1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Çocukluğum…Lefkoşa’nın Köşklüçiftlik Mahallesinde Gündüz Tezel Sokak...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Çocukluğum…Lefkoşa’nın Köşklüçiftlik Mahallesinde Gündüz Tezel Sokak...”

A+A-

azr.jpg

Arzu ARHUN TOPÇU

Evimiz tek katlı, kiremit çatılı, bahçeli, standart bir Lefkoşa eviydi. Başka bir evin arkasında kalıyordu. Annemle babam almak için ev bakarken, çocuklar daha güvenli olur düşüncesiyle bu evi seçmişler. Ben bu evde doğup büyüdüm. Eve garaj yolundan girilerek ulaşılırdı. Garaj yolundan sola doğru meyledince mis kokulu Kıbrıs gülü ve yasemini karışlardı bizi. Üç basamaklı merdivenle ulaştığımız evin verandası ve karşımızda giriş kapısı... Kapıdan girince küçük bir hol... Sağında ve solunda yatak odası... Karşıda oturma salonu... Hol ile salonu kapıları çıkartılmış bir camlı ahşap pervaz ayırırdı. Ben çocukken gelip geçerken sıklıkla zıplayıp bu pervaza asılırdım. Salonun sağında üçüncü yatak odası... Salonun solundaki kapı iki ayrı odaya açılırdı: Biri tuvalet, biri banyo... Girişte bu odalardan bağımsız lavabo... Bu odadan sonra da mutfak vardı.

***

Mutfaktaki büyük yemek masasına boy boy üç ağabeyim ve annem babamla altı kişi otururduk. Sohbet eşliğinde yenirdi sevgiyle pişen yemek. Yaz mevsiminde mutfak masasının altında köfünle aldığımız büyük, kara çekirdekleri olan karpuzlar bulunurdu.

***

Evimizin bahçesinde mandalina, limon, tatlı portakal, erik, yenidünya ağaçları vardı. Büyük limon ağacının en üst tepesine tırmanıp orada uzun zaman geçirmeyi nedense çok severdim. Bazen oyuncak bebeğim bana arkadaşlık ederdi. Bazen topraktan pastalar yapar, üzerini limon çiçekleriyle süslerdim. Bazen en küçük ağabeyimle bahçede pirili oynar, bazen de toprağa yollar çizerek onun oyuncak arabalarıyla oynardık. En küçük ağabeyimle üç yaş aramız vardı. Bu nedenle daha çok onunla oynardık. Ortanca ağabeyimle yedi, en büyük ağabeyimle 9 yaş... Dolayısıyla biz çocukken onlar ergenlik dönemine gelmişlerdi. Ama, hakkını yemeyelim, en büyük ağabeyim beni çok gezdirirdi. Neredeyse tüm arkadaşlarını tanırdım.

***

İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle çok sık kavga ederdi büyük ağabeylerim. Bazen annemin çaresiz bağrışlarına ön evde kalan komşumuz yetişirdi. Ağabeylerim, saygı gereği,  “Hoşgeldin Nermin Teyze” der, sonra kavgalarına kaldıkları yerden devam ederlerdi. Biz de aksiyon filmlerini aratmayacak bu sahneleri küçük ağabeyimle üzülerek izlerdik. Ne beraber olabilirlerdi ne de ayrı kalabilirlerdi. Başları sıkıştığında ise her zaman birbirlerinin yanında... Şimdiye dek sürdüğü gibi... Mutluluğumuzda da acımızda da... Bir keresinde yakalayıp kutuya doldurdukları cırcır böceklerini eve getirmişlerdi. Kutu devrilince evin her yeri cırcır böcekleriyle dolmuştu.

***

En büyük ağabeyimin gençlik dönemlerinde babamın arabayı izinsiz alıp kaçmak en büyük eğlencelerinden biriydi. Hatırladığım ilk arabamız kahverengi bir Audi idi. Plakasını hiç unutmam: N 285. Babam ağabeyimin bu davranışına çok kızar, ağabeyim anahtarı babama teslim edip bir daha yapmayacağını söylese de yaptırdığı bir çanta yedek anahtarla bu işlemi sık sık tekrarlardı. Bazen evden bazen de babamın arkadaşlarıyla buluştuğu yerlerden... Bir gün babamın bir arkadaşı ağabeyim almasın diye babamın arabasının arkasına park etmiş. Ama ağabeyim arkadaşlarıyla arabayı kaldırıp taşımışlar ve engeli ortadan kaldırmışlar. Babam çıkınca şaşırıp kalmış öylece. Arabanın yerinde yeller esiyor.

