükleri çocuğun eğitim süreci sona erinceye kadar devam eder ve eğitim süreci, çocuk 18 yaşını bitirmiş olsa dahi, lise eğitimine devam ettiği ve/veya lisans eğitimi aldığı süreyi de kapsar.
Yasayı hazırlarken, tarafların kendi arasındaki husumet veya herhangi bir çatışmanın çocuğun, annesiyle veya babasıyla kurduğu kişisel ilişkiyi etkilememesi için de düzenleme yapmaya çalıştık. Tabii ki mahkemenin takdir yetkisi vardır, ki çocuğun yüksek menfaati için adil bir karar verilebilsin.
Eskiden anne baba boşandığında çocuğun velayeti genelde anneye verilirdi. 2015 yılında Aile Yasası’nda değişiklik yaparken, “Çocuk 7 yaşında veya daha büyükse bir çocuk psikoloğu ya da psikiyatristinin gözetiminde çocuğun fikri sorulsun” demiştik. Şimdi benzer bir düzenlemeyi burada da yaptık.
“Kapanmış terekeler ve taksim edilmiş mallarla ilgili hak iddiası olamayacak”
Soru: Miras hakkı konusu da merak ediliyor. Bu konuda yasa ne diyor?
Derya: Bu konuyu çok tartıştık. Yasada “Bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce evlilik dışında doğan çocuklar, bu Yasa kurallarına tabidir. Ancak bu madde, taksim edilmiş veya kapatılmış terekeleri veya bu gibi terekelerden hak sahibi olan varislerin haklarını etkiler şekilde yorumlanamaz" dedik. Yani taksim edilmiş veya terekesi kapanmış mallar varsa hak sahibi olan varislerin hakları ihlal edilemez. Dolayısıyla kapanmış terekeler ve taksim edilmiş mallarla ilgili bir hak iddiası olamayacak ama diğer konularda yasa geriye dönük çalışabilecek.
Soru: Babanın çocuğun babası olduğunu kabul etmediği durumlarda, babalığının ispatlanması konusunda yasada ne gibi düzenlemeler var?
Derya: Mahkeme, yapılan bir başvuruyu sonuçlandırırken, babalığın kayıt altına alınması bakımından çocuğun hak ve menfaatlerine öncelik verir ve özellikle babalığın kayıt altına alınmaması için haklı veya makul bir sebebin bulunup bulunmadığını ve böyle bir kaydın çocuğun hakları, esenliği ve güvenliği açısından sakıncası olup olmadığını dikkate alır. Yasada tarafların babanın belirlenmesinde zorunlu olan ve sağlıkları yönünden tehlike yaratmayan araştırma, inceleme, tıbbi tetkik veya tahlillere rıza göstermek ve bunların yapılması için yardımcı olmakla yükümlü oldukları yazar. Taraflardan herhangi birinin, mahkemenin uygun ve adil gördüğü araştırma ve incelemeye rıza göstermemesi halinde mahkeme, durum ve koşullara göre bundan beklenen sonucu, araştırma ve incelemeye rıza göstermeyen taraf aleyhine doğmuş sayabilir. Yani bir kadının çocuğun babası olduğunu iddia ettiği kişi bunu reddederse, mahkeme kişinin vücut bütünlüğüne ve sağlığına bir zararı dokunmuyorsa DNA testi talep edebilir. Eğer söz konusu kişi DNA yaptırmayı kabul etmiyorsa, o zaman mahkeme test yapmayı reddeden kişi aleyhine karar verebilir. Bu konuda Aile Yasası’nda da düzenleme vardır.
Soru: Meclisten yasalar geçiyor ama çoğu zaman uygulamada sorunlar oluyor. Bu yasanın uygulanması konusunda bir sıkıntı olur mu, endişeniz var mı?
Derya: 2015 yılında Aile Yasası’nda değişiklik yaptığımızda, özellikle Nüfus Kayıt Dairesi’nde, belki personelin yeterince bilgilendirilmemesinden belki de o dönemdeki Nüfus Kayıt Dairesi müdürünün kişisel yaklaşımı dolayısıyla, kadınlara kimlik değişikliğine gittiklerinde zorluklar çıkarıldığına şahit olduk. O yüzden böyle karışıklıklar olursa, bu durum muhtemelen Nüfus Kayıt Dairesi’nde olur ama personele çok kısa bir hizmet içi eğitim verilmesi suretiyle bu konu halledilebilecek bir şeydir. Şimdi bu bölümlerde çalışan arkadaşların daha deneyimli olduklarını ve Aile Yasası’nı öğrendiklerini düşündüğüm için, yeni yasada da Aile Yasası’na çok paralel düzenlemeler yapıldığı için zorlanmayacaklarını düşünüyorum.
