1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Çözüm için asla vazgeçmek yok”
“Çözüm için asla  vazgeçmek yok”

“Çözüm için asla vazgeçmek yok”

Kıbrıs’ta yeniden birleşme ve barışçıl şekilde uzlaşma talebiyle, 2018 yılında, Karpaz’dan Baf’a 400km.’yi 16 günde yürüyen Yalçın Adal ve Stavros Tziortzis YENİDÜZEN’e konuştu.

A+A-

Ödül Aşık ÜLKER

Kıbrıs’ta yeniden birleşme ve barışçıl şekilde uzlaşma talebiyle, 2018 yılında, Karpaz’dan Baf’a 400km.’yi 16 günde yürüyen Yalçın Adal ve Stavros Tziortzis, çözüm için herkesin elinden gelenin en iyisini yapması ve asla vazgeçmemesi gerektiğini söyledi.

Yalçın Adal, Kıbrıs’ta gelecekte daha güzel günler olabileceğine dair inancını dile getirerek, Kıbrıslıların kendi hikayelerini kendilerinin yazmaları gerektiğini vurguladı.

Adal “Gençlere anlatmak istediğimiz en önemli şeylerden biri, insanların siyasetin önünde olduğudur. Çok zor görünüyor, süreç kilitlenmiş, askerler, dikenli teller… Ama uzlaşı sadece bir konuşma uzakta. İlerlemenin en iyi yolu, birileriyle tanışmak, kahve içmek, arkadaş olmak, duvarın diğer tarafındaki bir kişiye gülümsemek... Herkes bunu yaparsa, dere nehre dönüşür” diye konuştu.

“Kıbrıs sorunu dikkatimizi ve enerjimizi o kadar çok emiyor ki, çevre gibi diğer alanları ihmal ediyoruz. Bu yüzden, hepimizin çıkarları için bu sorunu çözmemiz çok önemlidir” diyen Stavros Tziortzis de, “Dünya değişiyor, değişim durmaz. Değişimin hangi yöne olacağı bize bağlı. Vazgeçersek, diğerlerinin değişimi istedikleri gibi yapmasına ortam hazırlarız” dedi.

2018’deki yürüyüşlerini konu alan “Journey into Cyprus-East to West” adlı belgeselle özellikle gençlere mesaj vermek istediklerini söyleyen Yalçın Adal ve Stavros Tziortzis, kişiler arası ilişkileri geliştirmenin önemine dikkat çekti.

 

“Kıbrıs’ın birleşmiş hali çok daha iyi”

 

Soru: Yollarınız ne zaman kesişti, ne zaman tanıştınız?

Yalçın Adal: Stavros’la 20 senedir tanışıyoruz. İlk tanışmamız Latrobe Üniversitesi’nde yapılan bir yakınlaşma atölye çalışmasında oldu. Sonrasında bu çalışma dışında da arkadaşlığımız devam etti ve Stavros beni Kıbrıs’a davet etti. İlk belgeselim için, Kraliçe Regina’nın efsanevi penceresi, 101’inci pencereyi aramak için kameramla adaya geldim. Efsaneye göre, bu pencereyi bulup, dileğinizi haykırırsanız, dileğiniz gerçek olur. Bu pencereyi Ahmet dayımdan duymuştum, “101’inci pencereyi bul ve barış isteğini haykır” demişti. İnsanlara bu pencerenin nerede olduğunu sormaya başladım, farklı cevaplar aldım, Kantara, St. Hilarion gibi. Ben de bu noktadan yola çıkarak, insanlara bu pencereden hangi dileklerini haykırmak istediklerini sordum. Bu soruyu, o dönemde, Stavros’a da sormuştum. Stavros’un cevabı beni çok etkiledi. Dostluğumuz o noktadan sonra kökleşti. Kıbrıs’ı bir uçtan diğerine yürümeye karar verdiğim zaman, aklıma Stavros geldi. O da bu fikre “evet” deyince yeni bir serüven başladı. O da zaten böyle bir şey yapmak istiyormuş.