***

Birçok arkadaşımız vardı mahallede. Ön evimizde önceden Asu ve ailesi (daha sonra arka yola taşınmışlardı), sonradan Mine Abla ile Tarık Ağabey. Yan tarafta, benden altı ay sonra doğup adımı alan Arzu ve iki ağabeyi... Karşı evde Feriha ve ağabeyi... Yine karşımızdaki evin alt katında Feriha’nın yeğeni, kendisini görmekten çok piyano ezgilerini işittiğimiz Rüya... Sonraları gururumuz olan ünlü piyanistimiz Rüya Taner... Yine bizim sokakta Sevinç Teyze’nin çocukları Mine ve ağabeyi, alt katlarında Sadık Ağabeyler... Diğer köşede Süha... Süha ile daha çok sınıf arkadaşıydık. Okula gidemediğimiz günler ders notlarını geçirebilmek için defterlerimizi paslaşırdık. Bizim sokakla yan sokağı birbirine bağlayan iki ara sokak vardı. Bunların birinde Buket, ağabeyi ve iki ablası... Bağlandığımız sokakta Birgül ve ağabeyi... En çok hatırladıklarım...

***

Yaz günlerinde zamanımızın çoğunu sokakta geçirirdik. Yaz geceleri uzun sürerdi. Diğer sokaklardan da onlarca genç, çocuk hepimiz bizim sokakta toplanıp saatlerce birlikte saklambaç oynardık. Çok eğlenirdik. Geç saatlere kadar sokaktaki cıvıltılar, kahkahalar devam ederdi.

***

Gündüzleri kız arkadaşlarımla tebeşirle 8’li tablo çizer tekayak oynardık. Bazen lastik atlardık. Bazen ara sokaktaki Köşklüçiftlik Anaokulu’nun bahçesinde zaman geçirirdik, bazen Şehit Tuncer İlkokulu’nun bahçesinde basketbol oynardık. Birgüllerin evin yanında liseli öğrencilerin gittiği bir dershane vardı. Arka odanın kapısı hiç kilitli olmazdı. Öğrenci olmadığı zamanlarda oraya gidip “öğretmencilik” oynardık. Bazen Kumsal Parkı’na giderdik. Salıncaklarda oturup Dereboyu’ndaki bakkaldan aldığımız çikolatayı paylaşırdık.

***

Mahallede top oynarken bazen karşı evde oturan arkadaşım Ferihaların bahçesine giderdi top. Adaşı olan anneannesi Feriha Teyze görse bahçesindeki çiçekler zarar görecek diye çok kızardı. “Senin de ne kıymetli çiçeklerin var Feriha Teyze!” derdi ağabeylerim. Feriha Teyze de aynı yerde, arkadaki evde otururdu. Çok güzel bir bahçesi vardı. Renk renk güller, menekşeler... Çocuk gözlerimle çok beğenirdim. Feriha’nın annesi Gözen Teyze sık sık arkadaş partileri verirdi. Bahçedeki çiçeklerle çok zevkli güzel buketler hazırlayıp vazolara koyardı. Bu güzelliklerin anısına bahçeme güller ve menekşeler diktim. Bir de Fayka Teyzemin anısına beyaz zambaklar...

***

Fayka Teyze yolun sonuna doğru otururdu. Bahçesindeki tellerin yanında yol boyu güzel beyaz zambaklar açardı. Eşi Mehmet Dede... Çok iyi insanlardı. Mehmet Dede beni bisikletiyle parka götürürdü. Çok mutlu olurdum çünkü dedelerim ben doğmadan vefat etmişlerdi. Onu öz dedem gibi severdim. Onların eviyle bizim evin arasında kalan Hakkı (Atun) Amcalar, karşısında Aydın Teyzeler...

Evimizin arka tarafında Meryem Teyze ile büyükbaba... Büyükbaba bize evlerimizi ayıran duvardan bahçesindeki kümesten topladığı taze yumurtalardan uzatırdı sık sık. Torunları Meryem onları ziyarete geldiğinde bana seslenirdi. Duvardan atlayıp onların bahçesine geçerdim. Saatlerce oynardık. Ne güzel komşularımız vardı!

