1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Çözüm, halkın elindedir...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Çözüm, halkın elindedir...”

A+A-

Kıbrıs’ın barış eylemcisi, büyük direnişçi Luis İgumenidis’i de kaybettik... 

 

Kıbrıs’ın barış eylemcisi, büyük direnişçi Luis İgumenidis’i de kaybettik geçtiğimiz günlerde...

Yunanistan’da bir Kıbrıslırum öğrenci olarak Politeknik direnişinin önderlerinden olduğu için ağır işkencelerden geçirilen Luis’le 1980’li yıllarda tanışmıştık...

1989 yılında ben herhalde altı-yedi aylık hamileydim oğluma ve canyoldaşım Zeki Erkut’la birlikte Ledra Palas Oteli’nde uluslararası öğrenci hareketinin bir toplantısına katılmıştık...

Uluslararası Öğrenciler Birliği (International Union of Students) toplantısı Kıbrıs’ta, Ledra Palas Oteli’nde yapılıyordu ve Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar da bu toplantıya katılmaktaydı...

İşte bu toplantı sonrasında Luis İgumenidis eşimle beni Dali’ye götürmüştü... Dali’ye gitmekteki maksadımız, büyük devrimci, büyük direnişçi, iki toplumlu dostluğun simgesi, “Teşkilat” tarafından Kostas Mişaulis’le birlikte tuzağa düşürülerek öldürülmüş olan Derviş Ali Kavazoğlu’nun mezarını ziyaret etmekti...

Derviş Ali Kavazoğlu’nun mezarını eşimle birlikte ilk defa ziyaret ediyordum ve bunu sağlayan da Luis olmuştu...

Luis, o dönem AKEL’de miydi yoksa AKEL’den ayrılıp ADİSOK’u mu kurmuştu Mihalis Papapetru’yla birlikte, tam hatırlamıyorum – ancak tüm sol hareket bizimdi – farklı renkler, farklı görüşlerden solcu dostlarımızla her fırsatta bir araya gelmeye çalışıyorduk – barikatların kapalı olduğu bu dönemde, uluslararası toplantılar ya da yurtdışında toplantılarda bir araya gelmeye çalışıyorduk...

Luis arkadaşımızın son yazılarından birisinde, “Çözüm halkın elindedir” diyordu...

Bu yazı 23 Kasım 2020 tarihinde POLİTİS gazetesinde yayımlanmıştı – arkadaşımız Gina Chappa’nın yardımlarıyla bu yazıyı okurlarımız için özetle Türkçeleştirmeye çalıştık ki arkadaşımız Luis ve onun düşünceleri hakkında bir fikirleri olabilsin... Luis İgumenidis’in yazısı özetle şöyleydi:

***  İşte olayların gelmiş olduğu nokta budur, özellikle Tatar’ın seçilmesi ardından iki toplumlu, iki bölgeli federal bir çözüme yönelik anlaşma umutları giderek yok oluyor ve bu da Kıbrıslıtürk lideri ile Ankara liderlerinin iki devletli çözüm veya bir konfederasyon çözümü yönündeki açıklamalarıyla, Kıbrıs’ın münharıs ekonomik bölgesindeki gelişigüzel hareketleriyle ve Maraş’ın yerleşime açılmasına yönelik eylemleriyle teyid ediliyor – aynı zamanda Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in iki toplumun eşitliğini ve kurumlarda ve federal devletin önemli kararlarında toplumların etkili biçimde güç paylaşımını kabul etmemekteki saplantısı da sözkonusudur...

***  İşte bu nedenle BM Genel Sekreteri’nin iki toplumlu, iki bölgeli federal bir çözüm amacıyla iki toplumlu diyaloğu yeniden başlatmak maksadıyla beşli bir toplantı için insiyatifinin başarı şansı da çok yüksek değildir... Ve eğer Kıbrıs sorunu çözümsüz kalırsa, Türkiye ve Kıbrıslıtürk milliyetçilerinin taksimi kalıcılaştırma planlarını uygulamalarına bir adım kalacaktır. Ve tabii ki bu olumsuz bir görüntüdür – elbette eğer Başkan Anastasiadis tarafından altüst edilmezse ve Kıbrıs’ın tüm halkının yani Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler bunu milli bir görev olarak değiştirmezse...

***  Kıbrıslıtürk yurtseverler “paradi seçimler”e Türkiye’nin müdahaleleri gerekçesiyle ve Ankara’nın müdahaleleri ve kendilerine empoze ettikleri olmaksızın adanın yeniden birleştirilmesi ve iki toplumlu, iki bölgeli federal bir çözümü ileri götürme ısrarlarıyla daha şimdiden sokaklara dökülmüşlerdir.  Bu yurtseverler, benzer bir hareketi bizden de bekliyorlar ve bizim tarafın Kıbrıslıtürkler’in siyasi eşitliğini ve federal devletin önemli kararları ile iktidar kurumlarına etkili katılımlarını tanıyarak Türkiye’ye bağımlılıklarına karşı mücadelelerini güçlendirmemizi bekliyorlar...

