Çocuklarımız Malımız Değildir -3-
Umut Özkaleli: Çocuklar korunmaya muhtaçtır; annelerin ve babaların çocuklarını en iyi ve bilinçli şekilde koruyabilmeleri arzulanan bir durumdur
Umut Özkaleli
Bundan önceki iki yazıda çocuklarımızı “malımız” gibi algıladığımızı ve insan hakları olan bireyler olarak görmediğimizi iddia etmiştim. Dahası, yaşanmış bazı olayları örneklendirerek toplumumuzdaki çocukların -basit gibi görünen ama çok ciddi boyutlara ulaşabilen- sorunlarını irdelemiştim. Bu iki yazıda üzerinde durduğum ve özellikle eleştirdiğim noktalardan biri, polisten, işletme sahiplerine ve anne-babalara kadar herkesin çocuklarla ilgili bütün sorumluluğu anne babalara yükleme anlayışıdır. Bu sorunlu bir durumdur; çünkü şanssız bir şekilde, anne babaları tarafından iyi bakıl(a)mayan çocuklar, kötü muamele görmekte, kendilerinin yararına olan şeyleri bilemedikleri için zararlı şeyler yapabilmekte ya da tehlikeli durumlara düşebilmektedirler. Israrla düşünmek istemediğimiz gerçek ise içinde yaşadığımız toplumdaki çocukların hepimizin sorumluluğunda olduğudur. Nasıl alışveriş merkezinde annesini kaybetmiş 3 yaşında bir çocuğu yüz üstü bırakamazsak, 16 yaşında araba kullanan, içki içen ya da 10 yaşında sigara satın alan bir çocuğu da yüz üstü bırakamayız.
Çocuklar korunmaya muhtaçtır; annelerin ve babaların çocuklarını en iyi ve bilinçli şekilde koruyabilmeleri arzulanan bir durumdur. Ancak anne babalar bunu yapamadıkları anda “Sosyal Hizmet Uzmanları”nın konuya dahil olup ailelerle düzenli bir iletişime geçmesi de bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu yerine getirmek için hepimiz sosyal bilinci yüksek vatandaşlar olarak çocuklarımıza sahip çıkmak, alkol veya sigara satın aldıklarında polise haber vermek durumundayız. Babaları/anneleri alkol içirirse, döverse, polisi aramamız ve şikâyet etmemiz gerekmektedir. Polisin de “bunlar önemsiz meselelerdir” demeden yasanın öngördüğü şekilde meseleyi Sosyal Hizmetlere sevk etmesi gerekmektedir. Sosyal Hizmet Uzmanları, aile fertleri arasında sağlıklı iletişim kurulmasını desteklemek, aileleri bilinçlendirmek ve kabul edilemeyecek davranışlar konusunda aileleri bilgilendirmek zorundadırlar. Ayrıca, çocukların gereken şekilde bakımının sağlandığından emin olmaları gerekmektedir. “Kıbrıslıların çocuklarını çok sevdiği” inancı birçok yanlışımıza gözümüzü kapatmamıza yol açtığı için sevginin yeterli olmadığı, bilinçlenmenin ve doğru davranmanın sevgiyle birleştirilmesi gerektiğini artık sürekli olarak hem kendimize hem de çevremizdekilere tekrarlamalıyız.
