“Çok sayıda üniversite değil, az sayıda nitelikli üniversite”
Doğu Akdeniz Üniversitesi Akademik Personel Sendikası (DAÜ-SEN) Başkanı Doç. Dr. Ercan Hoşkara, yüksek öğretim alanında standartların ve etkin denetimin önemine vurgu yaptı ve YÖDAK’ın da daha etkin hale getirilmesi gerektiğini söyledi.
Ödül AŞIK ÜLKER
Doğu Akdeniz Üniversitesi Akademik Personel Sendikası (DAÜ-SEN) Başkanı Doç. Dr. Ercan Hoşkara, yüksek öğretim alanında standartların ve etkin denetimin önemine vurgu yaptı ve YÖDAK’ın da daha etkin hale getirilmesi gerektiğini söyledi.
Üniversitelerin başarılarına göre derecelendirilip sıralanması gerektiğini kaydeden Doç. Dr. Hoşkara, “Bizim çok sayıda üniversiteye değil, az sayıda nitelikli üniversiteye ihtiyacımız var. Eğer biz dünya genelinde ‘sahte diplomaların verildiği bir üniversite adası’ olarak anılmaya başlarsak, bu işin akışı durur ve kaybederiz” diye konuştu.
Doç. Dr. Ercan Hoşkara, “ucuzlayan eğitimin” DAÜ’yü de aşağıya çektiğini kaydederek, şunları söyledi:
“DAÜ, 90lı yıllarda, Türkiye’den gelen öğrencilerden ortalama 3 bin dolar alırken, 2024’te yıllık bin dolar alıyor. Her öğrencinin maliyeti 3 bin 5 yüz dolar. Türkiye’den gelen her öğrenci için DAÜ’nün 2 bin 500 dolar ek kaynak yaratması gerekiyor. 2016’ya kadar bu, üçüncü ülkelerden gelen öğrencilerle kapatıldı. Ama üçüncü ülkeden gelen öğrencilerin ödeyeceği harç miktarını aşağıya çekerek, diğer üniversiteler buradan pay aldığı için, DAÜ orada da kaybediyor. Standard getirmediğinizde, ucuzluk niteliksizliği de beraberinde getirebiliyor.”
DAÜ’de ciddi bir kriz olduğunun, ortak sorumluluk ve birliktelik içerisinde DAÜ’nün yaşatılabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Hoşkara, DAÜ’de bütünlüklü bir çözüme ihtiyaç olduğunu söyledi ve sorunun sadece maaşa indirgenen bir yöntemle aşılamayacağını belirtti.
Doç. Dr. Hoşkara, “Sahte diploma yüksek öğretimin içine girdiği sürecin bir sonucudur. Bu, sadece tespit edilen kısmıdır. Böyle bir yüksek öğretim alanı olmaz. Bu, sürdürülemez. Buna bir çizgi çekmek gerekir. Bunu yapmak için siyasi irade gerekiyor” dedi.
“(DAÜ’deki sorun) sadece gider azaltarak çözebileceğimiz bir sorun değil”
Soru: Uzun bir zamandır DAÜ’deki durumu, krizi tartışıyoruz. Rektör değişti, rektörün değişmesinden sonra DAÜ’de ne tür gelişmeler oldu?
Doç. Dr. Hoşkara: Biz aylardır, eski rektörün sorunu bile kabul etmediğini söylemiştik. Aşağıya gidiş, gelirlerin azalması 2016’da başladı. 2019’da da bütçe açığı oluştu, pandeminin etkisiyle hızı biraz yavaşladı ama 2022’de bütçe açığı ciddi bir rakama ulaştı, “2023’de tam maaş ve 13üncü maaş ödenemeyecek” dedik. Nitekim bu oldu ve tedbirler konuşulmaya başladı. Eski rektör bazı tedbirler getirdi ama biz “bu, sadece üniversitenin kendi içinde alacağı tedbirlerle çözülebilecek bir sorun değil” dedik. Sendika olarak sadece reddeden taraf olmak istemedik ve bir protokol önerisi yaptık, “hükümet, DAÜ yönetimi ve sendikaların taraf olduğu, herkesin ortak sorumluluk üstleneceği, kapsamlı bir çözüm planıyla biz bu işi çözebiliriz” dedik. Bu, bir yılda sonuç verecek bir şey değil, dört yıllık bir programa ihtiyacımız var, çünkü sorun çok derinleşti. Bir yılda hepsini çözmek mümkün değil, o da başka dengeleri bozar, kadro dağılır. Şu anda iç borçlanma adı altında, en üst düzeyde gelir elde edenlerden %20’nin biraz üstünde kesinti var, aşağıya gittikçe oran düşüyor. Bunu daha da ileriye taşımaya kalkarsanız, %30-33lük kesinti olursa, olay başka bir yere gider. Dolayısıyla daha yumuşak bir geçiş sağlamak için 4 yıla ihtiyaç var. Zaten bu, sadece gider azaltarak çözebileceğimiz bir sorun değil, gelirlerimizi de artırabilmemiz gerekiyor. Giderleri de sadece maaş üzerinden düşünmememiz gerekir, verimlilik üzerinde düşünmemiz lazım.
