Çözüm Rüzgarlarından Savaş Tamtamlarına…
Kıbrıs’ta Mayıs 2015’den bu yana çözüm rüzgarları esmekteydi. İki yıla yakın esen, zaman zaman hızlanan, zaman zaman yavaşlayan, zaman zaman da kısa aralıklarla dinse bile yeniden esmeye başlayan çözüm rüzgarları artık durgunlaştı.
Ama bu arada başka gelişmeler de yaşandı. Rum tarafı hiçbir şey olmamış gibi doğu akdenizde petrol ve doğal gaz sondaj çalışmalarını hızlandırdı. Gerekçesi de çok basit. “Bu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik hakkıdır. Biz bu hakkımızı kullanıyoruz ve kendi MEB, ‘Münhasır Ekonomik Bölge’mizde istediğimiz çalışmayı yaparız” diyorlar.
Düz mantıkla bakıldığı zaman haksız sayılmazlar. Kıbrıs’ta bütün dünyanın tanıdığı, BM ve AB üyesi olan tek devlet Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Bu nedenle Kıbrıs’ta tek egemen de bu devlettir. Öyleyse egemenlik hakkından kaynaklanan her türlü olanağı kullanma yetkisi vardır.
Bu devletin tek eksiği 1960 yılında iki topluma dayalı olarak kurulduğu halde, Aralık 1963’den bu yana tek toplumlu olarak yoluna devam etmesidir.
Bu devlet 50 yıldan fazla bir zamandır tek kanatlı olarak uçmaya çalışıyor. Bu nedenle yine 50 yıla yakındır müzakereler sürmekte ve bu soruna bir çözüm bulunmasına çalışılmaktadır.
Ancak müzakereler sürüyor diye yaşam da durmuyor. Biz nasıl kuzeyde kurduğumuz KKTC ile yolumuza devam ediyorsak ve Rumların kuzeyde bıraktığı mallara inşaat dahil her türlü gelişmeyi yapıyorsak, Rumlar da güneyde yapıyorlar.
Tek farkla onlar tanınmış devlet oldukları için bütün yaptıkları yasaldır ve haklarıdır. Biz tanınmamış bir devlet olduğumuz için bütün yaptıklarımız yasa dışıdır ve literatürdeki adı “Gasp”tır.
Aynı mantık Kıbrıs’ı çevreleyen denizlerin dibinde bulunan hidrokarbon yatakları için de geçerlidir. Kıbrıs Cumhuriyeti bu parsellerde arama yapılması için uluslararası ihale açarak, uluslararası şirketlerle anlaşma imzalayabilir. ABD, Fransa, İtalya gibi dünyanın önde gelen ülkelerin şirketleri bu ihaleleri alarak sondaj çalışmalarına da başlayabilir.
Ama KKTC’nin Türkiye ile devletler düzeyinde imzaladığı bu yöndeki protokol dünyada tanınmaz. Çünkü dünyanın gözünde KKTC yasal değil.
Bunları neden anlattım. Çünkü bu protokola dayanarak doğu akdenizde sondaj çalışmalarına başladığı duyurulan Babaros Hayrettin Paşa gemisi geçen gün Rumlar tarafından telsiz mesajıyla uyarıldı. Barbaros gemisi de karşı mesaj olarak Rumlara telsizden “Mehter Marşı” dinletti.
Bildiğiniz gibi Osmanlı ordusu mehter marşını yürüyüşe çıkarken çalmaktaydı. Bu yürüyüşlerin çoğu zaman sefere çıkma demek olduğu, sefere çıkmanın da savaşa gitme olduğu biliniyor.
Özetle müzakere masasında işler iyi gitmediği gibi, günlük hayatımızda da savaş tamtamları çalmaya başladı.
Şimdi konu ile ilgili bütün taraflar iki kere düşünmeye başlasınlar. Başta BM ve AB hangi noktaya geldiğimizi bir kere daha ve bu kez çok daha dikkatli düşünsünler. İki lider başlarını avuçlarının arasına alarak on kere daha düşünsünler.
Kıbrıs’ın garantörleri Türkiye, Yunanistan ve İngiltere on kere daha düşünsünler. Özellikle İngilizler “benim üslerime dokunmayın da ne isterseniz yapın” yaklaşımını bir daha değerlendirsin. Gemiden mehter marşı çaldıran Türkiye sanki yapacak başka bir şey kalmamış gibi “savaş tehdidi” ile yol alacağını sanmasın. İyi hesap yapsın. Yunanistan da “her koşulda Kıbrıslı Rumların yanındayız” mesajı vermeden önce iyi hesap yapsın.
Bu küçücük Kıbrıs adasında yaşanacak en küçük bir savaşın nelere mal olacağını hiç kimse kestiremez. Dahası boyutlarının nerelere uzanacağını da kimse kestiremez. Bu bakımdan herkesi sağ duyulu düşünmeye ve davranmaya davet etmek isterim.
Bu statüko kimseye yaramaz. Bu küçücük olay bile sanırım bunu herkese anımsattı. Kıbrıs sorunu bir an önce çözülmelidir. “Zamana oynayarak bir tarafın güç kazanmasını, ya da zayıflamasını beklemek ve isteklerinin maksimumunu elde etmek” düşüncesinden hemen vazgeçilmelidir.
Özellikle Rum siyasilere bu gelişmelerden ders almaları yönünde çağrı yapmak istiyorum. Son günlerde Türkiye’nin AB ve ABD ile arasının açılması neticesinde istediklerini elde edeceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar. Türkiye batıdan uzaklaştıkça çözüm şansı da azlamaktadır. Çözüm şansı azaldığında da adamızı nelerin beklediğini sanırım herkes gördü.
O nedenle 21 Mayıs’ta yapılacak AKP kongresi ile yeniden AKP başkanı olacak Erdoğan’nın yeni siyaset anlayışına dikkat etmeleri gerekir. Bu yeni anlayışta kısa vadede Kıbrıs’ta olası bir çözüm fırsatı olabilir diye düşünüyorum. Erdoğan’ın 9 Mayıs AB gününde verdiği mesaj ve ardından AB bakanı Ömer Çelik’in Brüksel ziyaretinde verdiği mesajlara bakarsak ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.