Tepkisel bir şekilde yanlışımız işaret edildiğinde gururumuzu kurtarmak derdine düşmeden bir adım geriye çekilip kendimize bir ayna tutmalıyız. Yanlış yapmak insana özgüdür, ama o yanlışların farkına varmayı reddetmek suçtur. Çocuklarımıza bizim illa ki hep doğruyu bildiğimizi, hiç hata yapmadığımızı düşündürmek gibi bir derdimiz olmamalıdır. Tam tersine, insan olduğumuzu, hata yapabileceğimizi açıkça ortaya koymalıyız; yanlışlarımızı fark ettiğimizde özür dilemeli ve kendimizi değiştirmeliyiz ki onlara da hatalarını inkâr etme yerine düzeltme imkânını verebilelim. Eninde sonunda bizim her şeye muktedir süper kahramanlar olmadığımızı ve insan olduğumuzu fark edeceklerdir. Bunu erkenden bilirlerse sorgulamayı da öğrenirler. Onlara olumlu yaklaşır ve zihinsel gelişimlerini önemsersek “doğru müdahalelerimizi” kabul etmeleri kolaylaşabilir. Sorgulamayı alışkanlık haline getirirsek, çevrelerinde kendilerine zarar verebilecek insanların telkinlerinin peşinden gitmemeyi öğrenebilirler. Çocuğunu, kendinin hata yapmadığına/yapmayacağına inandıran, onun içki içmesine sesini çıkarmayan ve ardından da kendi çocuğunun arkasına saklanarak “benden izinsiz bir yudum içti” diyen bir baba düşünelim... Sizce, sözünü ettiğim babanın çocuğu, alkol almış bir arkadaşının arabasına binmemek konusunda ne kadar direnç gösterebilir? Çevrenizdeki çocukların kaç tanesi ehliyeti olmayan bir arkadaşının tüm ısrarlarına rağmen arabasına binmeyi reddedebilir? Kaçı “arkadaş baskısı”nın üstesinden gelebilecek bir kişilik gelişimine uygun büyütülmektedir? Çocukların, anne babalarının da (kendileri gibi) bir insan olduğunu bilmeleri ve hata yapabileceklerini anlamaları, onların gözünde anne babanın otoritesini sarsmaz, tam tersine onlara olan güvenini artırır ve en büyük hatalarını bile anne babalarıyla paylaşarak çare aramaya yönelebilirler. Hatasız olan (!) annelerin babaların çocukları, kendilerini de hep hatasız görür ne yazık ki...
Bir başka açıdan soruyu yöneltirsek, kaçımız çocuklarımıza hatalarının sonuçlarıyla yüzleşme sorumluluğunu veriyoruz? Yıl boyu çalış dedikten sonra sınıfta kalmalarına ve bunun sonucuna katlanmalarına fırsat veriyor muyuz, yoksa öğretmen ve müdürle konuşup sınıf mı atlatıyoruz? Alkol aldığı için kaza yaptıklarında kaçımız ehliyetlerinin ellerinden alınmasını kabul ediyoruz? Bir “tanıdık” bularak çocuklarımızın kendi hatalarının sonuçlarına katlanmalarına ve sorumlulukla hesap vermelerine engel mi oluyoruz? Tüm bunlardan sonra da “sorumsuz bir millet” olduğumuzdan mı yakınıyoruz?
Buraya kadar sadece ve sadece çocukların birey olarak haklarını tanıyıp onlara yardım elimizi uzatma ve gerektiğinde de sorumluluk alabilmelerini öğretme gerekliliğinden bahsettim. Bir insanın hakları çiğnenirken ya da hayatı tehlikeye atılırken “bana ne” demek insan onuruna yakışmaz; çocuğun haklarının ihlaline dur demek gerekir. Ancak konu burada bitmemektedir. Toplumsal olarak da dur demek, sessiz kalmamak gerekmektedir. Aslında toplumsal olan aynı zamanda biraz da bencil olandır. Toplum zarar gördüğünde bizler de bireyler olarak zarar görürüz. Yani en çok kendimizi seviyorsak bana ne demememiz gerekmektedir. 