***  İşte bu nedenle inanıyorum ki biz Kıbrıslırumlar için hep beraber ve tüm çözüm yanlılarıyla birlikte ayağa kalkıp uluslararası topluluk ile Birleşmiş Milletler’den tüm halkın talebinin Kıbrıs sorununun çözüm masasına konmasını ve ortak yurdumuzun bölünmemesini talep etmemizin zamanı gelmiştir.

***  Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in tüm halkın bu yöndeki taleplerini işitme görevi vardır ve müzakerelere de BM kararları, üst düzey anlaşmaları ve bugüne kadar görüşmelerde uzlaşmaya varılmış olan noktalara dayalı iki toplumlu, iki bölgeli federal bir çözüme açık biçimde gitmelidir – BM Genel Sekreteri’nin Crans Montana’da yapmış olduğu öneriler çerçevesinde bu yapılmalıdır ki buna garantilerin kaldırılması, tüm yabancı askerlerin ve özellikle de işgal askerlerinin adadan çekilmesi de dahildir.

***  Anastasiadis, tüm iktidar kurumlarında ve federal devletin önemli karar mekanizmalarında etkili katılımlarıyla birlikte Kıbrıslıtürk toplumunun siyasi eşitlğini kabul ettiğine açıklık getirmelidir.

***  Bu popüler başkaldırının başarılı olabilmesi için ciddi ve örgütlü biçimde yapılmalı, iki toplumlu iki bölgeli federal bir çözümü yürekten isteyen siyasi güçlerin önderliğinde olmalıdır. Bizim tarafımızda çözüm cephesi oluşturumalı ve taleplerimiz Cumhurbaşkanı Anastasiadis’e iletilmeli ve kendisinden redçileri görmezden gelerek BM Genel Sekreteri’nin halkımızın çözüm talebi çizgisinde davetlerini kabul etmesi istenmelidir.

***  Eğer Cumhurbaşkanı halkın bu çağrısını görmezden gelirse, o zaman Kıbrıslıtürk yurtseverlerle birlikte ortak bir halk hareketi olarak Genel Sekreter’e ve uluslararası topluluğa seslenmeliyiz ve onlardan adanın taksimini önlemelerini talep etmeli, bugüne kadar Kıbrıs halkını oluşturan iki toplumun çoğunluğu tarafından onaylanmış bulunan ve desteklenen iki toplumlu, iki bölgeli federal çözümde ısrarcı olduğumuzu belirtmeliyiz.

***  Taksim yolunda sessiz gözlemciler olarak öylece oturup kalamayız, kendi yurdumuzun kurtuluşu için ayağa kalkmaktan kaçınmamalıyız... Bugüne kadar şovenizm ve her iki toplumdan aşırı milliyetçiler kendi canice planlarını uygulayıp bizi şimdiki çıkmaza sürüklerken halkımızın ezici çoğunluğunun sessizliğini yazmıştır tarih...

***  Bizi uçurumun kenarına kadar getiren ve kendini “yurtseverlik” yaftası altında gizleyen bu gizli ihanete artık daha fazla şahit olmaya katlanamıyor bu halk...

***  Ortak yurdumuzun kurtuluşunu isteyen tüm yurtseverler, iki toplumlu, iki bölgeli federal çözümü ve Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesini benimseyen Sol’dan Sağ’a kadar partilerdeki ve örgütlerdeki her bir demokrat, taksimin empoze edilmesini önlemek için mücadeleye katılmanın zamanı şimdidir, sonra değil...

 


BASINDAN GÜNCEL...

 “Trakya olaylarının zemini: İskan Kanunu...”

21-003.jpg

 

 Işıl Demirel

Trakya Olayları’nın resmi dayanağını oluşturan İskan Kanunu 1934 yılında olaylardan kısa bir süre evvel ilan edilecekti.

1930’lu yıllar, Türkiye’de milliyetçiliğin etnik ve dinsel temeller üzerinden oturtulmaya çalışıldığı bir dönem olarak ele alınmalıdır. 1923 yılında Cumhuriyet’in kurulmasından sonra daha yeni rejim ilk on yılını tamamlamadan, köklü değişimlerden geçen kültür, ekonomi, siyaset ve gündelik hayat ile Türk ulusunun yeni yaşam biçimi şekillendiriliyordu.