***

Annem yan komşumuz adaşım Arzu’nun annesi Bahire Teyze ile kardeş gibiydi. Hala öyleler. Biz de çocuklarıyla... Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi desem yerinde olur. Çoğu zaman birlikte pişirip kurtarırlardı. Bahire Teyze adaşım ile beni eğlendirmek için tavuğun üzerinde kalan son tüyleri ocakta yakarken “İmdat, kurtarın beni...” diyerek bizi güldürürdü. Adaşım bir gün beni kandırıp kuaförüm oldu ve belime kadar gelen saçlarımı dipten kesti. Üzülsem de kızmadım. Oyun oynuyorduk sonuçta. Zaman zaman kavga etsek de hiç küsmedik birbirimize. Bahire Teyze’nin ayakkabılarını giyip mankenlik yaptık, müzik dinledik, dans ettik, şarkılar söyledik... Sıcak yaz günlerinde bahçelerindeki buz gibi kuyu suyu ile birbirimizi ıslattık. Ne güzel günlerdi!

***

Bazen ailecek Köşk Apartmanı’nda oturan aile dostlarımız Nuri ailesine giderdik. Kızları Mine Abla ile sohbet etmekten çok zevk alırdım. Şimdilerde babacığımın kabir komşusu da olan babası Ezel Amca çok güzel yemekler yapardı. Yaptığı bulgur köftelerini ve şekerli pilavını hiç unutmadım.

***

Evimizden misafir hiç eksik olmazdı. Benim arkadaşlarım, ağabeylerimin arkadaşları, komşularımız, akrabalarımız, aile dostlarımız... Annem misafir ağırlamayı, yedirip içirmeyi çok seven bir kadın olmuştur her zaman. Yemekler yenilince “Kızlar ne yapaaaarrr?” dedi mi çocuk halimle kahveleri yapmak için hemen cezveyi elime alırdım.

***

Büyük marketler yoktu o zamanlar. Alışverişler mahalle bakkallarından yapılırdı. Mahalle bakkalımızın karşısında küçük ağabeyimin arkadaşı İbrahimlerin baklava dükkanı vardı. Onların baklavalarının tadı eşsizdi. Hele de bülbül yuvası... Ekmek de fırından alınırdı sıcak sıcak. Mahallemizdeki fırından ekmek alma görevi genelde bana düşerdi. Bazen esmer, bazen beyaz... Eve dönerken elimdeki ekmeğin mis gibi kokusunu içime çekerdim.

***

Yaz tatilinde Londra’dan amcamlar gelip bir müddet bizde kalırlardı. Getirdikleri hediyeler ve yeğenlerimle zaman geçirmek beni çok mutlu ederdi. Bazen halamlar da gelirdi Londra’dan. Heyecanla beklerdik gelecekleri günü.

***

Yazın hafta sonları mutlaka gezmeye giderdik. Akrabalarımızla ya da aile dostlarımızla pikniğe, bazen denize, bazen de annemden taraf akrabalarımızın bulunduğu Düzova Köyü’ne. Bazı hafta sonları köyde anneannemde, çoğu zaman da teyzemde kalırdım. Şehirde büyümüş olsam da bu sayede köy hayatının zevkini de yaşadım. Saçında örgüsü, başında yemenisi pamuk anneannemin ısıttığı taze sütün kokusu hala burnumda. Orada yeğenlerimle zaman geçirmek çok güzeldi. Samanların arasından tavuk yumurtalarını toplamak; ineklerden, keçilerden süt sağarlarken izlemek çok zevkliydi. Bir gece, geç saatlerde yeğenlerimle balkonda uyuyorduk ki bir ineğin böğürmesiyle uyandım. Teyzemleri uyandırdım. Hemen veteriner çağırdılar. İnek, yavrusunu doğururken izledim. Yavrunun doğunca ayağa kalkma mücadelesi... Annesinin onu şefkatle temizlemesi... İlk kez tanık olduğum görüntülerdi. Çok etkilenmiştim. Taze yapılmış sıcak hellimi şekerleyip yerdik. Toprak fırından çıkan mis gibi çörek kokusu... Hiç unutmadığım anılar...

