"Çocuklarımızı cehalete gömdük"
Adıyaman’daki depremde İsias Otel enkazından sağ kurtulmalarına rağmen çocuklarını kaybedip, derin bir acı yaşayan Esra Özberkman ve Murat Aktuğralı YENİDÜZEN’e konuştu...
Ayşe GÜLER
Adıyaman’daki depremde İsias Otel enkazından sağ kurtulmalarına rağmen çocuklarını kaybedip, derin hüzünle yüzleşen bir anne ve bir baba…
Günlerce enkaz başında evlatlarının sağ çıkmasını umutla bekleyen iki isim; Esra Özberkman ile Murat Aktuğralı…
Her ikisinin de gözleri yaşlı, yüreği yaralı…
İlk maçta alınan galibiyeti hep birlikte yenen yemekle kutlayan kafile, otele dönmelerinden 7 saat sonra depremle yüzleşiyor.
“Büyük bir gürültü duyduk… İnanılmaz şiddetliydi. Sarsıntı 15-20 saniye sürdü…” diye anlatıyor her iki isim ve ekliyor: “O an aklımıza gelen tek şey çocuklarımızdı. Ama adım atamadık, bina başımıza çöktü…”
Sonrasındaki süreç ise çaresizlikle geçiyor…
Her şey yolunda gitseydi, sabah 08.00’de otelden ayrılıp, kafileyle birlikte ikinci maçlarına gideceklerinden bahsediyorlar.
‘Umut tacirliğine’ isyan ediyor her iki isimde, enkaz başında beklemek kadar ailelerini teşhis etme sürecindeki acıyı anlatmakta güçlük çekiyorlar.
Zaman zaman kelimeler boğazına düğümleniyor acılı anne Esra Özberkman’ın, “Ben hala kendimde değilim, olayı kabullenemedim. Sanki hepsi bir yerdedir, geri gelecekler gibi geliyor” diye anlatıyor.
Özberkman, “Bir sürü sesli mesaj atıldı. Ailelere tek tek fotoğraf atıyorlardı, çocuklarınız burada diyorlardı” diyerek, “Umut tacirliği yapıldı, hepimiz inanmak istedik. Sonrası daha kötü oldu” şeklinde konuşuyor.
“1974’te savaşta Mağusa’da 34 kişi hayatını kaybetmiş. Şimdi 35 kişi… O savaştı, bu bildiğiniz cinayet… Savaştan da beter… Bir nesil yoktu… Bir sınıfımız artık yok” diyerek acıyı özetlemeye çalışıyor.
Oğlu Aras Aktuğralı’yı kaybeden acılı baba Murat Aktuğralı da “ Bunlar olurken, imar affından bahsediliyor. Yapılmaması gereken, bizi daha da huzursuz eden şeyler. Çocuklarımızın ölüm nedeni imar affı... Başka çocuklar ölmesin” diyerek hükümete sesleniyor.
Aktuğralı, “Çocuklar her türlü siyasetin mahkumu oldu. Bu çocuklar şampiyonaları neden Türkiye’de oynuyor? AB, çocukları sosyal kültürel aktivitelere neden kabul etmiyor?” diye sorarak, “Evlatlarımız siyasi ranta kurban gitti. Çocukları cehalete gömdük. İçimi en çok acıtan da buydu…” diyor.
Her ikisi de hukuki sürecin takipçisi olacağına vurgu yapıyor, destek veren herkese teşekkür ediyor.
Oğlu Aras’ı kaybeden acılı baba Murat Aktuğralı:
“Otelden 8.30’da ayrılacaktık, olmadı…”
“Pazar günü çocuklarımız ilk maçlarını yaptı. Saat 14.00’te erkek takımımızın maçı vardı. Tüm veliler, gelip erkek takımına destek olmuşlardı. Saat 16.00’da da kız takımımızın maçı vardı. Her iki takım da maçlarını kazandı. Daha sonra 18.30-19.00 gibi bir restoranda birlikte yemek yedik. Veliler, öğretmenler hepimiz birlikteydik. Otel yürüyüş mesafesindeydi, saat 20.30-21.00 gibi gittik. Çocukların ertesi gün sabah 10.00’da maçları olduğu için otelden 8.30’da ayrılacaktık. Hava çok ve yağmurluydu. Hatta Pazar günü kar yağmıştı.”