“Dünya Sefalet Endeksi’ne göre Türkiye Avrupa ülkeleri içerisinde birinci sırada”
Soru: Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu bir ülkede, yoksulluktan en çok etkilenenlerin kadınlar ve çocuklar olduğu düşünüldüğünde mevcut tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Derya: Son iki yıldır pandemiden dolayı küresel kriz yaşanıyor. Bizim Türkiye ile ekonomik bağımlılık ilişkisi içinde olmamız, Türkiye’deki iktidarın aldığı kararların bizim duhulumuz olmadığı halde sürekli bizi etkiliyor olması dayanılmaz bir noktaya geldi. Türkiye yönetiminin TC Merkez Bankası gibi bağımsız kurumlara müdahale etmesinden dolayı Türkiye giderek yoksullaşan bir ülke. Dünya Sefalet Endeksi’ne göre Türkiye Avrupa ülkeleri içerisinde birinci sırada, dünyadaki 156 ülke içerisinde 21’inci sıradadır. Türkiye’deki işgücü eskiden AB’ye yeni katılmış ülkelerle kıyaslanırken, şimdi iş, ücret ve sosyal güvenlik politikaları açısında İran ve Afganistan seviyesindedir.
Biz Türk lirası kullandığımız için Türkiye’deki enflasyonist etkileri 2-3 katı yaşayan bir ülkeyiz. Türkiye’ye TL kullanıyor olmaktan kaynaklı bir enflasyon maliyeti ödüyoruz ve bize bu anlamda para geri dönüşü yok. Onun dışında taahhüt edilen paralar da gelmiyor. Örneğin Türkiye, savunma bütçesine taahhüt ettiği parayı göndermediği için biz yüksek faizle 80 milyon borçlanıp, askerin ödenmesi için harcamak durumunda olduk. Reel sektöre 11 milyon gibi az bir para ayrıldı geçen günlerde… 11 milyon, 80 milyonun sekizde biridir. Yüksek faizle 80 milyon borç alındı ve şu an borçlanma limitlerimiz de doldu. Bu 80 milyon, örneğin sağlık, eğitim, altyapı hizmetleri, dar gelirlinin alım gücünün düşmemesi, reel sektörün yüzdürülebilmesi için kullanılsaydı, durumumuz şimdikinden daha iyi olurdu. Şimdi en dar gelirli kesimler, yani emekliler, asgari ücretle çalışanlar ve bulundukları sosyolojik konum dolayısıyla daha dezavantajlı durumda olan kadınlar, engelliler, yaşlılar ve çocuklar mağdur oldu.
“Ülke batıyor ama birileri hala ‘vatan, millet, sakarya’ modunda”
Yeni bütçede eğitim ve sağlık alanlarında kesintiye gidiliyor, oysa diğer taraftan din işleri için %23 enflasyon oranında bir artış öngörülüyor ki o %23 enflasyon doğru değil. Çünkü Türkiye’de bağımsız araştırmacılar ve ekonomistler “enflasyon %49.8’dir” diyorlar. Türkiye’de enflasyon % 49 ise, herhalde bizde %50'leri aşmıştır. Buna rağmen sosyal politikalar için gösterilen enflasyon oranında bile artış yapmıyorlar. Sosyal yardımın, dulluk maaşının, engellilik maaşının artırılması gerekiyor. Asgari ücretliye artış yapmayı çok geciktirdiler, % 13 buçuk civarında bir artış yapılmıştı. Sadece son 2-3 haftanın içinde bile,TL korkunç değer kaybetti. İnsanlar nasıl geçinecek? Su, elektrik, tüp gaz pahalı, gıda fiyatlarında 2 yılda %60’a yakın bir artış var. Son 2 buçuk yılda %65-70 oranında fakirleştik. Bu ne demektir? Çalışıyorsun, çalıştıkça fakirleşiyorsun. İnsanlar geçinemiyor, piyasa çok korkunç durumda. Her şey döviz üzerinden olduğu için ülke batıyor ama birileri hala “vatan, millet, sakarya” modunda...
“Artık stabil bir para birimine geçmemiz gerekiyor”
Soru: Biz de, Türkiye de TL kullanıyoruz ancak Türkiye’den ithal ettiğimiz her şey döviz üzerinden oluyor...
Derya: İş hamasete gelince “Anavatan-yavruvatan”, “etle tırnak gibiyiz", deniyor ama diğer taraftan Türkiye’den ithal edilen bütün mallar aslında döviz üzerinden geliyor, Türkiye’nin Kıbrıslı Türklere “bahşedermiş” gibi verdiği o krediler TL olarak verilip, dolar olarak borca kaydediliyor. Artık stabil bir para birimine geçmemiz gerekiyor.