“Yeni rektör ÜYK’ya ‘kral çıplak’ dedi”
Böyle bir süreçte, Haziran’dan beri protokolü konuştuk. Eski rektör bu konuda çok istekli olmadı. Yeni rektör geldiğinde ne değişti? Bir süre sonra, yeni rektör ÜYK’ya “kral çıplak” dedi, sorunu kabullendi ve çözebilmek için ciddi tedbirler alınması gerektiğini, sadece hükümetin desteğiyle sorunun çözülemeyeceğini söyledi. Bunu söyledikten sonra, ÜYK’nın da, senatonun da olaya bakışı değişti ve sürece daha etkin olarak dahil oldu. Rektör de, ÜYK’nın öneri geliştirmesine, sürece dahil olmasına imkan verdi. ÜYK, intibak dedikleri yeni maaş düzenlemeleriyle ilgili birden fazla öneri yaptı, rektörlüğe iletti, rektörlük de bakanlığa iletti. Şimdi sadece ÜYK ile bakanlığın ve Bakanlar Kurulu’nun nüans farkları kaldı.
Soru: Yeni rektörün gelişi süreci hızlandırdı diyebiliriz...
Doç. Dr. Hoşkara: Sorunu kabullendiğiniz zaman, çözüm imkanı doğuyor. Kabullenmediğinizde çok ciddi sorun oluyor. Rektörün değişmesinin en büyük avantajı, rektör sorunu kabullendi, ÜYK ve senatoyu daha etkin olarak sürece dahil etti.
“Sadece maaşa indirgenen bir yöntemle bu sorunu aşamayacağız”
“Protokol ve TİS, bizi belirsizlikten çıkaracak”
Soru: Protokol hala imzalanamadı. Bu konuda sorun nedir?
Doç. Dr. Hoşkara: Protokol imzalanamadı ama protokol içeriği, bir şekilde, temmuzdan beri parça parça uygulanıyor. Maaşla ilgili, iç borçlanma konusu, hukuken geçerli değil. Bu, tek taraflı bir karardır. Bu borcun ne zaman ödeneceği ile ilgili bir düzenleme, bir anlaşma yoktur. Mahkeme, kişisel olarak açılan davalarda, “bu üniversitenin borcudur ve ödemelidir” dedi. Mahkeme, bunu toplu iş sözleşmesi ihlali olarak değerlendirmedi, “Hayat pahalılığı brüt maaşlara yansıtıldı, bu bir alacak meselesidir. Alacak davası açın” dedi. Alacak davaları binlerce dava demektir, pratik değil, sıkıntılıdır ama açılabilir ve üniversiteyi de sıkıntıya sokar. Bunu ödemek üniversitenin yükümlülüğüdür, ödeme sorumluluğu vardır. Biz çözüm sürecine devam ettiğimiz için bu adımı atmadık. Olumsuz biterse, herkesin davasını desteklemeye mecburuz. Bu alacağın nasıl çözüleceğine bir anlaşmayla karar vermek istiyoruz, mahkeme yoluyla değil. Anlaşmayla çözmek, üniversite için de, çalışan için de en sağlıklısıdır. Protokol ve Toplu İş Sözleşmesi, bizi belirsizlikten çıkaracak, hukuksal yeni bir zemin yaratacak. Biz, bu işin artık uzatılmaması gerektiğini ve protokol ve Toplu İş Sözleşmesi’nde imza aşamasına gelmemiz gerekiyor.