Trakya Olayları’nın resmi dayanağını oluşturan İskan Kanunu 1934 yılında olaylardan kısa bir süre evvel ilan edilecekti. Trakya bölgesindeki yerleşim dağılımı kanun aracılığı ile Yahudilerden arındırmayı hedefleyen İskan Kanunu’nu ele almadan evvel ise kanunun ilanından yaklaşık iki ay önce kurulmasına karar verilen Trakya Umumi Müfettişliği’nin ve bu Müfettişliğin işlevinin açıklanması yerinde olacaktır.

İtalyan Tehdidi ve Trakya’da Yerleşik ‘Yabancı’ Unsur Yahudiler

19 Şubat 1934 tarih ve 2/150 sayılı kararname ile “Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale mıntıkalarında nafıa ve iskan işlerinin esaslı bir surette tanzim ve idaresi için 1164 nolu kanunun hükmüne göre meskur mıntıkada Trakya Umumi Müfettişliği namı ile ikinci bir Umumi Müfettişlik teşkili ve bu Umumi Müfettişliğe ait ilişik kadro” nun onaylanması ile söz konusu Müfettişliğe İbrahim Tali Bey atanır. Umumi Müfettişliğin ana vazifesi, İtalya ile girilecek olası bir savaş ihtimaline karşı bölgenin imar ve iskanının düzenlenmesi ve bölgede Türk hakimiyetinin oluşmasının tertibidir.

İtalya’nın faşist lideri Benito Mussolini’nin 18 Mart 1934’te yaptığı konuşmada, Asya ve Afrika’yı İtalya’nın genişleme alanları olarak tanımlaması ve Akdeniz’i ‘bizim deniz’ (mare nostrum) olarak nitelemesi ardından Ankara hükümeti bunu açık bir tehdit olarak algılayarak “en hassas mıntıka” olarak belirledikleri Trakya’nın olası bir savaş halinde düşmanla iş birliği yapmayacak Türklerce iskan edilmesini uygun görmüş ve iskanı düzenlemek üzere de müfettişlik kadrosu oluşturarak İbrahim Tali Bey’i bu vazifeye atamıştır.

Trakya’da yoğun olarak yaşayan göçmen ve gayri Türklerin nizami olarak yerleşimi, bölgedeki nüfus gruplarının, yerleşim alanlarının, iş kollarının, ekonominin kimlerin elinde olduğunun tespiti İbrahim Tali Bey’in Trakya bölgesi ile ilgili ödevleri arasındadır. Tali, 22 Nisan 1934 tarihinde görevine Edirne’de başlar. Yaklaşık iki ay süren gezileri sonrasında Trakya’da, Türkçe yerine anadilleri olarak İspanyolca konuşan, Trakya’nın iktisadi hayatında önemli yer tutan Yahudilerin bölgedeki durumunu teftiş etmiş, araştırmaları sonucu bölgede yoğun olarak yerleşmiş bulunan bu ‘yabancı’ unsurların iktisadi hayatta önemli yer tuttukları tespit ettiklerinden ivedilikle bölgeden tasfiye edilmelerini yahut Türkleştirilmelerini Ankara hükümetine önermiştir. Onun görevine başlamasından iki ay sonra ise tuttuğu raporların ışığında hazırlanan kanun metni ile 14 Haziran 1934 tarihinde İskan Kanunu kabul edilir.

Türkleştirme Siyaseti

İlan edilen kanuna göre, kendilerini Türk kültürüne bağlı hissetmeyen azınlıklar, asimilasyonun sağlanabilmesi için iskana tabii tutulacaklardır. Türkiye’de dil devrimi sırasında yaşanan etnisiteye dayalı ayrımcılık uygulamalarının bir benzeri olarak uygulanan kanuna göre: 1 numaralı mıntıkalar; Türk kültürlü nüfusunun tekasüfü [yoğunlaşması] istenilen yerlerdir. Hemen bundan sonra bir numaralı mıntıka olarak işaretlenen bölgelerde Türk nüfusunun arttırılması için göçmen kabulüne başlanmış ve Türk soylu göçmen kabulü ve bunların iskanı yoluyla Türk ırkının güçlendirilmesi, kanunun gerekçesinde özellikle vurgulanan noktalar olarak öne çıkarılmıştır.

2 numaralı mıntıkalar; Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakli ve iskanına ayrılan yerlerdir. Bu madde ile anadili Türkçe olmayanların yerleştirilecekleri bölge tespit edilmiş olur. Türk ırkından olmayanların “serpiştirme” suretiyle bu bölgeye dağıtılmalarının amacı Türk kültürünü benimsemiş insanların içinde kendi kültürlerinin unutulmalarının istenmesidir. 3 numaralı mıntıkalar; Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile boşaltılması istenilen ve iskan ve ikamet yasak edilen yerlerdir.

