Çocuklar Çiçektir
Çocuklar Çiçektir
Öyküler yarıştı -2-
Öykü yarışmamızda dereceye giren öykülerimizi geçtiğimiz sayıda yayınlamaya başlamıştık. İki grupta birinciliği alan öykülerden sonra bu hafta da iki grupta ikinciliği alan öyküleri yayınlıyoruz. YENİDÜZEN-Deniz Plaza Öykü yarışması bu yıl da geçen yıl olduğu gibi öğrencilerin öykü üretmelerine fırsat yaratmaya devam etti. Bugünkü öykülerden biri “Küçüğüz ama bizim de haklarımız var” konusunu seçti, diğeri ise “Eski masallarımız, oyunlarımız ve biz” konusunda öykü üretti.
Huriye Gülpınar
8B / 14 yaş
Türk Maarif Koleji
Konu: Küçüğüz ama bizim de haklarımız var
Çocuklar Çiçektir
Dünyaya açılan kapıdan baktığımda ileriyi göremiyordum, her şey sisler içindeydi ve ben de tam eşikte duruyor, hem ürküyor hem de ileri atılmak için sabırsızlıkla bekliyordum. Ne de olsa İngiltere’nin en iyi üniversitesinde son sınıf öğrencisi olmak kolay bir şey değildi.
Bir gün, tüm çizim projelerimi almış, küçük ama sevimli evime dönerken, yeni verilen fakat bölümle alakası olmayan bir proje bana küçüklüğümü anımsatmıştı. Küçükken her zaman bu günlerin hayalini kurar, projelerimi, arkadaşlarımı düşler, daha sonra da adım adım hayata ilerleyerek, Kıbrıs’a dönüp bir iş yerim olduğunu, her gün farklı farklı projelere imza attığımı düşünürdüm. Şu başka ülkelerde okuyup da geri dönmeyenleri de hep kınamışımdır. “Kıbrıs battı, artık orda iş falan olmaz” diyenlere de hep kızardım. “Sen eğer okuyup ülkene geri dönmeyerek onu kalkındırmayacaksan, okumanın ne alemi vardı ki? Buna adeta ot gelip ot gitmek denirdi.”
Ben hayatım boyunca en iyi olmaya çalışmış, kendini mükemmeliyete adamış biri olarak Kıbrıs’a geri dönmekte ne kadar haklıyım acaba diye kendimi sorgulamaya başlamıştım. Artık pembe çerçeveli gözlüklerim çatlamaya başlamıştı, etrafı şeffaf bir gözlükle yani her rengiyle görebiliyordum. Bana bunları düşündüren projenin konusu ise “Ülkenizdeki küçükler ve hakları”ydı. İki haftalık bir tatilimiz vardı, ben de bunu değerlendirip her şeyimi topladım ve projemi yapmak ve ailemi görmek üzere Kıbrıs’a döndüm.
Bir hafta dolmuştu; fakat ben projeme daha tek bir nokta bile koymamıştım. Hiçbir hoca notlarını benim dalgalı kahve saçlarım ve ela gözlerim için verecek değildi. Bu yüzden bir yerlerden başlamam gerekiyordu. İlk olarak birkaç özel okula gittim. Her şey ne kadar gelişmişti. Çocuklar derslerini tabletle yapıyorlar, okul çantası taşımıyorlardı. Öğretmenleriyse çok güzel eğitim görmüş insanlardı. Daha sonra, devlet okullarını gezmeye başladım. Hepsi birbirinden ayrı felaketti. Çocuklar okullarına adeta “eşek ölüsü” taşır gibi gidip geliyorlardı. Her gün kara tahtalara sürülen o tebeşirlerin tozlarını yutmak zorunda kalıyor, çocukların kanser olmalarına sanki bir destek sağlanıyordu. Sınıflardaki klimaların bir gün çalışıp, diğer gün çalışmamasından çocuklar kat kat kıyafet giymek zorundaydılar. Peki ya gelecekten ümidi olanlar, onlar ne yapacaklardı? Bu okullarda harcanacaklar mıydı? İlk günüm böyle geçmişti. Kahve ve siyah renkli iki karton almıştım. Kahve her şeyin mükemmel olmasını gösteren bir renk olduğundan onu özel okullarda çektiğim fotoğraflarla