“Deprem anına kadar, iki kez uyandım”
“ Otele geldikten sonra birkaç öğretmen ve velilerle lobide sohbet ettik. Saat 00.00’a kadar sohbet ettik, maçları konuştuk, çocukların performanslarını değerlendirdik. Ben 00.00 gibi odama gittim. Sabah 04.20, yani deprem anına kadar garip bir şekilde iki kez uyandım. Çok ağır bir uykuda değildim.”
“O an aklıma ilk gelen çocuklarımız oldu. Erişebilir miyiz diye düşündüm ama mümkün değildi”
“Deprem başladığı anda, telefonumu alıp, yatakla duvar arasına oturdum. O an aklıma ilk gelen çocuklarımız oldu. Erişebilir miyiz diye düşündüm. Ancak otel binası anlatılmaz şekilde sallandı. Adım atacak durum yoktu. Sadece olduğum yerde oturup, duvarlarla konuşuyordum. Kendi kendime ‘dayan, dayan…’ diyordum. Çünkü yapabileceğim tek buydu. Tüm bunları aklımdan geçirirken, bina başımıza çöktü. İnanılmaz şiddetliydi… 15-20 saniye sürdü, olanlar oldu.”
“Birkaç adım attıktan sonra, üçüncü katın binanın en üst katı olduğunu gördüm”
“Bina yıkıldıktan sonra şiltenin bir bölümü üzerimdeydi. Telefonum elimdeydi, ışığını açtım. İlk anda, hayatımın burada biteceğini düşündüm. Tabii ki çocuklar aklıma geldi. Ayaklarımın hareket edebildiğini fark edince, üzerimdeki yüklerden sıyrılarak, enkazdan çıkabildim. Birkaç adım attıktan sonra, üçüncü katın binanın en üst katı olduğunu gördüm. Kendimizi binanın damında bulduk. Yağmur yağıyordu, inanılmaz bir soğuk vardı.”
“Çocukların isimlerini çağırmaya başladık…”
“Çocukların isimlerini çağırmaya başladık. Oğlumu, Aras’ı çağırdım. Bir alt odadan Pervin hanım, ardından Recep bey çıktı. Her ikisi de kızlarının isimlerini haykırdı. Esra hocaya sesimizi duyurduk. O anda hayatta olduğunu anladık. Konuşmalar ve bekleme süresi yaklaşık 1.5 saat sürdü.”
“Oda enkazında bulabildiğim kıyafetleri giydim”
“Oda enkazında bulabildiğim kıyafetleri giydim. İki ayakkabı buldum. Recep’in hiçbir şeyi yoktu. Bir ayakkabıyı Recep’e verdim. Eşofman verdim. Yan odanın enkazından tanımadığımız kişiler çıktı. Hava çok soğuktu, onlara kıyafet verdik. Recep, Pervin hocanın bavulunu bulmuştu. O ne bulduysa üzerine giydi. Pervin hanımın tırnağı kopmuş, parmaklarından yaralanmıştı. Bavuldan sargı bezi gibi bir şey buldu, onlarla elini sardık. Ayakkabıları yoktu, giydirdik…”
“Yanımızdaki binalar ayaktaydı, ilk anda sadece bizim otelin yıkıldığını düşündük”
“İlk anda sadece bizim otelin yıkıldığını düşündük. Karanlığın içindeydik. Yanımızdaki binalar ayaktaydı. Tüm şehrin elektriği kesildi. Bizim otelin bulunduğu bölgenin 100 metre uzağında AB finansmanı ile yapılan kütüphane binası vardı. Sadece aydınlık olan bina oydu, hiç zarar görmedi. Zemine indikten sonra, bina enkazının etrafında turlayarak yıkıntının üzerine çıktık. Çocuklar diye bağırdık, ses duymaya çalıştık. Enkaz altında görebildiğimiz var mı diye baktık. Birkaç kişi sıkışmış vaziyette yardım bekliyordu, el gücüyle yardım etme durumumuz yoktu.”