Protokolün içinde, iç borçlanma düzenlemesi var. Şimdi de öyle oluyor, brüt hemen yansıtılıyor ama net bir dönem arkadan geliyor. Böylece üniversitede para kalıyor ve son 7 aydır böyle geldik. Şimdi ise hükümet, daha büyük bir destek karşılığında, kamu baremlerini referans alan bir intibak önerdi. 47/2010’da öğretim üyeleri kapsam dışındadır, öğretim üyelerini tanımlayan tek düzenleme, üniversitenin kadro ve çalışma tüzüğündedir. Dolayısıyla ÜYK, 47/2010’daki anlayışa uygun olarak, öğretim üyelerinin baremlerini düzenleme yönünde bir çalışma yaptı. Eğitim Bakanı’nın, “müsteşar maaşının topu, profesörün topu olmalıdır” diye bir ısrarı var. Biz de şunu anlatmaya çalışıyoruz, bunun makul ve adil olması ve içerideki gelir piramidinin alt üst olmaması gerekiyor. ÜYK, bütün bu ilkeleri bir araya getirdiğinde, 14 basamaklı profesör barem düzenlemesinde, 6 basamağı müsteşarın topunu geçiyor. Biz bunun farklı yöntemlerle ele alınabileceğini söylüyoruz. Bakan da benzer şeyler söyledi, performansa bağlı olarak ek tahsisat verilebilir. Geliri yüksek olanların biraz daha fazla, az olanların biraz daha az kesintiye tabi olması ve kamu baremlerini de referans alarak bunların düzenlenmesi mümkün. ÜYK ve rektörlüğün önerisi ile bakanın söyledikleri arasında artık nüans farklılıkları var. Bizim temel yaklaşımımız, ÜYK ve senatonun bu süreçlerin içinde olması gerektiğidir çünkü sadece maaşa indirgenen bir yöntemle bu sorunu aşamayacağız.
“Bütünlüklü bir paket, herkesin sorumluluğu var”
Soru: Eğitim Bakanı Çavuşoğlu maaşlar üzerinden bir açıklama yapıyor...
Doç. Dr. Hoşkara: Algı oluşturuluyor. Biz bakana defalarca “bunu dile getirmeyin, zaten çalışan katkı koyuyor, bu herkesi rencide ediyor. Siz bu kurumdan en yüksek maaşı alan ve aslında fiilen çalışanların almadığı bir maaşı telaffuz edip, ‘248 bin TL alacaklardı’ deyip, böyle bir algı yaratıyorsunuz” dedik. Şu anda fiilen çalışan profesörün topu 120 bin TL alıyor. Tekrar tekrar, “bunlar çok maaş alıyor, hak ettiğinden fazla alıyor” gibi bir algı yarattığınızda, yapıcı olmuyor. Çözümü sadece maaş üzerinden ifade etmememiz lazım. Bu bütünlüklü bir paket, herkesin sorumluluğu var. Maaşların düzenlemesi de bunun bir parçası. Bunun da makul ve adil olması gerekiyor. Üniversitenin ihtiyaç duyduğuna yakın bir tasarruf elde edilmesi lazım. Üniversitenin verimsizliği üzerine devam edip, maaşlarla bunu sübvansiye etmeye çalışmak da doğru değil. Bugünkü yapılmak istenen kesinti, verimsizliği sübvansiye etmemiz demektir. Yani geçmişin verimsizliğini ve yanlış politikalarını sübvansiye ediyoruz. Devletin de, üniversiteyi yaşatmak için ortaya koyacağı katkı da, hükümetlerin zamanında müdahale etmemesinden kaynaklanıyor. Yüksek öğretimin yanlış algılanmasından ve yüksek öğretim politikasının yanlışlığından, eğitim değersizleştirildi, ucuzlatıldı ve DAÜ bundan zarar gördü. Neden? Çünkü denetim yok. Ücretleri aşağıya çektiniz, kaliteyi aşağıya çektiniz, buna imkan verdiniz ve DAÜ bundan olumsuz etkilendi. Buna zamanında müdahale etmediniz ve ortaya bir maliyet çıktı. Şimdi devlet de, bu maliyetin bir kısmını üstlenmek durumunda kalıyor, yaşatmak için. Bir kısmını da çalışan üstlenmek durumunda kalıyor. Geçmişin hatalarının bedeli oluyor ama buna devam edemeyiz.