Stavros Tziortzis: İlk belgeseli için Yalçın Kıbrıs’a geldiğinde birlikte çok zaman geçirdik, güçlü bir bağ kurduk. Yalçın’ın ilk belgeselinde, 21 yaşındayken, Kıbrıs’ın insanlarının bir gün birlikte yaşayabilmesini dilediğimi söylemiştim. Benim için insanların kimliği, etnik kökeni, derisinin rengi, dini, cinsiyeti önemli değildir, herkese eşit şekilde davranırım. Kıbrıs’ın insanlarının da bu tür ayrımcılıkların olmadığı bir ortamda özgürce yaşamasını dilemiştim. Bu benim sadece Kıbrıs için değil, bütün dünya için dileğimdir. Kıbrıs’ın, bu konuda, tüm dünya için rol model olmasını diliyorum. Bunu yapma fırsatımız var. Kültürlerimiz çok güzel, kültürel mirasımız, Yunan, Türk ve Kıbrıs’tan geçen diğer medeniyetler kültürümüzü etkiledi. Benzersiz etnik kökenimizle gurur duymalıyız. Dünyayı dolaşıyorum ve en ilginç yerlerin kültürlerin kesiştiği yerler olduğunu görüyorum, bu yüzden bunun dezavantaj değil, avantaj olduğunu düşünüyorum. Ama, ne yazık ki, insan doğası bunu tehdit gibi algılayabiliyor. Ben bunu kırmak istiyorum. Kıbrıs’ın birleşmiş halinin çok daha iyi olduğuna inanıyorum. Yalçın bu yürüyüşü yapma konusunu bana açtığı zaman, direkt kabul ettim. İlk anda inanamadım çünkü ben de aynı şeyi düşünmüştüm.

 

Soru: Avustralya’ya ne zaman gittiniz, orada mı büyüdünüz?

Yalçın Adal: İkimiz de Kıbrıs’ta büyüdük. Ben 1973 yılında, 6.5-7 yaşındayken gittim.

Stavros Tziortzis: Ben 16-17 yaşlarındayken Avustralya’ya gittim.

 

“Beklemediğim pek çok zorlukla karşılaştık”

 

Soru: Bu yürüyüşü yapmaya karar verdiğinizde ne tür hazırlıklar yaptınız?

Yalçın Adal: Yürüyüş için çok hazırlandım. 9 ay boyunca yürüdüm, tırmandım, fiziksel olarak hazırlanmaya çalıştım. Ben Stavros kadar genç olmadığım için hazırlanmam, çalışmam gerekiyordu. 15 kiloluk yükle, 25 kilometreyi yürüyebildiğim zaman hazır olduğuma karar verdim ama yürüyüş sırasında beklemediğim pek çok zorlukla karşılaştık.

 

“Bir şeylerin tamam olmadığını hissediyordum”

 

Soru: Nasıl bir çocukluğunuz oldu? İki toplumun birlikte yaşamasıyla ilgili ailenizden neler duyarak büyüdünüz ve yıllar sonra, çok uzaklardan gelip ülkenizin birleşmesini talep etmek için böyle bir yürüyüş yaptınız.

Yalçın Adal: 6.5-7 yaşında bir çocuk olarak, ülkemden istemeden ayrıldım. Geniş aileme çok bağlıydım ve hala öyleyim. Bir çocuk olarak, ülkemde bir şeylerin yolunda olmadığının farkındaydım, bomba sesleri duyardık, babam ordudaydı. Silahı, buzdolabının üstünde mermiler vardı. Amcamın çekmecelerinde de benzer şeyler görüyorduk. Mavi bereli İngilizleri de hatırlıyorum mesela. “Diğer taraf” hakkında da pek çok hikaye duyuyordum. Bir şeylerin tamam olmadığını hissediyordum.