“Eşime mesaj attım…”
“Yağmurun altında 1.5 saat bekledik. Hepimiz çok üşüdük. Binanın yanında Kızılay kan verme noktası olduğunu gördüm. Onun açık olabileceğini düşündüm. Gittiğimde, birkaç ailenin oraya sığındığını gördüm. İlk günün akşamına kadar burada kaldık. Esra hocada çıktığında yanımıza geldi.
Bekleme sürecinde telefonum yarım saat çalıştı. Bu sırada eşime mesaj attım, “Deprem oldu, ben iyiyim, çocukları arıyoruz’ dedim. İki veli, Enver ile Mehmet bana ulaştı. Onlara da durumu anlattım. 3 kişinin burada olduğunu, Esra hocanın enkazda sıkıştığını ama sağ olduğunu, çocukların hiçbirine ulaşamadığımızı, otelin tamamen yıkıldığını aktardım. Ardından Cumhurbaşkanlığı’ndan Anıl Kaya bana ulaştı. Ona da net olarak aynı bilgiyi verdim. Yardım anlamında kimi aramaları gerekirse bunu yapmasını söyledim. Sonrasında telefonum kesildi, sağlıklı çalışmadı.”
“İlk günkü bekleme sürecinde yalnızca 5-6 kişilik Jandarma ekibi ve AFAD ekibi geldi, onlar da kalıcı olmadı”
“İlk günkü bekleme sürecinde 5-6 kişilik Jandarma ekibi ve AFAD ekibi enkazın oraya geldi. Onlar da kalıcı olmadı. Enkazın olduğu noktaya bir vinç gelmişti, o da başka bir noktaya yönlendirildi. 3 gün sonra vinç bulabildik. Öğlen yeniden şiddetli bir sarsıntı oldu. O anda dışarı çıktık…”
“Toplum tek yürek oldu…”
“Canbulat Özgürlük Ortaokulu da bizimle birlikte hareket etmişti. Son gün, yer olmadığı için birkaç sokak ötedeki otele alındı. Enkazdan kurtulan kişiler ve aileler olarak toplumun tek yürek olarak hareket edebildiğini gördük. Herkes canla başla çalıştı. Kimse yanımızdan ayrılmadı. İkinci gün olsa da çalışmaların başlaması, yoğunlukta devam etmesi oradaki yerli halkı rahatsız etti. Çünkü başka hiçbir binada çalışma yoktu. 4-5’inci gün çalışmaların başladığı binalar vardı. O da kurtarmak için değil, enkazı kaldırmak içindi. İnanılmaz bir yokluk var.”
“Kıbrıs’tan gelen ekip, bizi alıp hep birlikte geri döneceğimizi düşünüyorlardı, ellerinde liste vardı…”
“Enkazdan sadece bizim ekibimiz değil, kim varsa herkesin cenazesi çıktı. Tüm ekibe minnet duygusu vardı. Kıbrıs’tan gelen ekip 18.30-19.00 gibi yanımıza ulaştı. Bizi alıp, hep birlikte geri döneceklerini düşünerek yanımıza geldi. Çocukların isimlerini listeye bakıp, sayıyorlardı. Bir tek Hayal’i bulamadıklarını söylüyorlardı. Enkazdan ilk çıkan bizdik, bunun nasıl olduğunu anlamadık. Daha birçok şey söylendi. Kurtarma odası veya otelin bodrum katı olduğu, çocukların koridorda görüldüğü hikayelerini bizden gelen ekiplerden duyduk. Ama öyle bir şey yoktu.”