Amaçları arasında Gayri Türk unsurların dağıtılmasının açıkça belirtildiği İskan Kanunu ile aynı zamanda bu kişilerin toplu olarak yaşamaları engellenmiştir. Bunu sağlamak için de, 11. maddede belirtildiği üzere, ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri yasaklanmıştır. Hissiyatın devlet tarafından belirlenmesine ve devletin toprak bütünlüğüne karşı tehdit olarak gördüğü azınlıkları asimile etmesine ve göç ettirmesine meşru bir zemin hazırlayan bu kanunun açık amacı, bölgeyi baskın Yahudi nüfusundan arındırarak Türkleştirmektir.

‘Tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket’

Kanun ile ilgili verdiği beyanda Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, kanunun ülkeyi ‘tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket’ yapacağını belirtmiştir. İskan kanunun asıl hedefi sınırlara yakın yaşayan gayrimüslimlerin, savaş durumunda dış mihraklarla lobi halinde çalışarak vatan aleyhinde çalışmalarından duyulan endişe bahane edilerek toplu halde bu bölgelerden göç etmelerini sağlamak olduğu kadar Türkleşmelerini, Türk kültürü içinde asimile olmalarını da sağlamaktır. Kanun içeriğinde bulunan, gayrimüslimlerin kendilerini Türk hissetmediklerine dair yargı da hem bu hedefin hem de devletin gözünde gayrimüslimlerin, Gayri-Türk olarak algılandıklarının kanıtıdır.

1934 yılında gerçekleşen Trakya Olayları’nın da, Yahudilerin buradan sürülmesinin de yasal meşruiyetini kuşkusuz İskan Kanunu hazırlamıştır. Devlet tarafından koyulan, açık tehdit niteliğindeki bu kanun sonrasında, Trakya’da halk tarafından Yahudilere yönelik şiddet, baskı ve gaspa dayalı eylemler yapılmaya başlanır. İskan Kanunu’nun çıkartıldığı 21 Haziran 1934’ten iki hafta sonra Edirne, Çanakkale, Uzunköprü, Kırklareli ve Babaeski gibi önemli Yahudi yerleşim birimlerinde, ilçe ve köyleri de dahil olmak üzere olaylar yaşanmaya başlanır. Yahudi yerleşimlerine saldırılar gerçekleştirilir, kadınlara tecavüz edilir, evler yağmalanır, Yahudilere taş ve sopalı saldırılarda bulunulur. Saldırılarda bir onbaşı öldürülür. Yahudilerden yaralananlar olur.

Yahudi Nüfusunu Azaltma Projesi

Yaşanan saldırılar sonucunda bölgede yaşayan 13 bin Yahudi’den 10 bini İstanbul’a kaçmaya çalışır. Böylece olaylardan haberdar olan İstanbul basının ardından güvenlik güçleri de geç kalarak olaya müdahale etmeye karar verirler. Olaylar bu şekilde bastırılır. Yahudilerin büyük bir kısmı evlerine geri döndülerse de önemli bir kısmı bölgeyi geri dönmemek üzere bölgeyi terk ederler. Geri dönenlerin zararları tazmin edilmezken pek çok Yahudi ise geride bıraktıkları malları kaybeder. Gerek Trakya Umumi Müfettişi Tali’nin tuttuğu raporlar, gerekse İskan Kanunu’nun açıkça hedeflerini ortaya koyan maddeleri göstermektedir ki, Trakya Olayları ülke yönetiminin bilgisi ve dahi yönlendirmesi sonucu gerçekleşmiştir. Tali’nin tuttuğu raporlar ışığında hazırlanan İskan Kanunu ile bölgede baskın olan Yahudi nüfusunu azaltmanın bir yolu olarak tehdit, boykot ve saldırılar ile Yahudiler korkutulacak, böylece söz konusu yerleşim yerlerini kendi inisiyatifleriyle terk etmeleri sağlanacaktır.

1934 Olayları ister devletin planlı bir eylemi, ister Nazi yanlıların kışkırtmaları sonucu gerçekleşen bir olay olsun, sonucunda hedeflenen amaca uzun bir süreçte de olsa ulaşılmıştır. Atsız’ın önerdiği gibi Yahudiler korkutulmuş, Atilhan’ın tehdit olarak gördüğü Yahudi Trakya’nın iktisadi hayatından uzaklaştırılmış, Türkler arasında yaşayarak Türkleşmesi ve asimile olması arzu edilenYahudiler bugün anadillerinden vazgeçerek, başlarına gelen olumsuz olaylarını konuşmayarak, çoğu zaman Türkçe isim ve hatta soy isimleri ile devletin onlara layık gördüğü hayatı, memleket olarak gördükleri bu coğrafyayı terk etmemek için kabul etmişlerdir.

(AVLAREMOZ – Işıl DEMİREL – 21 Haziran 2016)

Bu yazı toplam 1511 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar