'Çok fukaraydık, 12 yaşına kadar potinim olmadıydı...'
Lapatozlu Dimitris Dimitriu Goççinos’la röportajımız şöyle:
SORU: Size “Goççinos” diyorlar. Bu ailenizin lakabı mıdır?
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: Babamın soyadıdır “Goççinos”...
SORU: Lapatoz’da doğdunuz...
Lapatozlu Dimitris Dimitriu Goççinos’la röportajımız şöyle:
SORU: Size “Goççinos” diyorlar. Bu ailenizin lakabı mıdır?
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: Babamın soyadıdır “Goççinos”...
SORU: Lapatoz’da doğdunuz...
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: 1949’da Lapatoz’da (Boğaziçi) doğdum. Babamın adı Yorgos, annemin adı Gadinu. Bir erkek kardeşim, iki de kızkardeşim vardır. Kızkardeşlerimden biri İngiltere’de yaşıyor, öteki kızkardeşim burada Kıbrıs’ta lise öğretmenliği yapıyor. Erkek kardeşim Muhaceret Dairesi’nde polislik yapmaktaydı. Ben ise Su İşleri Dairesi’nde çalışıyordum Maraş’ta, aynı zamanda farklı lokantalarda garsonluk da yapmaktaydım, Lefkoşa’da... Sonra Mağusa’ya taşınmıştım. Mağusa’da Su İşleri Dairesi’nde Abdullah Ahmet’le birlikte çalışıyorduk, Arif vardı, Mağusa’dan. Arif beni Mağusa surlariçine Kıbrıslırumlar’ın girmesinin yasak olduğu bir dönemde motorcuğuyla surlariçine götürmüştü, annesinin evinde kahve içmeye...
Kıbrıs’ta küçük bir köyde dünyaya geldim ben, Lapatoz’da. Lapatoz, karma bir köydü...
Ben o zamanlar Hıfsiye teyzeme, “Hıfsiye teyze” derdim, Mustafa dayıya, “Mustafa dayı” derdim. Benim için Kıbrıslıtürk ya da Kıbrıslırum olmaları farketmezdi insanların Lapatoz’da, ha Yorgos dayımdı, ha Mustafa dayım...
Babam küçük bir çiftçiydi. İki tane ineciği vardı, köyde Kıbrıslıtürkler’in çoğunun koyunları vardı. Keçileri ve koyunları vardı... Babam her gün Kıbrıslıtürkler’le birlikteydi, yerlerdi, içerlerdi, çalışırlardı, ovalarda birlikte uyurlar, birlikte uyanırlardı. Tüm bu köylülerimiz olan Kıbrıslıtürkler, benim ailemin bir parçasıydılar.
SORU: Öksüz kalan ikiz teyzelerinizi de anlatır mısınız?
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: Nenem ölmüştü... 45 yaşlarındaydı, tekrar hamile kalmıştı nenem. Ancak teyzem de hamileydi. O yıllarda böyle bir şey biraz tuhaf sayılırdı yani hem kızının, hem anasının aynı dönem hamile olması... Nenem Lefkonuk (Geçitkale) köyüne gitti, orada bir ebe (mammu) vardı, adı Gappu’ydu. Gappu ebenin oğlu bundan birkaç yıl önce Eğitim Bakanı olmuştu... Gappas’tı adı oğlunun... Her neysa, nenem kürtaj olmak için gitmişti Lefkonuk’taki ebeye fakat karnındaki bebek sekiz aylıktı... Karnına bir değirmen taşı koyup bastırdılar fakat nenem de, karnındaki bebek de öldü...