“Eşim aradı. Oğlumun hangi hastanede olduğunu söyledi. Böyle bir şeyin olmadığını söyledim…”
“Çalışmalar devam ederken, telefonum bir anda çekmeye başladı. Kıbrıs’tan eşim aradı. Oğlumun hangi hastanede olduğunu söyledi. Böyle bir şeyin olmadığını söyledim. Kızım ‘Baba Aras’ı kurtarmışsın’ diyordu. Keşke böyle bir şey olsaydı… Eşime ben Türkiye’deyken sesli mesaj atılmış, henüz dinlemedim. Ama ağlayarak, “Murat abinin oğlu Aras’ı kurtardık” diyormuş.”
“İmar affından bahsediliyor. Çocuklarımızın ölüm nedeni imar affı...”
“Bir süre sonra umut yerini ümitsizliğe bıraktı. Veli, öğretmen ve çocuklarımızın cesetlerine ulaşılmaya başlandığında herkesin ilk aklına gelen şey, bina sahipleri, müteahhidin cezasız kalmamasıyla ilgili ne yapılabileceğiydi. Farklı örneklemeler almaya çalıştık. Kıbrıs’tan ekipler çağrıldı, video kayıtları alındı. Ben ümitliyim. Fadıl ve Serhan bey de oradaydı. Bizim hukukçularımıza güveniyorum. Bu işi takip edeceğiz. Umarım, Türkiye’deki hukuk sistemi de sağlıklı çalışır ki katillerin hak ettikleri cezayı almaları sağlanır. Bizim yaşadığımız ama Türkiye’de depremle karşı karşıya kalan herkesin yüz yüze kaldığı gerçek… Elle tutup, dokunduğumda bile sahteliği gördüm.”
“Çocukları cehalete gömdük. İçimi en çok acıtan da buydu”
“Antep-Adıyaman arası 2 saat otobüs yolculuğu yaptık. Yollar aşarak gittik. O an aklımda ‘Burada ne arıyoruz, çocukları neden buraya getirdik?’ sorusu vardı. Çocuklar her türlü siyasetin mahkumu oldu. Bu çocuklar şampiyonaları neden Türkiye’de oynuyor? AB, çocukları sosyal kültürel aktivitelere neden kabul etmiyor? Çocuklarımız oradaki siyasi ranta kurban gitti. Bu binada hiçbir şey düzgün yapılmadı. Kaçak yapı var, güçlendirme yapmışlar olmadı, sütunları kolanları kesmişler. Çocukları cehalete gömdük. İçimi en çok acıtan da buydu…”
“Bizde de mantar gibi inşaatlar var”
“Bizde de mantar gibi inşaatlar var. Zemini kötü olan, hızlı şekilde büyüyenler, kontrolü yapamayanlar var. 3-5 kuruş kazanacaklar diye geceden sabaha bilime uygun olmayan yapılar türüyor. Bunlar olurken, imar affından bahsediliyor. Yapılmaması gereken, bizi daha da huzursuz eden şeyler. Çocuklarımızın ölüm nedeni imar affı... Başka çocuklar ölmesin. Bazı okulların boşaltıldığını duyuyoruz. Bizim okulumuzda da kullanılan ana bina, 1974 öncesine ait.”
