Çocukluk hayaliydi, marka oldu
Çocukluğunun hayali macunculuğu şimdi marka haline getirdi. Kıbrıs’a özgü kültürel tatların mimarlarından olan Hayriye Umar, ‘Nesil Macun’un hikayesini YENİDÜZEN’e anlattı
Fayka Arseven KİŞİ
Girne’de belki de ülkenin farklı bölgelerinde de onun macununu, paluzesini, aşuresini yemeyen, limonatasını içmeyen yoktur.
Elinin lezzeti, üretme sevdası ile kendinden önceki nesilden öğrendiği kültürel ürünleri ‘Nesil Macun’ları markasında toplayan Hayriye Umar, farklı kültürel ürünleri üretmeye devam ediyor.
Çocukluğunda sürekli kendi ürününü yetiştiren, yetiştirdiği ürünleri macun yapan nenesini görerek büyüyen Hayriye Umar, çocukluğunun hayalini gerçekleştirdi. Şimdi nenesinden ve annesinden öğrendiği macunları marka haline getirdi.
Pazarlarda, festivallerde ve satış noktalarında ‘Nesil Macun’larını artık bilmeyen yok. Bu hafta bizi evinde ağırlayan Hayriye Umar, nesilden nesile aktarılan macun sevdasını, Nesil Macun’un hikayesini bizimle paylaştı.
“Eskiden köy yerlerinde gezmeler, komşuluk kültürü çok olurdu. Nenem kendine gelen misafirlere hep macun hediye ederdi. 7 yaşındaydım o zamanlar ama bu kültürel üretim ve ona olan bağımlılık beni hayatım boyunca hep etkiledi.”
- YENİDÜZEN: Hayriye ablayı biz biliyoruz. Limonatasının hastası, macunun müdavimiyiz de bu Hayriye Umar aslında kim?
- Hayriye UMAR: 1967 yılında Limasol’da doğdum. 7 yaşından beri Girne’de yaşıyorum. İlk, orta, lise öğrenimim Girne’de oldu. Dolayısıyla Girne’de uzun bir geçmişim var. 1986 yılında da İstanbul Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi’ni kazandım, orayı bitirdim.
Ama ta çocukluğumdan macun işlerine çok ilgim vardı. Nenem bahçesinde patlıcan yetiştirirdi. Toplardı, bugün ‘bu teyzenin macunu’, diğer gün ‘başka teyzenin macunu’ diyerek hep macun yapardı. Benim de hep macunlara karşı merağım vardı.
Limasol’da Polemitya’da kalırdık. Eski bir Kıbrıs eviydi ve nenemin eski bir rafı vardı. O rafın üzerinde de her renk kavanoza uygun örtüsü ile macunlar yerleştirilir, konulurdu.
Eskiden köy yerlerinde gezmeler, komşuluk kültürü çok olurdu. Nenem kendine gelen misafirlere hep macun hediye ederdi. 7 yaşındaydım o zamanlar ama bu kültürel üretim ve ona olan bağımlılık beni hayatım boyunca hep etkiledi.
- YENİDÜZEN: Siyasal Bilgiler mezunu oldun sonra macunculuk nasıl başladı?
- Hayriye UMAR: Geçti yıllar üniversiteyi bitirdim, Kıbrıs’a geldim, Asil Nadir’in yanında çalışmaya başladım, eşim de onun yanında çalışırdı. Sonra Asil Nadir’in iflas dönemini yaşadık, birkaç ay işsiz kaldıktan sonra Tekin Birinci’nin adına eşim Abdullah ile Antis Taverna’yı işlettik. Ama taverna işi işte, bir aile hayatın yok. Nişanlıyız, evleneceğiz ne olacak, düzen yok.
Bir dönem sonra kamu sınavlarına girdim ve memur oldum. Bizim ülkemizde devlet işi, sürekli bir maaş için şart maalesef.