O günlerde Hıfsiye teyzemin de bir bebeği olmuştu ve böylece öksüz kalmış olan ikiz teyzelerimi de emzirmeye başlamıştı... Nenemin evlatlarına kim bakmış, kim analık etmişti? Kıbrıslıtürk komşuları Hıfsiye, Lütfiye... Eskiden çocukları 6 yaşına kadar emzirirlerdi köylerde. İkiz teyzelerim de 3-4 yaşlarında falandı, Hıfsiye teyzemiz bu ikiz teyzelerimi emzirmekteydi. Evlerine giderdik Kıbrıslıtürkler’in... Evlerinden çıkmazdık. Biri nişan mı olacak ya da evlenecek mi? Benim ellerime da kına yakarlardı! Birlikte çok mutluyduk...
Köyümüzdeki Kıbrıslıtürk çocuklarla oynardım, Savaş’la, Salihoz’la oynardık. Savaş, Salih’in kardeşiydi. Benim evimde oturuyordu Savaş, vefat etti şimdi. İngiltere’ye gelmiş ve benimle kalmıştı, biletini de kesmiştim, benim evimde kalmıştı, pek çok fotoğrafımız var birlikte... Savaş geldiği zaman, İngiltere’de yaşayan pek çok Lapatozlu Kıbrıslıtürk’le Kıbrıslırum’u biraraya getirmiştik, çok büyük bir parti vermiştik Essex’te ve Lapatozlu Kıbrıslılar’ı böylece buluşturmuştuk.
Büyük bir havuz vardı, o havuzda koyunları yıkardık.. “Bir koyun başına bir kuruş” gibi birşeyler söylerdiler...
“Bir goyun başına yarim yaramaz, yar gelecen, leylim yar, leylim yar” diye Türkçe şarkı söylerdim, “Ah anam ahh...” diye...
SORU: Bir de bana “Şişe alırım, şişe alırım” diye dolaşıp şişe topladığınızı anlattıydınız...
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: 12 yaşıma gelince, Mağusa’da ortaokula gitmeye başladım. Ama çok fukaraydık, çok fukara bir aileydik. 12 yaşına kadar potinim olmadıydı. Potinim yoktu. İlkokula giderken potinim yoktu. İnsanların malları olabilirdi, hayvanları olabilirdi ama nakit paraları yoktu o günlerde...
Mağusa’da ortaokula başlayacağımda annem bana iki kuruş verdiydi... Bir gün dondurmacı gelmişti. “Eğer gelip sana yardım edersem, bana dondurma verirmin?” demiştim... Çünkü köy otobüsü saat 4’te gelirdi, üslerde çalışanları alıp da öyle gelirdi Mağusa’ya, halbuki okul saat 1’de kapanırdı. Böylece güllü dondurmanın nasıl yapıldığını öğrendim. Dondurma yapımı için gereken şeyleri almayı başarmıştım, köyde dolaşıyor ve “Güllü dondurma var, yumurta da alırım, şişe da alırım! Güllü dondurma, sütlü dondurma! Tavuk alırım!” diye çalışıyordum. Hatırlarım, Adnan bir tavuk vermişti bana ve karşılığında bir hafta güllü dondurma yemişti. Kadir vardı... Köyde bir doktor vardı, şimdi hayatta değildir, Ahmet vardı, Salih vardı... Bu çocuklardan bazıları benimle birlikte dondurma satmaya gelirlerdi. Aile gibiydik...
Köyümüze gittiysanız küçük bir kilisecik vardır, Aya Marina kilisesi... 17 Temmuz Ay Marina Günü’nde üç kat dondurma yapıyordum, 1963-64’lerdeydi bu, 20 Kıbrıs Lirası kazanıyordum bu dondurmalardan! Babam ömrü boyunca böyle bir para yani 20 Kıbrıs Lirası’nı birarada görmemişti!
Ayrıca köyümdeki çocuklara borç para da veriyordum, onları tanıyordum çünkü, bilirdim ki mutlaka verdiğim borcu ödeyeceklerdi. Birbirimize büyük saygımız vardı. Zaten “Kıbrıslıtürk toplumu” diye bir ayırım yapmıyordum çünkü bu önemli değildi, hepsi köylülerimizdi...