Kızı Sahil Özberkman kaybeden, Gazimağusa Türk Maarif Koleji Müdür Muavini Esra Özberkman:
“ ‘Ben birinci kattayım, kurtulduğuma göre herkesin şansı vardır enkazdan çıkacaktır’ diye düşünmüştüm”
“Uykum çok hafiftir. Sallanmaya başladığımızda hemen uyandım. 1999 depreminde İstanbul’daydım. Oradaki tecrübe, kötü anılardan da hatırladığım geceyi sokakta geçirmiştik, hava çok soğuktu. Üzerime bir şey almam gerektiğini, herkesin dışarda ve havanın çok soğuk olacağını düşündüm. Montuma uzanmaya çalışırken, sallanma daha da arttı. Aniden elektrik kesildi. Çocuklara koşmak istedim. Kapıya doğru döndüğümde çatlama sesi duydum. Kırılma oldu. Sol tarafa döndüğümde binanın patladığını gördüm. Sanki film gibiydi. Yüzüme bir şey çarptı, düştüm. Belli bir yere kadar hatırlamıyorum. Deprem sarsıntısının uzun sürdüğünü söylüyorlar ama ben hatırlamıyorum. Kendime geldim… Yumuşak bir zemindeydim ama bir sürü toz vardı… Nefes almakta zorlandım. Ardından etrafı yokladım. Birçok şey vardı. Üzerimde tavan vardı. Elimi kaldırdığımda tavana dokunuyordum. Hareket etmeye çalıştım ama başaramadım. Sağ tarafımda bir şey vardı. Muhtemelen buzluklu dolap vardı, oydu… Tüm bunlar olurken aklımdan geçen şey ise ‘Ben birinci kattayım, bu şekilde kurtulduğuma göre herkesin şansı vardır, üst kattakiler daha şanslıdır, enkazdan çıkacaktır”… Hep bunu bekledim. İlk etapta Pervin’in bağırdığını duydum. ‘Yardım edin, burada 30 çocuk var’ diye bağırıyordu. Sonra Recep’i duydum. Kızı Havin’e sesleniyordu. Ardından Murat beyi duydum, sesimi duyurmaya çalıştım.
Oradan çıkamayacağımı, gidip çocukları bulmalarını istedim.”
“Telefonumun alarmı çaldığında enkazın altındaydım”
“ Sabah 07.10’a alarmı kurmuştum. Telefonumun alarmı çaldığında enkazın altındaydım. Tam hatırlamıyorum ama 09.00-09.30 gibi enkazdan çıkabildim. Ailesi Adıyamanlı olan bir çocuğumuz vardı. Çocuğumuz zaten iki gece ailesiyle kaldı, son gece yanımıza geldi. Bu olay olduğunda, dayıları hemen enkaza geldi. Arkadaşlarım enkazda olduğumu söyledi. Yerimi işaret ettim, bir pantolon vardı o çektim. Biraz sürünerek dışarı çıkmaya çalıştım. Yüksek bir blok vardı, tek başıma çıkamazdım. Onların yardımıyla dışarı çıktım…”
“Adıyaman İl Spor Müdürlüğü’nden biri yanımıza geldi, yalnızca Kıbrıs’tan gelen ekiplere ulaşılamadığını söyledi”
“Gün boyu yardım gelmedi. Enkazdan çıktığımda beni kan alma merkezine götürdüler. Telefonumu bulamadım, 2 gün sonra bulabildim. Adıyaman İl Spor Müdürlüğü’nden biri yanımıza geldi. Tüm şehirlerden gelen ekiplerin sağ olduğu, şehri terk etmek üzere olduklarını, yalnızca Kıbrıs’tan gelen ekiplere ulaşılamadığını belirtti. Hemen akabinde Fatma hanım ve Bumin bey yanımıza geldi. Bizi hiç yalnız bırakmadılar. Fatma hanımın girişimleri sayesinde AFAD ve Jandarma ekipleri geldi.”
İkinci sarsıntı…
“Güvende olmamıza rağmen ikinci deprem inanılmaz bir sarsıntıydı. Sadece çığlık attığımızı hatırlıyorum. Acaba çocuklara daha da bir şey oldu mu diye korktuk. Hiçbir şey bilmiyoruz, öncesinde mi yoksa ikincisinde mi bir şey oldular.Bizden gelen ekipler hızlı şekilde koordine oldu. Hızlı şekilde çadır kuruldu, gelen yardım malzemeleri dağıtıldı. Canla başla çalıştılar. Ben pijamalıydım, ayağımda çorap yoktu… Sağdan soldan verilen kıyafetleri giydik.”