renklendirdim; siyah ise umutsuzluğu temsil eden bir renk olduğundan onu da devlet okullarında çektiğim fotoğraflarla süslemiştim. İkinci gün, bünyemin ne kadar kaldırmayacağını bilsem de birkaç dernek ziyaret etmeye karar verdim. İlk olarak Engelliler Derneği’ne gittim. Dışarıdan bakıldığında farklı görünüyordu. İçeri girdim, birçok çocuk evinden alınıp oraya kadar getiriliyor, tedavisini görüyor, hoş vakit geçiriyor, yapabilenlerle güzel aktiviteler yapılıyor ve evlerine geri bırakılıyorlardı; fakat imkanı olmayanlar eğitim alamıyorlardı; nitekim ülkemizde bu konuda öğretmen de yoktu. İkinci durağım, Kanserliler Derneği olmuştu. Gördüğüm kadarıyla işlerini yapıyorlardı fakat gereken ilgiyi özenle göstermiyorlardı. Zaten orada kısa bir süre kalabildim. Çocukların hali kötüydü ve onları eğlendirmek, hayata bağlamak için hiçbir çaba sarf edilmiyordu. Birkaç derneğe daha gittikten sonra onların da sadece orda oturduklarını anladım ve sinirlerim tepemde eve geldim. Sarı ve gri renklerde iki karton almıştım. Sarıyı umudun, ilginin ve iyimserliğin rengi olduğu için Engelliler Derneği’nde kullandım. Griyi ise sessizliğin simgesi olduğundan Kanserliler Derneği için kullandım. Fakat halen daha projemin başlığını bulamamıştım. Üçüncü gün hastaneye gitmeye karar verdim. Odalar ne kadar rahat olmasa da çocuklara gereken tedavi yapılıyordu; fakat çocukların tek sevinci yıkılmaz bir kale gözüyle baktıkları aileleriydi. Peki ya aileleri olmayanlar? Onlar ne yapıyorlardı? Hastaneden çıkıp yetimler yurduna gittim. Gözlerinde hüzün; fakat ufacık da olsa umut pırıltıları kalmış yüzlerce çocuk vardı. Ailelerinin olmama yükünü taşıyan birçok çocuk, suratsız öğretmenlerini de çekmek zorunda kalıyorlardı. İlk önce öğretmenlerin sahte gülücüklerle kibar tavırlarına kanmıştım; fakat daha sonra şu masum, küçücük çocukların mahvolmuş hayatlarına onların da kömür attıklarına şahit oldum. Beyaz ve yeşil karton alıp evime döndüm. Ölümü simgeleyen beyaz, aynı zamanda öteki hayatın başlangıcı sayılıyor ve bu renk genellikle çatışmadan uzak, farklı ve özgür bir dünyanın arayışı içinde olan insanların kullandığı renktir. Beyaz kartonumu da diğerleri gibi hazırlamıştım. Çocukların her birinin birer çiçek olmasından dolayı hazırladığım her kartonu yaprak şeklinde kestim. Yeşil dikkatin rengi olduğundan çiçeğin göbeği olması için yuvarlak kestim. Ertesi gün gittiğim her yere yeniden giderek her birinden birer çocuk seçtim. Engellisinden kanser hastasına, zengininden fakirine, çocukların hiçbir kötülüğü, olumsuzluğu hak etmediğini anlatmak için bir grup oluşturduk ve Cumhurbaşkanlığına gittik. “Çocuklar çiçektir, onlar sevgiyle büyür. Bugünün çocuğu yarının büyüğüdür” sloganıyla büyük ilgi toplamış ve birçok çocuğun duygularına tercüman olmuştuk. Birkaç ay sonra için de, “çocuklar çiçektir” adlı bir proje uygulaması yapılmasına karar verilmişti ve sanırım artık benim de Kıbrıs’a dönüp dönmeme gibi bir kaygım yoktu artık; çünkü çocuklar bile olsa el ele verilince her şeyin olabileceğini anlamıştım…
Çiçeğimin göbeğine de ne yazacağımı bulmuştum; projemin çocukların dilinde olması için adını “Küçüğüz ama bizim de haklarımız var” koymuştum.