11 yaşında bira içmeye teşvik edilen bir çocuk, düzenli aralıklarla alkol kullanmasının sonucunda 18’ine geldiğinde alkol bağımlısı bir birey olacaktır. Ülkemizde yetişkinlerin aymaz bir şekilde “ben içince daha dikkatli araba kullanırım” dediği bir ortamda yaşıyoruz. Arkadaşlar arasında içki içmeyen bir kişinin sürücü olma sorumluluğunu alacağı ya da eve taksiyle gidilecek bir kültürü oturtmak şöyle dursun “o, bu ülkede olamaz, unut” denildiğine göre küçük yaşta alkole alıştırılmış çocuğun, alkol etkisi altında araba da süreceğini görebilmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Çocuk yaşta alkole alıştırılmış genç, direksiyon hâkimiyetini kaybettiğinde, el bebek gül bebek büyüttüğünüz çocuğunuzu ezip geçtiğinde “ahbabımdır, arkadaşımdır, iyi adamdır, büyütmeye gerek yok, alt tarafı bir yudum içivermiş, kapatalım gitsin” diyen polisi sorumlu görmeyecek miyiz? “Anası babası düşünsün, alkol içmesini kontrol etsin” diyen işletme sahibi olarak, anasının babasının düşünmediği çocuk, sizin çocuğunuza arabayla çarparak öldürdüğünde kendinizde bir suç bulmayacak mısınız? Ailesinin ses çıkarmadığı ve alkol almasına izin verilen bir arkadaşından etkilenerek, alkol komasına giren çocuğunuzun başında beklerken “bu ailevi bir meseledir, babaların çocukları ile ilişkisine karışılmaz” diyerek suç olan bir davranışa sessiz kaldığınız için başınıza bunların geldiğini görebilecek misiniz?
İnsanların değerlerine karışamayız. İnsanların çocuklarına hangi dini inancı verdiklerine veya onları hangi ideolojiyle büyüttüklerine karışamayız. Dayak, sözlü şiddet, sigara ve alkol içirmek, yanlarında sigara içmek, cinsel, duygusal ve fiziksel saldırıda bulunmak değer değildir. Bunlar insan haklarını ihlal eden meselelerdir, ailevi ve “özel” meseleler değildir. Çocuklar korunmaya muhtaçtır ve henüz yetişkinler gibi kendi haklarını arayamayan bireylerdir. Onları korumak sosyal sorumluluğumuzdur.
Sosyal sorumluluğu yerine getirmek bu ülkede kolay bir iş değildir. Ödüllendirilmeyi bir kenara bırakın “cadaloz, dırdırcı, onun bunun işine karışan kavgacı karı/herif” olarak damgalanabilirsiniz. Her adımında sorunlar vardır sosyal sorumluluk sahibi olmaya çalışmanın. Anne-babaları, küçük çocuklarını gözetimsiz kamusal alanda yalnız bıraktıklarında, çocuklarına vurduklarında, içki-sigara satın aldırdıklarında, içki içirdiklerinde polise şikâyet etmenin aklımıza gelmemesi sorunun birinci adımıdır. Bunu yaptığımızda polisin tutanak tutmaması ya da tuttuktan sonra olayı Sosyal Hizmetlere aktarmaması, maddi ceza kesmemesi, adalete sevk etmemesi sorunun ikinci adımıdır. Ama bu sorunların olması vazgeçmek anlamına gelmemelidir.
Devletin çarkları şu anda demokratik hak kullanmaya çalışıp protesto yapanların üzerine saldırmak için çalışıyorsa, bizlerin durmadan, dinlenmeden ve en önemlisi yılmadan taleplerimizi ortaya koymamız ve devleti, çocukları ve mağdur edilen grupları koruma görevine çağırmamız gerekmektedir. Polis bunu yapmayı reddettiğinde bunu bir sorun haline getirmeliyiz. Adımızı ortaya atmak istemezsek de konuyu takip edecek insanlarla iletişime geçmeliyiz. Polislerin kendi içlerinde de bunu mesele haline getirmesi, yasayı uygulamayan polisleri uygulamak için yönlendirmesi gerekmektedir. Sonuç itibarı ile amirlerimiz bize olayı hasıraltı etmeyi emrettiklerinde aslında yasa dışı bir emir vermektedirler. Yasal olmayan emirleri üstlerimizden aldığımızda uygulamama sorumluluğumuz vardır. Bilinç, hem vatandaş olarak yaşarken hem de resmi görevlerimizi yerine getirirken gereklidir! Haklarımızı, sorumluluklarımızı ve görevlerimizin sınırlarını bilmek durumundayız.