Ama benim hep kültürümüze ilgim vardı. İstanbul’da okurken Kıbrıs’a baklava, pişmaniye, lokum getirin e biz ne götürüyoruz? Sanki yokuz. Bir de bizi hep yok sayarlar ya o da bana çok dokunurdu. Halbuki bizim de çok kendimize ait ürünlerimiz var.
“Macun işi şakayla başladı”
- YENİDÜZEN: Macunculuk işi nasıl başladı?
- Hayriye UMAR: Anneme dedim ki; ‘anne öğret bana macun nasıl yapılır’. İlk 6-7 kavanoz yaptım. Alışveriş yaptığımız markete gittim, bir kadın turunç macunu ister, kızı mı ne hamileydi.
Marketçi tanıdığımdı ‘abi dedim benim evde var, istersen getireyim de ver’ dedim. 7 kavanozu yolladım.
Akşama arar beni ‘bitirdik Hayriye hanım macunları, daha yolla’. Öyle öyle başladık. Daha sonra Lemar Market’in sahibi Gaye hanımla tanıştım. Ona bir vesile ile macunlarımı ikram ettim. ‘Ben senin elinden tutacağım çünkü bu çok güzel bir şeydir ve bizim rafımızda yoktur’ dedi.
İlk defa macunumuzu rafa çıkarmak için öncülük etti. Başka markalar başka ürünlerinin yanında ürün sepetlerini çoğaltmak için macun koyardı.
Ama resmi olarak macunu rafa çıkaran biziz. Bu iş şakayla, espri, hobi ile başladı ve iş büyümeye başladı. Eşim çok iyi aşçıydı. Teklifler de yapıldı ama reddetti ve ‘en güzeli biz kendi işimizi büyütelim’ dedi. Başardık mı başaramadık. İnsanlarda iyi bir imajımız var ama halen daha kendimize ait bir yerimiz yok. Her gelen yetkili ‘Nesil Macun’u destekleriz’ der, fotoğraf çeker.
Biz de üreten kadın olarak boy boy poz veririz. Bazıları ‘sana yer verilmesi lazım’ der, ‘tamam verin’ diyorum. Ama henüz bir yer gösteren yok.
Mariana Dizisine yeni bir soluk getirdi…
- YENİDÜZEN: Eşinizle siz üretim kısmında birebir yer alıyorsunuz. Peki bu kadar üretimi nasıl yetiştiriyorsunuz?
- Hayriye UMAR: Biz bu işi yalnız yapmıyoruz. Evet üretimin en son noktasında biz yer alıyoruz ama öncesinde de çok kişiye gelir kapısı sağlıyoruz.
İşe ilk giriştiğimiz zaman hatırlıyorum kadınlar bütün gün televizyonda Mariana dizisini izlerdi. Evde boş oturan ev hanımlarını çalıştıralım dedik, işini gücünü yapsın, dizisini izlesin ama para da kazansın. 2 torba turunç verirdik, hem dizi izlerlerdi, hem turunç soyarlardı, hem de para kazanırlardı. Ama bir süre sonra Girne’nin değişen konjonktürü bu kadınları bize yok etti. O kadınların hikayesi de öldü.
Oysa amaç evde oturan kadınları ekonomiye de kazandırmaktı.
Ama yine de yılmadık ve bunu Lefke Bölgesi’nde başardık. Lefke bölgesi işsizliğin en fazla olduğu bölgeydi. Biz Lefke’den taze ceviz alırdık, Girne’ye getirirdik, burada işçi bulurduk, onlara soydururduk.
Lefke’deki üreticiye fikir götürdük; “sizin bölgede işsizlik yüksek orandadır. Kadınlara eve iş verin” dedik. Öyle oldu, halen daha da devam eder. Artık bize ceviz, Lefke’den hazır halde gelir. Bu iş kapısıdır ve 1 ay boyunca ciddi anlamda o bölgenin kadınlarına gelir kapısı oldu.
Bir de üreticiyi yönlendiriyoruz. Biz macun işine başlayınca ilk defa rafa çıkılmasını teşvik ettik. Çünkü yurtdışından gelen biri yanında bir hediyelik götürmek ister. Biz bunun için rafa çıkılması gerektiğini düşündük.
