Çözüm Lübnan Halkı’nın Elinde
Dünya kamuoyu haklı olarak Lübnan’ın başkentindeki patlamayı ya da daha doğru bir tabirle yeni bir ‘Ortadoğu Felaketi’ni konuşuyor.
Bu patlama sadece yüzlerce masum insanın ölümü, binlercesinin yaralanması, bir kentin enkaz yığını haline gelmesi ve bir ülkenin sosyo-ekonomik hayatının darmadağın olması anlamına gelmiyor.
Bu felaketin, eğer varsa, siyasal hedefleri ve sorumlarının kimler olduğu da mercek altında.
Bütün gözler, haklı olarak, Iran’ın bölgeye yerleşmesinden rahatsız olan, bunu tehdit olarak algılayan İsrail’e çevrilmiş durumda.
Belki de, Lübnan’ın yaşadığı bu yıkımın, eğer varsa, ‘dıştaki sorumluları’nı kimse öğrenemeyecek.
Sadece felaketin tetikçilerini tahmin etmeye çalışmakla yetinilecek ve siyasal sonuçları irdelenip faillerin portresi çizilmeye çalışılacak.
Mesela, artık Lübnan siyasetinde Iran destekli Hizbullah’ın vesayeti devam edecek midir?
Lübnan, hala daha Ortadoğu’daki yangına körükle yaklaşanlar için bir tür askeri üs olmayı sürdürecek midir?
Bu felaketin içerideki sorumlularının anlaşılması çok daha kolay olmalı!
Beyrut’taki patlama, Ortadoğu’da genel olarak devletin özel olarak da yönetenlerin özellikleri hakkında ciddi ipuçları sunuyor.
Yani Ortadoğu’da sıklıkla tekrarlanan bu ve benzeri felaketlerin tarihsel-siyasal bir arkaplanı vardır.
Bu tarihsel-siyasal arka planda, kamu otoritesinin zayıflığı, devlet dışı yapılanmaların etkinliği, kuralsızlık, hoşgörüsüzlüğu bayraklaştıran siyasal mezhepçilik ve bunlardan beslenen derin toplumsal parçalanmalar vardır.
Bunların tümü, hem dış karışmalara zemin hazırlıyor hem de Lübnan halkını edilgen hale sokup zayıflatıyor.
Yaşanan felakete ait bazı gerçeklikler aslında yukarıda sıralanan tarihsel-siyasal arka planın sonuçlarını özetliyor.
Yaklaşık 6 yıl önce tehlikeli kimyasal madde taşıyan, bir Rus işadamına ait bir yük gemisi Gürcistan’ın Batum limanından Mozambik’e hareket ediyor!
Gemi her nedense rotasında olmamasına rağmen Beyrut’a yönelmeyi tercih ediyor!
Beyrut’a vardıktan bir müddet sonra ise bu geminin artık bir sahibi yoktur!
Yani, içindeki tehlikeli maddeyle birlikte terkedilmiştir!
Lübnan devleti bu ‘terk edişi’ her nedense sorgulamıyor!
Lübnan devleti, gemideki malın alıcısı durumunda olan Mozambik hükümetine ‘gel emanetini al’ demiyor!
Gemideki binlerce ton tehlikeli kimyasal madde her nedense mahkeme kararıyla limandaki bir depoya aktarılıyor!
Her nedense Lübnan’ın ilgili kamu otoriteleri 6 yıl boyunca buna ses çıkarmıyor!
Her nedense bu depoyu denetleyip tehlikenin büyüklüğünü anlayan da olmuyor!
Liman idaresi bu tehlikeli maddenin kaldırılması için 6 kez mahkemeye başvuruyor.
Ama her nedense patlayıcı yapımında kullanılan bu kimyasal madde limandaki depoda tutulmaya devam ediliyor!
Anlaşılan, Lübnan devleti dışında birilerinin bu kimyasal maddeye ihtiyacı var!
Ve bu ‘ihtiyaç’ pahasına ya ihmalsizlikten ya da bunu fırsat bilen, Lübnan üzerinde hesapları olan bir yabancı unsurun marifetiyle Lübnan halkı bu felaketle karşı karşıya getiriliyor.
Lübnan devleti ya onlara engel olamıyor ya da onlar zaten ‘devlet içinde devlet’ olmuşlar.
Sorumlu bir devlet ya da hesap vermeyi görevden sayan yöneticiler en başta Lübnan topraklarının bir ‘hesaplaşma mekanı’ olmasından rahatsızlık duymalıdır.
Ama siyasal mezhepçiliğin kışkırtıldığı bir süreçte Lübnan devleti bu özelliklere sahip olamadı.
Her köşede bir mezhebin siyasal temsilcisi mevzi kurmuş.
Bireyle kamu otoritelerinin arasına mezhepler yerleşmiş.
Böylece her yabancı devlet, hesabını en iyi görecek mezhebe yaklaşıyor.
Lübnan’ın son 50 yıllık tarihi, bu ülkenin topraklarını savaş alanı olarak kullanan yabancı unsurların etkinliklerinin tarihidir.
Kamu otoritesiyle halk arasına yerleşen siyasal mezhepçiliği ortadan kaldırmadıkça yabancı unsurların eylemleri engellenemez.
Yani, öncelikle felaketin içerideki sebeplerinden kurtulmak gerekmektedir.
Bu da, ancak Lübnan halkı isterse başarılabilir.