Devleti dönüştürmekten söz ediyoruz ve haklarımızı çiğneyen bir devlet istemediğimizi sokaklarda sürekli haykırıyoruz. Hakları çiğnenen çocuklarımızın emniyet kemersiz arabalarda gitmesini dert etmiyoruz örneğin... Vatandaş, devleti dönüştürebilir. Artık siyasi partilerimiz o görevi üstlenmek istemediklerine göre devleti dönüştürmek vatandaşlar olarak her günkü uygulamalarımızla bize kalmıştır. “Nasıl bir devlet?” sorusunun cevabı “adaletli, mağdurun haklarını gözeten ve ezilmesinin önüne geçen bir devlet” ise, hepimiz, o devlet, mağdurları koruyana dek sesimizi yükseltmeliyiz. “İçinde yaşadığımız toplumda çocuklara sahip çıkan bir devlet istiyoruz” diye düşünmeli ve bunu taleplerimizle hayata geçirmeliyiz.
Çocuklarına sahip çıkan bir toplum, sağlıklı, mutlu, haklarından haberdar ve sosyal bilinci yüksek bir nesil yaratır. Böyle bir nesil sizce ülkesinin bağımsızlığını statü, mevki, para ve çıkar için başka bir ülkenin elitlerine teslim eder mi? Herkes “ne yapmalıyız” diye soruyor, cevabı çok basit: Çocuklarımızı özgür beyinler olarak büyütmek için sorgulayıcı olmalarını teşvik etmemiz gerekmektedir. Alkol, uyuşturucu ve şiddet bağımlılığı özgür düşüncenin önündeki en büyük engellerden birkaçıdır. Alkol, uyuşturucu ve şiddetten çocukları uzak büyütmenin, sizin evde verdiğiniz alışkanlıklardan başladığını kendinize sürekli hatırlatın, bilinçli çocuk büyütmek için konuşun, sorun, okuyun, öğrenin, hatalarınızdan ders çıkarın ve onları tekrar etmeyin. Başka ülkelerden gelen insanlara aşağılayıcı sıfatlar takmayın, çocuklarınıza bu sıfatları öğretmeyin. Başka gruptan insanlara küfür etmeyin, onlarla ilgili fıkra anlatmayın, öfke ve nefret aşılamayın. Kadınlarla erkeklerin eşit haklardan yararlanmadığını gördüğünüzde sesinizi çıkarın. İşe alım ilanlarında “erkek olması” şartlardan biri olduğunda bununla ilgili bir şikâyet mektubu yazın. Üst komşunuzun karısına dayak attığını duyduğunuzda polise telefon açın. Engelli bireylerin yerine park etmeyin, çocuklarınızın birbirine “özürlü” diye hakaret etmesini sorun edin, kimseye “sakat, özürlü” diye siz de küfür etmeyin. Oğlan çocuklarınızı “erkek” olsunlar diye kadın ticareti yapılan yerlere götürmeyin. Siz de gitmeyin.
Haklarını her günkü yaşam alanında arayabilen bireylerden oluşan bir toplum, politik olarak kendisini kolonize eden, tahakküm kuran, baskı altına alan ve ezen kendi politik elitlerine de, başka devletlere de, dur deme yetisini geliştirir. Bunu geliştirmek için çalışmayan toplumlar, bir tahakküm sisteminden başka bir tahakküm sistemine, bir devletin baskısından başka bir devletin baskısına tabi kalmaktan kurtulamaz.
Çocuklarımızı malımız gibi görürsek birilerinin malı olmayı kabul etmişiz demektir. Çocuklarımız insandır. Hakları olan bireylerdir. Bağımsızlığımızın bir yolu da çocuklarımızı birey olarak görmekten geçmektedir.