“En kızdığım şey ‘iş yoktur’ lafı”
“Toplum olarak yeterince üretimde yer almıyoruz. En kızdığım şey ‘iş yoktur’ lafı. İş vardır, çok çeşitli iş de vardır. Ama onu gören gözle bakacaksınız.”
- YENİDÜZEN: Yeterince üreten bir toplum muyuz?
- Hayriye UMAR: En kızdığım şey ‘iş yoktur’ lafı. İş vardır, çok çeşitli iş de vardır. Ama onu gören gözle bakacaksınız. Üretici de bilinçsizdir. Mesela üretici turunç ağacını keser veya aşılar ama o turunç ağacından 5 ürün elde edebilirsiniz. Çiçeğinden meyvesine kadar her aşamasında farklı ürünler ortaya çıkarabilirsiniz.
Ama bir bilinçsizlik var. Avrupa Birliği dönem dönem kurslar yapar, üretici bilgilendirir ama yine de daha öğreneceğimiz çok şey var.
Örneğin patates kadar önemli bir diğer ürün bergamuttur. Çeşitli yerlerde yetişir ama nasıl ki patatesimiz dünya çapındadır bergamut da öyle olmalıdır.
Lefke’de üretici Hasan Öksüz’e dedik ki; “bu bergamut önemli bunu geliştirin ki biz bunu kullanalım.” Bugün halen daha Öksüz, “Hayriye hanım sayenizde bergamut ağaçlarımızı çoğalttık” der. Şimdi bu ağaçların ürünlerini değerlendirmeye başladık. Limonatayı çeşitlendirdik.
Toplum olarak yeterince üretimde yer almıyoruz. Hazıra alıştık. İngiliz bir bara gitmiş taze sıkılmış portakal suyu istemiş, garson da paketli meyve suyunu döküp servis etmiş. Oysa orada portakallar durur ama işte hazıra alışınca olmuyor.
“Ceviz macununa başlama sebebim Karşıyakalı bir İngiliz kadındır. O yapardı macun da bize satardı. Onun bunu öğrenmesi yapması güzel bir şey ama bizim bunu yapamamamız ağrıma gitti. Kültürümüzü bizim yaşatmamız gerekir. Ben bu yok olan kültürümüzü sonuna kadar yaşatmaya çalışacağım.”
- YENİDÜZEN: Hedefleriniz nedir?
- Hayriye UMAR: Ceviz macununa başlama sebebim Karşıyakalı bir İngiliz kadındır. O yapardı macun da bize satardı. Onun bunu öğrenmesi yapması güzel bir şey ama bizim bunu yapamamamız ağrıma gitti. Kültürümüzü bizim yaşatmamız gerekir.
Ben bu yok olan kültürümüzü sonuna kadar yaşatmaya çalışacağım. Şimdi 2 yıldır limonata işinde çok ciddi ilerleme kaydettik.
- YENİDÜZEN: Pazarlarda festivallerde genelde yer alıyorsunuz. Oradaki gözlemlerin nelerdir?
- Hayriye UMAR: Festivallere, pazarlara da katılıp ürünlerimi satıyorum. Oralara gittiğimde gelen ziyaretçilerin üreticiye güven sorunu olduğunu gözlemliyorum. Birkaç grup üretici var; bazıları para kazanmak için yapar bazıları da ‘yapayım işim kaliteli olsun beni arasınlar bulsunlar’ der. İşte orada sıkıntı yaşarız.
Festivallerde satış yaparken müşteriye kartımı veririm. Eğer beğenmezse aldığı ürünü ona değişim hakkı tanırım. Olabilir çünkü o saat aldı macunu ama ağız tadına hitap etmedi. Değişirim. Bu şekilde ben kendi müşterilerime bir güven duygusu verdim. Bir de müşterinin en dikkat ettiği şey hijyen. Ancak bakıyorsunuz ki salça kavanozları yıkanıp içerisine ürün yerleştirenler var. Olmaz.