Bizim bütünlüklü bir çözüme ve en önemlisi bunun hayata geçirilebilmesi için bir uzlaşı ve birliktelik ortamına ihtiyacımız var. Bizim, hem Eğitim Bakanı’ndan, hem Bakanlar Kurulu’ndan, hem de Başbakan’dan beklentimiz, bu işi uzlaşı içinde çözebilmek adına insiyatif üstlenmeleri, rektörlük, ÜYK, senato ve sendikaları dikkate almaları ve işi “sadece maaş üzerinden çözüleceği” noktasına odaklanmamalarıdır. Daha bütünlüklü bakmamız lazım çünkü konu “sadece maaşla bu işi çözeceğim” noktasına indirgenirse, çözüm olmayacak. İstediğiniz kadar maaş düzenlemesi yapın, diğer unsurları göz ardı ederseniz, nitelikle ilgili durumları göz ardı ederseniz, oluşabilecek diğer sorunları göz ardı ederseniz, toparlayamazsınız.
“Ucuzlama, sahte diplomaya kadar gider”
Soru: Denetim eksikliğine her zaman dikkat çekiyorsunuz. Son dönemde gündeme gelen diploma yolsuzluğu iddiaları Kıbrıs’taki yüksek öğretim alanını olumsuz etkiliyor.
Doç. Dr. Hoşkara: Eğer standartları, kalitesi belli olmayan yüksek öğretim adına, üniversite açılışlarına imkan verirseniz ve standartları uygulamazsanız, etkin bir denetim sağlamazsanız, üniversiteleri başarılarına göre derecelendirip sıralamazsanız, her şey eşdeğer olarak görülmeye başlar. Ucuzlama, sahte diplomaya kadar gider. Buna hükümetler imkan verdi. Bu bir hataydı ve bugün bedelini ödüyoruz. Bu bedel çok daha ağır hale gelebilir. Artık bir milat oluşturmak ve bunun önünü kesmek lazım. YÖDAK’ın da daha etkin hale getirilmesi ve ciddi anlamda standart ve nitelik arayışının uygulanması gerekiyor. Buna uymayan üniversitelerin, belki de önümüzdeki dönemde uyanlarla bütünleşmesi gerekecek. Bizim çok sayıda üniversiteye değil, az sayıda nitelikli üniversiteye ihtiyacımız var. Eğer biz dünya genelinde “sahte diplomaların verildiği bir üniversite adası” olarak anılmaya başlarsak, bu işin akışı durur ve kaybederiz.
“Sistem, ucuzlayan eğitimin vereceği zarardan korumuyor”
Sistem, ucuzlayan eğitimin vereceği zarardan korumuyor ve DAÜ’yü de aşağıya çekiyor. DAÜ, 90lı yıllarda, Türkiye’den gelen öğrencilerden ortalama 3 bin dolar alırken, 2024’te yıllık bin dolar alıyor. Her öğrencinin maliyeti 3 bin 5 yüz dolar. Türkiye’den gelen her öğrenci için DAÜ’nün 2 bin 500 dolar ek kaynak yaratması gerekiyor. 2016’ya kadar bu, üçüncü ülkelerden gelen öğrencilerle kapatıldı. Ama üçüncü ülkeden gelen öğrencilerin ödeyeceği harç miktarını aşağıya çekerek, diğer üniversiteler buradan pay aldığı için, DAÜ orada da kaybediyor. Standard getirmediğinizde, ucuzluk niteliksizliği de beraberinde getirebiliyor.
Soru: “YÖDAK daha etkin bir denetim yapmalı” dediniz ancak YÖDAK başkanının diplomasıyla ilgili de tartışmalar var. Böyle bir ortamda bahsettiğiniz denetim nasıl sağlanabilir?
Doç. Dr. Hoşkara: Böyle bir tartışma yaşanan kurum, güveni kaybeder. Böyle bir tartışma varsa, bu tartışmayı sonuçlandırmak lazım. Belirsizliğin ortadan kalkması, bu sorunun aşılması lazım. Böyle bir tartışma olmaması gerekiyor. Bunu, devletin yetkili makamlarının bir an önce sonuçlandırması gerekiyor.
“Emekli olan akademisyenler, DAÜ’de de sözleşmeli olarak çalışabilecek”
Soru: Meclisin, İdari, Kamu ve Sağlık İşleri Komitesi, cuma günkü toplantısında, “Emeklilik (Değişiklik) Yasa Tasarısı”nı oy birliği ile onayladı. Bu değişiklik DAÜ’yü de ilgilendiriyor. Bunu biraz açar mısınız?