Ailem bana eğitimin her zaman çok önemli olduğunu anlattı. Benim ve kardeşlerimin iyi bir eğitim alabilmesi için Avustralya’ya gittik. Eğitim sayesinde özgürce düşünürsünüz, mevcut durumu kabul etmezsiniz ve daha iyisi için çalışırsınız. Annem ve babam, bize her zaman insanları sevmeyi ve saygı duymayı öğretti, özellikle Kıbrıslı Rumları, bunu 1974’te amcamı savaşta kaybetmiş olmamıza rağmen yaptı. Bu bütün aile için büyük bir şoktu. Avustralya’da, ailemizden uzakta büyüdük. Evimizde üstünde Kıbrıs haritası olan tepsimiz vardı. O haritaya bakıp hayaller kurardım, deniz kızının yüzdüğü bir deniz, kaleye benzeyen dağlar… Gizemli bir havası vardı, “o dağlarda yürümek, o denizde yüzmek nasıl bir şey” diye düşünürdüm. Mümkün olduğunca sık, adaya gelmeye ve geniş ailemizle vakit geçirmeye çalışırdık.

 

“Bir tarafta ailenin etkisi, diğer tarafta eğitimin ve toplumun etkisi…”

 

Soru: Stavros, senin için durum daha farklıydı sanırım, daha büyük bir yaşta ülkenden ayrıldın ve Yalçın’dan farklı bir dönemde büyüdün…

Stavros Tziortzis: Annem ve babam 1977’de Avustralya’ya göç etti, daha iyi bir hayat arayışındaydılar. Sadece 5 yıl orada kaldılar ve Kıbrıs’a geri geldiler, ben 1984’de Kıbrıs’ta doğdum. 2000’in sonlarında ailece Avustralya’ya yerleştik çünkü ablam oraya evlenmişti. Ben orada çok uzun süre kalmadım, 2005’te üniversiteden mezun olunca geri döndüm.

Büyürken, ailem bana ayrımcılık yapmamayı, tüm insanları sevmeyi öğretti. Babam, savaştan önce karma bir köy olan, Agios Vasilios, şimdiki adıyla Türkeli köyüyle ilgili hikayeler anlatırdı. Babamın köyünün hikayelerini, Kıbrıslı Türklerle birlikte nasıl yaşladıklarını, dedemin iş ortağının Kıbrıslı Türk olduğunu, 1963’de Kıbrıs’ta sorunlar olduğunda Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların fanatiklerin köye girmesini ve köyde milliyetçiliği ve fanatizmi yaymalarını engellemek için birlikte nasıl mücadele ettiklerini dinleyerek büyüdüm. Kıbrıslı Türkler 1964’de köyü terk etmek durumunda kaldı, babamın köyünde öldürülenler de olmuş.

 

“Herkesin değişebileceğine inanıyorum”

 

Bir tarafta ailenin etkisi, diğer tarafta eğitimin ve toplumun etkisi… Etnosantrik eğitim büyük bir sorun. Yalçın ve bazı Kıbrıslı Türklerle tanıştığımda, ilk defa madalyonun diğer yüzünü de gördüm. O süreçte ailemden aldığım temel çok etkili oldu, eğer açık görüşlü değilseniz, milliyetçilerin söylemlerine hapsolursunuz. Şunu söylemek isterim, ben Apoel taraftarıyım, o milliyetçi bir takımdır. 15-16 yaşlarındayken, yaşıtlarımla Ledra Palace yakınlarında eylem yapıp, işgali protesto ettiğimizi hatırlıyorum. Bu, benim içimdeki değişimin, devrimci ruhun kıvılcımı oldu. Bakış açımı değiştirmeme yardımcı olan, Yalçın gibi iyi insanlarla tanıştığım için çok mutluyum. Yaşadığım kişisel değişim nedeniyle herkesin değişebileceğine inanıyorum. Neler yaşadığımı biliyorum, insanlar doğruyu ararsa, onların da aynı değişimi yaşayabileceğine ve kesinlikle yeniden birleşebileceğimize inanıyorum.

 

“Müzik engellere meydan okur”

 

Soru: Yürüyüş sırasında yaşadığınız en tuhaf, ilginç anınız nedir?

Yalçın Adal: Yürüyüşün ortasında, Lefkoşa’da bizi karşılamak için yapılan etkinlik çok etkileyiciydi, asla unutamam. Benim için ayrıca en ilginç olan, sanırım beşinci gündü, Agios Chariton-Ergenekon’a doğru yürürken, yanımızda bir araba durdu. Araba yolun ortasında durdu, içinden biri indi ve “Siz, Avustralya’dan gelen, yürüyenlersiniz. Hade fotoğraf çekelim” dedi. Sonra onun telefonu çaldı ve melodi Dillirga şarkısıydı. O kişi Stavros’la birlikte Dillirga şarkısını Türkçe ve Yunanca söylemeye başladı. Müzik engellere meydan okur, müziğin birleştirici gücü çok güzeldi. Seslerinin dağlarda yankılandığını hissettim.

Stavros: Beni en çok etkileyen şey, karşılaştığımız misafirperverlikti. Yürüyorduk, insanları tanımıyorduk. Bazen yol sormak için evlerine gittiğimiz kişiler bize kahve yaptı, bahçelerinden meyve topladı.

Yalçın’ın bahsettiği, yolda duran, bizimle konuşan kişi, “oradaki köye gidin, kapısının önünde kırmızı traktör olan ev kardeşimindir. Kapıyı çalın, sizi benim gönderdiğimi söyleyin” dedi. Biz de o köye yürüdük, önünde kırmızı traktör olan evin kapısını çaldık ama evde kimse yoktu. Kısa süre sonra köyün yarısının kırmızı traktörü olduğunu fark ettik.

 

“Kıbrıslılar kendi hikayelerini kendileri yazmalıdır”

 

Soru: Yürüyüş hakkında bir belgesel hazırlama fikriniz en başından beri vardı. Bunu yapma amacınız neydi?

Yalçın Adal: İyi bir hikayemiz vardı. Yürüyüşümüz boyunca aradığımız 101’inci pencereyi hem aileden duymuştum hem de Colin Thubron’un “Journey into Cyprus” kitabında okumuştum, oradaki bir cümle bu yürüyüşü yapma konusunda beni harekete geçirdi. Colin Thubron, 1972 yılında Kıbrıs’ta yaklaşık 1000 km.’lik bir yürüyüş yapmış. Colin Thubron, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların birlikte nasıl yaşadığını 1972’de gördüğünü ve o zamanların asla geri gelmeyeceğini söylüyordu. Bu beni rahatsız etti, gelecekte güzel günlerin olabileğini düşünüyorum. Colin Thubron’un dediği gibi en iyi günler geçmişte kaldıysa, o zaman gelecekte olmasını beklediğiniz bir şey yok demektir. Ben bunu kırmak istedim çünkü Kıbrıslılar kendi hikayelerini kendileri yazmalıdır, ne istediklerine, nasıl istediklerine veya ne kadar iyi olabileceğine kendileri karar vermelidir. Bu, belgeselin birinci mesajı ve önemidir. İkincisi, bu yürüyüş sırasında doğa ve tarih açısından önemli pek çok yerden geçtik. Kıbrıs’ın güzelliklerini göstermek de bizim için önemliydi.

Aslında, belgeselin amacına bu kadar iyi hizmet edeceğini tahmin etmemiştik. Belgeselin gösterimlerinde ne kadar etkili olduğunu ve mesajımızın doğru şekilde insanlara ulaştığını gördük. İnsanlar sadece birleşme ve barış konusunda mesaj almadı, aynı zamanda adayı bir bütün olarak görebildiler ve daha iyi tanıdılar; kuzey-güney olarak değil, belgeselin de adında olduğu gibi, doğudan batıya… Özellikle Kıbrıslı gençlerin farklı düşünmelerini sağlamak, düşünce biçimini değiştirmek istedik. Değişik kültürlerin bir arada olmasının bir güç kaynağı olduğunu anlatmak istedik. Gelecek konusunda, Kıbrıslı gençlerden çok umutluyuz.

 

“Amacımız mümkün olduğunca çok insana ilham vermek”

 

Soru: Belgeseli daha geniş kitlelere ulaştırmak konusunda planınız var mı?

Yalçın Adal: Sadece Kıbrıslılara değil, belgeseli daha geniş kitlelere de ulaştırmak istiyoruz, festivallere katılabiliriz. Melbourne Uluslararası Kısa Film Festivali’ne başvurduk. Bu olursa, belgeseli tüm Avustralya ile paylaşma şansımız olacak.