"Adıyaman’ın en iyi oteli olarak görülen otel buydu…”
“Makyajlanmış bir binaydı. Gitmeden araştırmıştık. Adıyaman’ın en iyi oteli olarak görülen otel buydu. Çocuklarımızın en iyi ortamda kalmasını istedik. Maça çıkacakları için huzurlu, temiz bir ortamda kalmalarını istedik. Birçok liste dolaştı. Biri de benim kızımla ilgiliydi. Hatta kimlik kartı da paylaşıldı, İstanbul’da olduğunu söylediler. Kardeşim İstanbul’da doktor. Kızımın kimlik kartını istedi, arkadaşlarına ve diğer hastanelere bilgi verdi. Kıbrıs’tan biri gelirse ya da hasta gelirse haber verilmesini söyledi. Sonrasında da ‘Çocuk bu hastanededir’ diye haber oldu. Ne telefonumuz ne de internetimiz olmadığı için bizim hiçbir şeyden haberimiz olmadı. Akşama Kıbrıs’tan ekip geldi, içerisinde eşim de vardı. Kızımızın hastanede olduğunu söyledi, daha birçok isim saydılar. O an 4’ümüz birbirimize baktık. Gün boyu enkazın başındaydık. Arama yapılmadı, kimse çıkmadı. Bunun nasıl olabileceğini düşündük. Ama inanmak istedik…”
“Sanki hepsi bir yerdedir, geri gelecekler gibi geliyor…”
“Ben hala kendimde değilim, olayı kabullenemedim. Sanki hepsi bir yerdedir, geri gelecekler gibi geliyor. Hukuki süreçle eşim daha fazla ilgileniyor. Herkesin bize destek olduğunun farkındayım. Ama sağlıklı karar verebiliyor muyum, emin değilim…”
“Umut tacirliği yapıldı”
“Bir sürü sesli mesaj atıldı. Umut tacirliği yapıldı, hepimiz inanmak istedik. Sonrası daha kötü oldu, çünkü gerçek değildi. Ailelere tek tek fotoğraf atıyorlardı, çocuklarınız burada diyorlardı. Fotoğraflar da benziyordu. Aile de baktığında ‘Kaşı, gözü benziyor’ diyordu. Belki ben daha gerçekçi bakıyordum, fotoğrafı benzetmiyordum. Aileye de ‘bence o değil’ demek istiyordum. Ama ailenin bu bilgiye inanmak istediğini görüyordum. Olmadığı da ortaya çıktı.”
“Otelin sahipleri tutuklandı. Ama onlara izinleri veren kim?”
“Otel enkazında blok bir parça yoktu. Sadece bizim kurtulduğumuz noktada vardı. Çocuklarımız ön taraftaydı. Tek kişilik odalar arka taraftaydı. Ailelerimizin kaldığı odalar otelin ön tarafındaydı. Bina öne doğru yıkıldı. Otelin sahipleri tutuklandı. Ama onlara izinleri veren kim? Adıyaman’da belediye binası da yerle bir olmuştu. 4 saat sonra otelden çıkacaktık…”
“Savaştan da beter… Bir nesil yoktu…”
“Sınavların son günü, 10’uncu sınıflardan birinin tavanı düştü. O anda sınıfta öğrenci yoktu. Öğrenci de olabilirdi. Bunlar depremsiz olan şeyler. Toplu hastaneler, okullar bir an önce elden geçmeli. Apartmanda yaşıyoruz. 8 katlı bir bina, ilk kattayız. Oğlum burada kalmak istemediğini söylüyor. Ben de çok korkuyorum. Toplum olarak ciddi travma yaşıyoruz. Oda arkadaşım, çalışma arkadaşlarım, öğrencilerimi kaybettim. Hepsinin teşhisine gittim. Umutla bekledik, sonra cesetler çıkmaya başladı. Ben, Sedat ve Mahmut hoca herkesi tanıyordu. Biz 3’ümüz teşhise gittik. Bir kadındı, bizden olmadığını söyleyip sevinmiştim… Sanki biri çıkacak ve bulacağımızı düşündüm. Günler geçti, çocuklarımızı tek parça bulabilmek için dua ettik… 1974’te savaşta Mağusa’da 34 kişi hayatını kaybetmiş. Şimdi 35 kişi… O savaştı, bu bildiğiniz cinayet… Savaştan da beter. Bir nesil yoktu… Bir sınıfımız artık yok.”
FOTOĞRAFLAR: BURÇİN AYBARS