Şunu unutmamamız gerekir ki, Kıbrıs’ın kuzeyi AB müktesebatı askıya alınmış bir AB toprağıdır, Türkiye’nin bir vilayeti değildir. Yani bize 74 sonrasında “Türk Lirası kullanacaksınız” diyerek Kıbrıs Lirası mevduatlarımıza el koyanlar, bunu bir Türkleştirme politikası olarak yaptılar. Peki biz şu anda AB müktesebatı askıya alınmış bir AB toprağı olarak, kolay olmadığını bildiğimiz halde, artık Euro’ya geçmeyi konuşmak zorunda değil miyiz? Elbette ki bununla ilgili bir çok teknik süreç gerekiyor, bulundurmanız gereken rezervler var ama biz bunu konuşmakta geç bile kaldık.
“(Türkiye’deki siyasiler), bizim adımıza konuşuyorlar bizimle birlikte değil”
Türkiye’deki siyasilerin verdiği kararlara hiçbir etkimiz yok. Ama onların verdiği her kararın sonucunu biz de yaşıyoruz, bizim adımıza konuşuyorlar bizimle birlikte değil. Türkiye istediğini alıncaya kadar Kıbrıs’ta kimsenin kabul etmediği iki devletlilik, eşit egemenlik gibi eski çözümsüzlük politikalarını tedavüle sokmuş durumda. Bu iş Cumhurbaşkanı’nın “Altar’ın oğlu Tarkan”, “Malkoçoğlu” edebiyatı yapmasıyla hallolacak bir durum değil. Diğer taraftan Anastasiadis’e bakıyorsun, Anastasiades BM’de konuşma yaparken Ersin Bey koridorlarda Guterres’le rastlaşmaya çalışıyor, Özgürlük Anıtı’nın önünde selfi çekerek aslında hiçbir şey yapmıyor. Veya Anastasiadis geçen haftalarda COP26 zirvesinde konuşurken, küresel iklim kriziyle ilgili Kıbrıs Cumhuriyeti’nin neler yapacağını, kaç para ayırdığını anlatıyordu. Ersin Bey de aynı günlerde burada Mersin Ticaret ve Sanayi Odaları’na KKTC’nin cazibe merkezi olduğu yalanını söylüyordu.
“Bilgisizlik üzerine söylenen yalanlarla siyasetin ne kadar yavanlaştığını görüyoruz”
Sayın Talat döneminde KKTC yine tanınmış bir devlet değildi ama Cumhurbaşkanlığı ofisinin Brüksel’le çok ciddi temasları vardı. Hem AB delegasyonlarıyla, hem de BM delegasyonlarıyla düzenli yapılan istişareler vardı. Şu anda çok önemli bir süreçten geçiyoruz. Tarım politikalarımızı küresel iklim krizine göre şekillendirirken, bir yandan da hellim tesciline göre hayvancımızı hazırlamamız gerekiyor. Hellim tescili konusunda düzenlenen tüzüğe göre yapılması gereken bir takım işler var. Ersin Tatar hala daha Bureau Veritas’ı bir Rum kurumu sanıyor. Arama motoruna yazsanız, Bureau Veritas’ın Türkiye’de 30 yıldır denetim yapan uluslararası bir kuruluş olduğunu görürsünüz ama bunu bile saptırıyorlar. Bilgisizlik üzerine söylenen yalanlarla siyasetin ne kadar yavanlaştığını ve niteliğinin düştüğünü görüyoruz.
“Sosyal bir devletten bahsetmek mümkün değil”
Soru: 2022 Mali Yılı Bütçe Yasas Tasarısı komitede tamamlandı, Genel Kurul’da görüşülecek. Bu bütçeyi toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe olarak ne kadar tanımlayabiliriz? Sağlık ve eğitimdeki kısıtlamalara baktığımızda sosyal bir devletten bahsetmek ne kadar mümkündür?
Derya: Sosyal bir devletten bahsetmek mümkün değildir. Mesela Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’ne (TOCED) ayrılan rakam 77 bin 4 yüz TL. Bu da belki bir personel alınmasına yetebilir. Daha sonra bunları yürürlüğe koyacak bir iktidar olursa belki tadil bütçe yapılarak eklemeler yapılabilir.
Bizdeki sosyal politika anlayışında bir aksaklık var. Mesela Sosyal Hizmetler Dairesi yaşlılara, çocuklara, engellilere, kadınlara aynı anda tam kapasite hizmet vermeye çalışan bir daire... Bu dairenin belli hizmetler konusunda ihtisaslaşmış birimlere ayrıştırılması lazım. TOCED, Sosyal Hizmetler Dairesi’nin üzerinden şiddete maruz kalanlar, ekonomik hayata dahil edilmesi gereken kadın işgücünü ve LGBT bireyleri alıp, bu konuların ihtisaslaşmış personel tarafından yürütülmesini öngören bir yaklaşımla kuruldu. Şahsen çocuklarla ilgili de böyle bir birim açılması gerektiğini düşünüyorum. Bunu Sosyal Hizmetler Dairesi altında bir büro olarak da tesis edebiliriz ama makbul olan ayrı bir daire kurulmasıdır.