Çok alametler belirdi…
TC Dışişleri Bakanı Sn. Çavuşoğlu’nun gelişiyle Cumhurbaşkanlığında gerçekleşen siyasi partiler toplantısından sızdırılan çeşitli bilgiler, bir hafta boyunca toplumu gereksiz yere yordu.
Kimin çözüm yanlısı olduğu, kimin daha az veya daha çok çözüm istediği şeklindeki anlamsız tartışmalar basın üzerinden hafta boyunca devam etti. Çözüm isteyenle istemeyen ayırımı elbette önemlidir. Ancak çözüm güçleri arasında bu tür bir ayrıştırma anlamsızdır ve güç kaybettirir.
Kapalı diyalogların ve tartışmaların yanlış toplumsal algı yaratmayacak şekilde sunulması, ilgili tarafların temel duruşlarını ve olası farklılıklarını toplumla paylaşması önemlidir. Günümüzde, siyaseti her bağlamda dar alana hapsederek çözüm üretmeye çalışmanın bir dinamizm sağlamadığı gün gibi ortada. Açıklık ve şeffaflığın olmadığı her yerde “yalan” kendi egemenliğini tesis eder.
Son dönemde beliren alametler neredeyse “Kandır çocuğu da Taksim istesin…” niteliğinde. Örneğin Sn. Siber’in son açıklaması gibi… Akıl alır değil. Kıbrıs sorununa çözüm üretmekten öte, soruna daha da sorun yüklüyor. Kıbrıslı Rumların üniter devlet istediğinden tutun da, Kıbrıslı Rum Liderliğinin federasyona hazır olmadığına kadar gerçekle ilgisi olmayan iddialar öne sürüyor. Tarihsel süreci, Türk Dışişleri geleneği ekseni ötesinde göremeyen bu tür bir düşünce şekli ya da siyaset aklı kendi sosyal özgünlüğünü yitirmiş hali ile çözümsüzlüğü ve statükoyu işaret etmekten başka bir işe yaramıyor. Kıbrıs’taki tarihsel sürecin, sorununun karakterinin, coğrafik etmenlerin, sosyolojik değişimlerin vs vs dikkate alınmadığı değerlendirmelerin adı günümüzde ezber bozmak oldu. Oysa ezberin tekrarından başka bir özelliği yok açıklamanın.
Şu iyice bilinmelidir: Federasyon bir tabu değildir, bir gerçekliktir. Hani o çok söylenen, gerçeklere dayalı bir çözüm ile Kıbrıslı Türk sağının işaret ettiği KKTC değildir gerçeklik. Gerçeklik eşit ve adil çözümün yegane düzeni olan Federasyondur. Ve yine mesela, ateşkes düzeninin adada devam etmesidir gerçeklik…
Özünü BM Güvenlik Konseyi kararlarından almıştır. O kararlar da bunca yıllık müzakere süreci dosyasını bir denge üzerinden kurarak bugünlere taşımıştır. Gereksiz yere bir taşın yerinden oynatılması, dengenin bozulması, Kıbrıslı Türklerin toplumsal varlığını bütünüyle sarsar ve Kıbrıs sorununu Kıbrıslı Türklerin üzerine yıkar.… Dolayısıyla toplumun yeni maceralara kapı açma gibi bir derdi asla olamaz, üstelik gelinen aşamada…
Dikkat edilirse, Crans Montana zirvesinden sonra yapılan açıklamalar ve değerlendirmeler, siyasi aktörlerin konuyu gündem dışı tutma tercihleri, “Kıbrıs sorunu yokmuş” gibi bir tavrı sergilemesi de bu bulanıklığı üreten bir duruma dönüştü. Kesinlik yerini bulanıklığa bırakır gibi oldu. Bu durum kuşku ve endişe yaratan, sorgulamayı haklı olarak artıran tartışmalara yol açtı.
Tarih boyunca Kıbrıs sorunu, toplumlar adına konuşma ve fikir beyan etme hakkını kendinde gördüğünü “düşünen” Kıbrıslı siyasi elitlerin bir şekilde “rant kapısı” olarak kullandığı ve kendi statükosunu yarattığı bir boyut yarattı.
Kıbrıs sorunu “insan” odağını kaybederek, her iki toplumu da “olduğu şekli” ile teslim aldı. Kimileri için sorunun çözümü değil, varlığı önem kazandı. Bu varlıkla her iki taraftaki milliyetçi çevreler kendilerine büyük siyasi argümanlar üreterek, kendi siyasetlerini toplumlar üzerinde hakim kılmaya çalıştı. Çoğu kez kıldılar da. Bu nedenle “biz” elli yıldır Federasyon görüşmedik diyorum. İki veya üç dönem görüştük. Kimse bize Federasyona inanmayan, bu yönde risk alıp adım atmayanların, ortak yaşama ve ortak vatana inanmayanların, adayı bölmekten, iki ayrı devlet düzeni kurmaktan (ve böylelikle Kıbrıslı Türk toplumunun yok oluşunu sağlamaktan) başka bir ideolojileri olmayanların süreçlerini sahiplendiremez. Masadan kaçmamak, oyalamak olageldi tarih boyunca.
Özünde “yalan” bilgiler üzerinden ömürler tüketildi.
Somut olanın yani gerçeğin aranma ve açıklanması bizim Cumhuriyet Gazetemizin yazarlarının ödediği bedel gibi, hayatların kararmasına, acıların çoğaltılmasına yol açtı.
Yalan, siyasetin öznesi oldu. Yalan, sahte hayatlara kapı açtı. Bu sahtelik üzerinden yeni ilişkiler ve konumlar üretildi…Bugün içinde bulunduğumuz ortamın tehlikeli gelişmelere gebe olduğunu, yıllar yılı üretilen sahte gerekçeler üzerinden toplumu boğan yalanlara yenilerinin eklendiğini düşünmemek olası mı?
Kıbrıslı Türk elitlerinin ve çeşitli güç odaklarının, sadece kendi istedikleri ve düşündükleri üzerinden tanımladıkları çözüm modelinin bizi hiçbir yere taşımayacağı açıktır.
Kıbrıslı Rumların, da aynı şekilde.
Bu nedenle BM Genel Sekreteri son raporunda her iki taraf için de dengeli bir söylem kurguluyor. Hiçbir tarafa özel bir ayrıcalık yapmıyor. Siz daha haklıydınız demiyor. Kıbrıslı Türkler çok haklı, kaldırın şu izolasyonları bile demiyor !
Eğer biz kendi öznelimiz üzerinden kendi haklılığımızı haykırmaya devam edersek asla çözüme ulaşamayacağız. Sesimizi sadece kendimiz duyacağız !
Bu nedenle objektif olabilmek ve gelişmeleri, toplumun en azından ilgili kesimleri ile paylaşmak gerekir.
Crans Montana’da yere göğe sığdırmadığımız “bu son” söyleminin bizi ciddi anlamda tuzağa sürüklediğini artık görelim. “Son” ve “Ya hat ya bat” siyaseti bizi boğdu, şimdi çıkış arıyoruz ! Son değil sonuç önemli oysa.
Ve her iki tarafında kabul ettiği Guterres Belgesi, sorunun kısa zamanda çözümü için oldukça elverişli bir zemin sunuyor.
Bu suskunluk, bu tavırsızlık devam ettiği sürece kimin başı göğe erecek…bana söyler misiniz? Lütfen oturup düşünün.
Her dönem yaşananları yeniden ve farklı öznelerle tekrarlamak, bizi sadece yerimizde saydırır.
Sadece ağaca baktığımız sürece ormanı gözden kaçırabileceğimiz gibi…