Doç. Dr. Hoşkara: Yapılan değişiklikle, “emekliler kamu kuruluşlarında çalışılamaz” maddesinde, DAÜ’ye bir istisna yaratıldı. DAÜ çok sayıda üniversiteyle rekabet eden bir kurum, bir kamu kuruluşu ama rekabet içinde olan bir kamu kuruluşu. Dolayısıyla bir şeyin özelde uygulanıp, DAÜ’de uygulanmaması rekabet açısından ciddi bir sorundu. Bunu aşabilmek için yasa düzenlemesi yapıldı ve DAÜ de diğer üniversitelerin sahip olduğu imkana sahip oldu. Emekli olan akademisyenler, daha önce diğer üniversitelerde olduğu gibi, DAÜ’de de sözleşmeli olarak çalışabilecek.
Soru: Bu süreçte sendika yönetimine de eleştiriler oldu. 19 akademisyen bir araya gelip sendika yönetimine aday olduklarını açıkladı ve tüzüğe göre 15 Şubat’ta genel kurulun mümkün olduğunu söylediler. Mevcut yönetimin gündeminde genel kurul var mı?
Doç. Dr. Hoşkara: Üyeler olağanüstü genel kurul çağırabilir. Yönetim Kurulu 21 kişidir, 5 disiplin ve 5 denetleme kurulu üyesiyle, toplam 31 kişilik bir listeyle ekip olarak seçime girebilirsiniz. Tüzüğümüze göre, olağan genel kurul 15 Şubat ile 15 Mart arasında belirlenmiştir. Genel Kurul kararını Yönetim Kurulu verir. Yönetim Kurulu’nun üçte iki oy çokluğuyla genel kurulu erteleme yetkisi de vardır.
Bu, sendikanın iç konusudur. Sosyal medya veya basın yoluyla cevap vermeyi doğru bulmuyoruz. Konuya ilişkin cevaplarımızı ve açıklamalarımızı üyelerimizin yer aldığı ortamlarda sözlü ve yazılı olarak yaptık.
“Kalp masajı yapıp, DAÜ’yü hayatta tutmaya çalışıyoruz”
Soru: Son olarak ne eklemek istersiniz?
Doç. Dr. Hoşkara: Biz başından beri aynı şeyi söylüyoruz, ortak sorumluluk ve birliktelik içerisinde DAÜ’yü yaşatabiliriz. Eğer çatışma ortamı yaratırsak, daha önceki benzer sonuçlar olur, KTHY gibi. Kalp masajı yapıp, DAÜ’yü hayatta tutmaya çalışıyoruz. Bu, ciddi bir krizdir. Ortak sorumluluk, uzlaşı ve birliktelikle yol alabiliriz. Şimdi hükümetten talep ettiklerimizin bir kısmının gerçekleştirildiğini görüyoruz. Sadece hükümetle görüşmüyoruz. Ana muhalefetle, muhalefet milletvekilleriyle, de görüşüyoruz. Komitede görev alan milletvekilleri hep olumlu katkı koydu. İzlenimimiz, hükümetin de bu işi çözmek istediği yönündedir, emeklilerin DAÜ’de çalışması konusunda bir adım attılar ama yeterli değil. Biz de adım attık. Bu işi kapsamlı bir çözüme bağlayıp, protokolü ve Toplu İş Sözleşmesi’ni imzalamamız gerekiyor. Bunu savunuyoruz. Yapıcı olmamız lazım. Umarım başbakan da, bu konuda bir insiyatif üstlenir ve uzlaşı içerisinde, ÜYK ve senatonun katkısının önemli olduğunu da görerek, sendikaların süreç içerisinde olmasının önemini kavrayarak, daha da ötesi, ana muhalefetin desteğinin anlamını da kavrayarak bu kurumu yaşatma yönüne gider.
“Sahte diploma yüksek öğretimin içine girdiği sürecin bir sonucudur”
Bunun yanında sahte diploma meselesi istisnai bir durum değil. Sahte diploma yüksek öğretimin içine girdiği sürecin bir sonucudur. Bu, sadece tespit edilen kısmıdır. Böyle bir yüksek öğretim alanı olmaz. Bu, sürdürülemez. Buna bir çizgi çekmek gerekir. Bunu yapmak için siyasi irade gerekiyor. YÖDAK’ın da güçlendirilmesi gerekir. DAÜ’nün kurtuluşu için konuştuklarımız yeni değil. Aslında sadece DAÜ değil, yüksek öğretimi nitelik esasıyla hayatta tutmaya çalışıyoruz. Herkes sorumluluğunu üstlenecek ve yaşatacağız.
(Fotoğraflar: Hüseyin ÖZBARIŞCI)