***

Okul hayatıma Maarif Anaokulu ile başladım. Şimdilerde antika olarak sergilenen “tarihi kırmızı otobüs” kapıdan alırdı bizi. Hatırladığım kadarıyla koridoru yoktu. Koltuklar üzerinden atlayarak geçerdik arkaya. Tarih kokan bir mekanda tarihi okul binası... Çözülen ayakkabı bağcıklarını bağlamayı bilmeyen arkadaşlarıma yardım etmeyi severdim. Bir dönem de mahallemizdeki Köşklüçiftlik Anaokulu’na devam ettim. Daha sonra Şehit Tuncer İlkokulu...

***

Şehit Tuncer İlkokulu evimize çok yakındı. Yürüyerek gidip gelirdik. Çoğu zaman Arzu ile... Onun evden geçerken bazen babası Altan Amca yaptığı pastırmalı tostları elimize tutuştururdu. Kahvaltı yapmış olsam bile itiraz etmez, alırdım. Okula yürürken birlikte yerdik.

***

Teneffüslerde ya kızlar olarak tekayak, lastik atlama gibi oyunlar; ya da erkeklerle birlikte “Alaydan malaydan...” veya “yağ satarım bal satarım” diyerek mendil oyunu oynardık. Bazen de tutmaca, körebe...

Çok aktif bir öğrenci oldum hep. Hem okulun korosundaydım hem de atletizm takımında. Hem koşu hem de yüksek atlama müsabakalarına katılırdım. Sadece ben değil, bizim dönemin çocukları, hepimiz böyleydik sanırım. Basketbol, voleybol maçlarında boğazımız yırtılana dek tezahürat yapardık. 23 Nisan törenlerine heyecanla hazırlanırdık.

***

Komşu arkadaşlarımdan başka, okuldan sonra evlerimizde de buluşup görüştüğümüz sınıf arkadaşlarım vardı. Dereboyu’ndaki Çığır Apartmanı’nda oturan Ayhan ve Doğa, okulun karşısındaki yolda Pembe, bizim sokağa yakın Ledra Palas tarafında oturan Ebru ve Esra... O bölgedeki evleri çok beğenirdim. Sarı taşlı evler... Şimdiki evimde izleri var. Ve ilkokulun son yıllarında okulumuza gelen arkadaşım Ebru.... Ortaokul ve lisede de hiç ayrılmadığım... Hala daha en yakın dostlarımdan... Biz ilkokulu 6 yıl okuyan son kuşağız.

***

Babamın Arasta’da küçük bir tuhafiye dükkanı vardı. Bazen dükkana mal almak için babamla birlikte İstanbul’a giderdik. Önceleri otelde, büyük ağabeyim Yıldız Teknik Üniversitesinde öğrenim görmeye başlayınca da bazen onun evinde kalırdık. Biraz büyüdüğümde annem okul sonrası evde olmazdı. Çoğunlukla babama yemek götürmek ve yardımcı olmak için dükkana giderdi. Ben okul sonrası eve gidince yemeği ısıtıp küçük ağabeyimle kendim için kurtarırdım. Bulaşıkları yıkardım. Gerekirse evi toparlardım. Tebeşirden kirlenen beyaz yakalı siyah önlüğümü yıkardım bazen. Bu işleri yaparken ağabeyimin plakçalarından dinlediğim şarkılara eşlik ederdim. Okul olmadığı günler bazen ben de annemle Arasta’ya babamın dükkanına giderdim. Annemle  Bandabulya’ya yürürdük. Yolumuzun üstündeki helvacının önünde mutlaka durup buram buram kokusuna dayanamadığımız tahın helvasından alırdık. Ah o helvanın eşsiz kokusu ve leziz tadı! Bir de yol boyunca unutamadığım bir kahve kokusu... Çörek satıcısının “Çörek sıcak, ellerin yanacak!” diye haykırışı... Bunlar adeta sembolüydü çarşının. Bir de her zaman karşılaştığımız seyyar muhallebici... Hani gül suyu ile tatlandırılmış sulu muhallebisiyle meşhur...