Stavros Tziortzis: Hikayemizi dünyayla paylaşmanın bir yolu olarak düşündüğümüz için yürüyüşümüzü belgesel yaptık. Şu anda bunu göstermenin en iyi yolunun ne olduğu konusunda konuşuyoruz, amacımız mümkün olduğunca çok insana ilham vermek... Kıbrıs’taki gösterimlerde, tepkiler çok etkileyiciydi. İnsanların tepkilerini görünce, Yalçın’la doğru yolda olduğumuzdan emin olduk. Bu bize güç verdi. Şunu da belirtmek isteriz ki, herhangi bir siyasi partiden veya devlet kuruluşundan tek kuruş almadık, finansmanı kendimiz ve ailelerimizin ve arkadaşlarımızın katkılarından sağladık. Bize yardım eden gönüllüler vardı. Sponsorluk konusunda bize ulaşan organizasyonlar oldu ama biz kabul etmedik çünkü gerçekten bağımsızlığımızı korumak istedik.

 

“Elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız”

 

Soru: Kıbrıs sorununun çözümü için şu anda müzakere yok, hareket yok. Bu Kıbrıs’ın geleceği açısından sizi umutsuzluğa itiyor mu?

Stavros Tziortzis: Çözüm zor olabilir ama hepimiz elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız ve asla vazgeçmemeliyiz. Milliyetçi bakış açısıyla değil de, sadece genel çıkar açısından düşünsek, birleşik Kıbrıs, %100 herkesin çıkarınadır. Müzakereler olmasa bile radyoda, televizyonda ilk 3-4 konu Kıbrıs sorunuyla alakalıdır, Kıbrıs sorunu tartışılıyor, sonra diğer konular geliyor. Kıbrıs sorunu dikkatimizi ve enerjimizi o kadar çok emiyor ki, çevre gibi diğer alanları ihmal ediyoruz. Bu yüzden, hepimizin çıkarları için bu sorunu çözmemiz çok önemlidir. Zaman zaman, benim de uzlaşı olmayacağını düşündüğüm oldu ama örneğin Crans Montana’da bir anda çözüme çok yaklaştık. Yeniden bir fırsat olacağına inanıyorum.

Yalçın Adal: Gençlere anlatmak istediğimiz en önemli şeylerden biri, insanların siyasetin önünde olduğudur. Çok zor görünüyor, süreç kilitlenmiş, askerler, dikenli teller… Ama uzlaşı sadece bir konuşma uzakta. İlerlemenin en iyi yolu, birileriyle tanışmak, kahve içmek, arkadaş olmak, duvarın diğer tarafındaki bir kişiye gülümsemek... Herkes bunu yaparsa, dere nehre dönüşür.

Stavros Tziortzis: Karpaz’dan biri bize, “zamanınızı boşa harcıyorsunuz. Akan bir nehri, bir yaprakla nasıl durdurabilirsiniz. Umutsuz” demişti. Düşününce, bir yaprak bunu başaramayabilir ama çok sayıda yaprak nehrin yönünü değiştirebilir. Umudu kaybedersek ve Kıbrıs kalıcı şekilde bölünmüş kalırsa, bölünmüş Kıbrıs’ta düşmanlar olarak mı yoksa dostça ilişkileri olan komşular olarak mı yaşamayı tercih ederiz? Komşular olarak dikkenli tellerle ve duvarlarla mı yoksa sınırlar ve savaş korkusu olmadan mı yaşamak isteriz? Bu konu, Kıbrıs’ın da ötesinde, Türkiye ve Yunanistan’a kadar uzanır. Günün sonunda biz komşuyuz ve kültürümüz batı ülkelerinden veya dünyanın herhangi bir yerinden çok daha yakın ama yine de, yıllar öncesinden miras kalan bu nefret veya düşmanlık içinde yaşıyoruz ve bunu bugün hala aşmıyoruz? Her durumda, kişiler arası ilişkileri geliştirmek için bir şeyler yapmalıyız. Dünya değişiyor, değişim durmaz. Değişimin hangi yöne olacağı bize bağlı. Vazgeçersek, diğerlerinin değişimi istedikleri gibi yapmasına ortam hazırlarız.

Bu haber toplam 4815 defa okunmuştur