***

Bandabulya’dan sebze ve et alırdık. Babam boş olduğu zamanlar Arasta’daki dükkan komşularıyla tavla oynardı. En çok da Ertan Amca’yla... Bazen oraya yakın babaannemin Surlariçini’ndeki evine giderdim. Babaannemin evinin dibinde yine kendisine ait bir bakkal dükkanı vardı. Çoğu zaman orada oturup sohbet ederdik. Pek muhterem, hoşsohbet bir kadındı babaannem. Kınalı saçlarını bir yemeni ile örterdi. Beş vakit namazını kılardı, orucunu tutardı. Bana geçmişten, karakterimi şekillendirecek etkileyici hikayeler anlatırdı. Bazen de anılarını... Bazen dualar öğretirdi. Onu dinlemeye doyamazdım. Ne çok özlemişim o günleri!

***

Büyüdüğüm Gündüz Tezel Sokak’a dönersek... Sımsıcak ilişkilerimiz vardı komşularımızla, arkadaşlarımızla... Biz hep bölüşmeyi öğrendik, paylaşarak büyüdük. Oyun oynarken bahçelerimizdeki ağaçlardan koparıp yerdik meyvelerimizi. Mandalina, portakal, erik, yenidünya, çağla badem... Akşamüstü ödevler yapılırdı. Sonra ailecek akşam yemeği yenirdi. “Uykudan Önce” programını kaçırmazdık. Adile Teyze “İyi geceler çocuklar.” dedi mi yatağa koşardık.

***

Biz cep telefonu, tablet ve bilgisayarı olmayan şanslı ve özgür çocuklardık. Bu yüzden çok sıcak ilişkiler kurduk. Birçok güzel anılar biriktirdik çocukluk dönemimizde. Pespembe, tertemiz, sımsıcak... Hiç unutulmayan...

 



BİR ŞİİR… 

MAHALLEM

Mevlevi Tekke Sokak numara beş
Lefkoşanιn incisi, ona yok eş.

Mahallemize Osmanlı zamanιnda bu ismi vermişler,
Bir zamanlar semah dönermiş Mevlevi Tekkesi’nde Dervişler.

Çok güzel günler geçirdim bu mahallede,
O günleri anmak derin bir haz uyandırır bende

Ne candan sıcacık, güzel insanlardı onlar,
Mahalle insanlarını düşündükçe canlanır anılar

Sokağın başındaki evde yaşardı aile Hacıyatmaz,
Pembabanın jilet dilini herkes kaldıramaz.

Yan komşumuz, cocukluk arkadaşlarım Ersin ve Şeniz,
Birlikte geçirdiğimiz günleri hasretle anarım, şimdi nerelerdesiniz?

Ve işte çocukluk anılarımın cirit attığı hane, 
Son gidişimde baktιm olmuş meyhane,

Ta uzaklardan duyulurdu Makbulabanın şen kahkahası,
Kocası Macilla’nın ada çapιnda ünlüydü pastırması

Yeşilada anaokulunun şefkatli anası, 
Her fırsatta tokatlardı beni oğlu, Özden keratası.

Duvar aşırı yaşardı Orhan abi ve ailesi,
Kalecilerin korkulu rüyası, Çetinkaya’nın gol makinası.

Mahallenin muhtarıydı şüphesiz Pervin Ebe,
Arasın da gitmesin kadınlar ona olunca gebe.

Ona yaptığım muzipliği hala unutmadı Tahsin,
Bu günlerde, medyada ilk gördüğümüz sensin.

Emsal abanın çok edalı, güzel kızıydı Suna,
Çok da kibirliydi, başını çevirip bakmazdı ona buna.

Karpuz satardı Niyazi Dayı, arabası süslü,
Lefkoşa’nın twist kralıydı oğlu, Erol Aligüllü.

Korkardık tüm çocuklar karamuza kaşlı Abbazın Şerifi,
Bir zamanlar bir güzel patakladıydı ukala bir herifi.

Ya Tekke Bahçesi’nde birlikte lingiri oynadığımız yurt çocukları?
Dolar gözlerim şimdi anımsayınca onları

İyi insan, neşeli, mavi gözlü Afet Hanım,
Her zaman o güzelim hellim böreklerini çeker canım.

Özlemle dolar kalbim anımsayınca sizi,
Bir aile idi mahallemiz, tıpkı televizyondaki dizi.

Ertanç Hidayettin - Nisan 2003
 

Bu yazı toplam 2453 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar