1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Çözüm sürecinin geleceği açısından yeni bir umut ışığı”
“Çözüm sürecinin geleceği açısından yeni bir umut ışığı”

“Çözüm sürecinin geleceği açısından yeni bir umut ışığı”

CTP Milletvekili ve Dış İlişkiler Sekreteri Fikri Toros, BM Genel Sekreteri’nin çözüm sürecine dair kurguladığı yeni yol haritasını gayriresmi yemekte liderlere açıkladığını ve genişletilmiş toplantıda da tüm taraflarla istişare edeceğini söyledi.

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

CTP Milletvekili ve Dış İlişkiler Sekreteri Fikri Toros, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs sorununun çözüm sürecine dair kurguladığı yeni yol haritasını 15 Ekim’de New York’ta Kıbrıslı liderleri davet edildiği gayriresmi yemekli toplantı açıkladığını ve bunu, yakın bir tarihte gerçekleştirilecek olan genişletilmiş toplantıda da tüm taraflarla istişare edeceğini söyledi. “Bunlar, Kıbrıs çözüm sürecinin geleceği açısından, yeni bir umut ışığı niteliğindedir” diyen Toros, Guterres’in, ABD ve AB’nin kendisine verdiği güçlü destek ve cesaretle bu inisiyatifi aldığını belirtti.

Başlayan yeni sürecin, geçmiştekilerden farklı olarak sadece Kıbrıslı liderler arasında değil, Kıbrıs haricindeki uluslararası aktörlerin katılımı ve proaktif rol üstlenmeleriyle ilerleyebilecek gibi göründüğünü kaydetti.

Toros, yeni sürecin başarılı olması için yapılması gerekenleri Yenidüzen’e detaylı şekilde anlatarak, siyasi eşitliğin pazarlığa ve/veya al-vere tabi tutulmaması gerektiğini vurguladı. Fikri Toros, BM tarafından uygulanan müzakere yöntemlerinin de gözden geçirilmesinin ve yeni sürecin başarısızlığa fırsat vermeyecek şekilde kurgulanmasının zaruri olduğunun altını çizdi.

Toros, BM nezdinde, resmi veya gayriresmi herhangi bir toplantıya katılmanın BM kararlarının oluşturduğu zemine dönmüş olmak anlamına geldiğini söyledi.

“Egemen eşitliğin ve uluslararası statümüzün eşitlenmesini müzakerelere ön koşul olarak koyanlar, aslında Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün devamını isteyenlerdir” diyen Toros, kendisini “Türkiye’nin kayyumu” olarak nitelendiren Tatar’ın federasyon görüşmesine oturabileceğini söyledi ve ekledi:  “Tatar, federal çözüm müzakeresine dönerse, bu inandırıcı olmaz. Çünkü Tatar, federal çözüme inanmayan bir siyasi kişidir. Dolayısıyla, umuyorum ki, bu kadar ciddi bir mesele, böyle bir siyasi pozisyona sahip bir kişiye delege edilmez.”

 

“En uzun süren çıkmaz”

Soru: Kıbrıs konusunda, çok uzun süren durgunluktan sonra, liderler New Yorkta BM Genel Sekreterinin himayesinde gerçekleşen gayriresmi yemekte bir araya geldi. Bu noktaya nasıl gelindi?

Toros: Crans Montana sonrası içine girilen çıkmaz, aslında Kıbrıs çözüm sürecinin tarihine baktığımızda en uzun süren ve hatta gittikçe derinleşen bir çıkmaz olmuştur. Kıbrıs’ta her iki toplum liderinin pozisyonları birbirinden bu kadar polarize konumda iken, liderler arasında “ortak zemin” bulunması olasılığı zaten hiç olmadı, bugün de yoktur. BM’nin atadığı kişisel temsilcinin de tespiti bu yöndedir. Fakat her zaman söylediğim bir şey var, hiçbir sorun durağan değildir ve muhakkak çözümlenmeye mahkumdur. Bunun en bariz örneğini de, gerek Ukrayna savaşında gerekse gittikçe yayılmakta olan Ortadoğu savaşında gözlemlemekteyiz. Ben konuya, Kıbrıs haricinde ve Kıbrıs’ı doğrudan etkisi altına alan jeopolitik gelişmeler açısından bakmayı doğru buluyorum. Bir tarafta, Ukrayna savaşının sonucu olarak, AB’nin güvenlik ve enerji odağında belirlediği yeni stratejiler var. Bu bağlamda, AB ile NATO arasındaki işbirliğinin arttırılması ihtiyacı olduğunu müşahede etmekteyiz. Aynı zamanda, AB’nin genişleme politikası çerçevesinde, Balkanlar’da birlik dışında olan ülkeleri, Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan’ı da içine alan bir genişleme stratejisinin gündemde olduğunu hatırlatmak istiyorum. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar nedeniyle, Avrupa pazarlarının ihtiyacı olan alternatif enerji kaynağı arayışı vardır. Dahası, AB’nin yürürlükte olan yenilenebilir enerji stratejileri yürürlüktedir. Tüm bu gerçekler perspektifinden baktığımızda, Türkiye’nin AB ile, AB’nin de Türkiye ile ilişkilerini karşılıklı olarak normalleştirme ihtiyacının ortaya çıktığını görüyoruz. Türkiye, sadece alternatif enerji kaynağı sunan bir “enerji koridoru” konumunda değil, aynı zamanda gerek NATO genişleme sürecinde, gerekse AB’nin yeni güvenlik mekanizmalarına entegre edilmek durumunda olan kritik öneme sahip bir ülkedir. Bu yüzden, uzun bir süreden bu yana askıda olan katılım müzakerelerinin yeniden başlatılmasıyla, Türkiye-AB ilişkilerinin karşılıklı olarak normalleştirilmesi ve geliştirilmesi hasıl olmuştur. Bunu bir kenarda tutalım.

İkincisi, AB ile alakalı gelişmelerle ilintili olarak, 7 Aralık 2023’te Türkiye ile Yunanistan arasında üzerinde mutabakata varılan Atina Bildirgesi tahtında yeni bir yakınlaşma süreci başlamıştır. Bu bildirgenin amaçladığı yakınlaşma sürecinin odağında da, iyi komşuluk ilişkilerinin yanısıra mevcut sorunları barışcıl yollarla çözmek, dostane ilişkiler kurmak, ekonomik işbirliğini artırmak ve gerginlikleri önlemek vardır. Tüm bunların özünde yatan motivasyonun yine güvenlik ve enerji olduğunu görüyoruz. Türkiye ve Yunanistan karşılıklı olarak, gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin Sayın Cumhurbaşkanı ve Yunanistan Başbakanı nezdinde, gerekse Dışişleri Bakanları nezdinde, bu bildirgeye bağlılık sergilemişlerdir. Sık aralıklarla bir araya gelerek, bu bildirgenin ruhuna uygun olarak ilişkileri geliştirmek yönünde kararlı adımlar atıyorlar.

 

“Kıbrıs sorununun çözümlenmesi uluslararası aktörlerin yeniden gündemine geldi”

Diğer bir yandan, Ekim 2023 ayından bu yana, İsrail’in Gazze’de başlattığı, gittikçe yayılmakta ve şiddeti artmakta olan kanlı bir savaş vardır. Bu savaş, ABD öncülüğündeki batı müttefiklerin, Doğu Akdeniz’de güvenlik mekanizmalarını artırmalarını beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, ABD’nin Yunanistan’dan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’yle de yaptığı güvenlik ve savunma anlaşmaları çerçevesinde, Kıbrıs Cumhuriyeti üzerindeki silah ambargosu kaldırıldı ve ABD-Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir savunma işbirliği protokolu yapıldı. Bu bağlamda, ABD Kıbrıs’a da silah ve asker konumlandırmıştır. Dolayısıyla, Amerika’nın öncülüğündeki Batı müttefikler, İsrail’in savunmasına destek olmak amacıyla ve bölgede yaşayan vatandaşlarının tahliyesi gibi insani amaçlar için, Kıbrıs’ı bu gelişmeler çerçevesinde kullanmaya başlamışlardır.

Güvenlik ve Enerji odağında meydana gelmekte olan bu jeopolitik gelişmeler çerçevesinde, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi uluslararası aktörlerin yeniden gündemine gelmiştir. Bu çerçevede, bölgesel sorunlar ve kanlı savaşlar devam ederken, BM Genel Sekreteri yeni bir inisiyatif alarak, Kıbrıs sorununu tekrar gündemine almıştır. Konuya bu açıdan bakıyorum.

 

“Yeni süreç iki Kıbrıslı lider arasında yürütülecek bir süreç olmayacak”

Başlayan bu yeni sürecin, geçmiştekilerden farklı olarak sadece iki Kıbrıslı lider arasında yürütülecek bir süreç olmadığını değerlendirmekteyim. BM Genel Sekreteri, ABD ve AB’nin kendisine verdiği güçlü destek ve cesaretle bu inisiyatifi almıştır. Bu inisiyatifin ilk işareti, 5 Ocak 2024’te bir Kıbrıs temsilcisi atayarak kendisini göstermiştir. Sayın Maria Angela Holguin, Ocak 2024’ten Haziran 2024’e kadar, takriben 6 ay, gerek Kıbrıs’ta, gerekse Kıbrıs’a doğrudan ilgisi olan uluslararası aktörler nezdinde yoğun çalışmalar yapmıştır. Bu çalışma, siyasi liderlerin yanısıra kanaat önderleri ve sivil toplum temsilcileri nezdinde katılımcılık prensibine bağlı olarak yürütülmüştür. Bu da, bu yeni girişimin geçmiştekilere kıyasla ne kadar farklı olduğunun bir göstergesidir. BM Genel Sekreteri, Kasım 2019’da Berlin’de gerçekleştirdiği liderler toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada da ifade ettiği gibi, yeni bir süreç kurgulanacaksa, bunun geçmiştekilerden farklı, takvimli, sonuç odaklı ve aşamalı olacağını söylemişti. Sayın Genel Sekreter, bu açıklamasına bağlı kaldığını, Sayın Holguin’in takip ettiği yeni yöntemle ortaya koymuştur.

toros-2.jpeg

“BM Genel Sekreteri tarafından yeni bir yol haritası kurgulandı”

Bu süreç içerisinde, Kıbrıslı liderler arasında herhangi bir yakınlaşma gözlemlenmemiştir. O yüzden Sayın Holguin, Haziran 2024’te Genel Sekreter’e sunduğu raporda, “her iki lider de pozisyonlarında sabit kalmış ve herhangi bir adım atmamışlardır, bu yüzden ‘ortak zemin’ bulunamamıştır” demiştir. Fakat, yukarıda anlatmaya çalıştığım jeopolitik gelişmeler ve Türkiye’nin de bu jeopolitik gelişmelerin odağındaki kritik konumunun gerektirdiği acil ihtiyaç nedeniyle Genel Sekreter, “bundan sonraki yol haritasını ben hazırlayacağım” diyerek, Holguin Raporu’nu ne kamuoyuyla, ne de Güvenlik Konseyi’yle paylaşmamıştır. Yaz ayları boyunca, Washington’da gerçekleşen NATO zirvesi ve AB Dışişleri Bakanları Gymnich toplantısının da dahil olduğu muhtelif ortamlarda, ilgili tüm taraflar arasında kapsamlı bir diyalog ve diplomasi süreci yürütülmüştür. Bu çabaların sonucunda, BM Genel Sekreteri tarafından yeni bir yol haritası kurgulamıştır. Bu yeni yol haritası, 15 Ekim günü Kıbrıslı liderlerin davet edildiği gayriresmi yemekli toplantıda açıklanmış olup, yakın bir tarihte gerçekleştirilecek olan genişletilmiş bir toplantıda da, tüm taraflarla istişare edilecektir. Bunlar, Kıbrıs çözüm sürecinin geleceği açısından, yeni bir umut ışığı niteliğindedir. Ancak Kıbrıslı liderler, hala pozisyonlarında sabit durdukları ve üzerlerine düşen sorumluluğa rağmen karşılıklı olarak adım atmakta isteksiz davrandıkları için, bu konu Kıbrıs haricindeki uluslararası aktörlerin katılımı ve proaktif rol üstlenmeleriyle ilerleyebilecek gibi görünüyor.

 

“Guterres, eş zamanlı siyasi iradenin nasıl oluşabileceğine odaklanmalı”

Soru: Genişletilmiş toplantıda amaç ne olmalıdır?

Toros: Genişletilmiş toplantıda, Kıbrıs sorununun bugüne kadar çözümlenmemesinin esas sebeplerinin ortadan kaldırılması hedeflenmelidir. Kanaatimce bunların birincisi, taraflar arasında eş zamanlı siyasi iradenin oluşmamış olmasıdır. Dolayısıyla, bu yol haritasında BM Genel Sekreteri’nin önceliği, taraflar arası eş zamanlı siyasi iradenin nasıl oluşabileceğine odaklanmak olmalıdır.

 

“Konunun uluslararası boyutu hafife alınmıştır”

İkincisi, bugüne kadarki süreçlerde, Kıbrıs sorununun uluslararası boyutu hafife alınmış ve uluslararası aktörlerin etkili katılımı yeterince müdahil edilmemiştir. Sorun sadece Kıbrıslı liderler odağında ele alınmış, İngilizce tabiriyle “leader led process” olduğu abartılarak vurgulanmış, uluslararası aktörlerin sadece kolaylaştırıcı olabilecekleri söylenmiş ve dolayısıyla konunun uluslararası boyutu hafife alınmıştır. Halbuki, Kıbrıs sorunu 61 senedir çözümlenmediği için sürekli olarak evrilmiş ve gerek bölgede gerekse AB’de bir sorun haline gelmiştir.  Dolayısıyla, BM Genel Sekreteri’nin bu yeni yol haritasında uluslararası aktörlerin katılımı, etkili proaktif rol üstlenmeleri önemli ve elzem olacaktır.

 

“Yeni sürecin başarısızlığa fırsat vermeyecek şekilde kurgulanması zaruridir”

Üçüncüsü, BM’nin uyguladığı müzakere metodolojisi. Müzakere yöntemleri, bugüne kadar, “ucu açık” prensibiyle yürütülmüştür.  Dahası, “her konuda bir anlaşma olmadan, herhangi bir konuda anlaşmaya varılmış olmayacaktır” gibi sonuca varılmasına dair güvence sağlamayan bir yöntem uygulanmıştır. Bize göre, bugüne kadarki süreçlerin başarısızlığa uğramasının bir sebebi de BM tarafından uygulanan bunlar gibi yöntemsel zaaflardır. Dolayısıyla, bu yöntemlerin de gözden geçirilmesi ve yeni sürecin başarısızlığa fırsat vermeyecek şekilde kurgulanması zaruridir.

Bugüne kadarki başarısızlıkta sorumluluk payı olan bu sebepler ortadan kaldırılmalıdır.

Yeni inisiyatifte, bu yöntemsel revizyonun hayati bir önemi vardır. Bu çerçevede, BM yöntemleri şu şekilde gözden geçirilmelidir. Birincisi, Crans Montana’ya kadar yürütülen tüm süreçlerde varılan yakınlaşmalara bağlı kalınması şarttır, bunların yeniden müzakereye açılmaları önlenmelidir.

 

“Siyasi eşitliğin pazarlığa ve/veya al-vere tabi tutulmaması gerekmektedir”

İkincisi, siyasi eşitlikle ilgili... Siyasi eşitlik, bir müzakere başlığı olarak bugüne kadarki müzakere süreçlerinde pazarlık ve/veya al-ver konusu olmuştur. Halbuki siyasi eşitlik, 1991 tarihli ve 716 sayılı oybirliğiyle alınan bir Güvenlik Konseyi kararıdır. Dahası, siyasi eşitlik kapsamında Crans Montana’ya kadar gerçekleşen müzakerelerde varılan mutabakatlar arasında, dönüşümlü başkanlık da vardır. Dolayısıyla, içinde dönüşümlü başkanlığın ve federal devlet organlarında en az bir olumlu oyla etkili katılımın olduğu siyasi eşitlik, Kıbrıs özelinde federal çözümün bir parametresidir. Bu yüzden, siyasi eşitliğin tanımladığım şekliyle kabul edilmesi ve pazarlığa ve/veya al-vere tabi tutulmaması gerekmektedir. Aynen, iki toplumluluk, iki bölgelilik, tek egemenlik, tek kimlik ve tek uluslararası temsiliyet gibi.   Dolayısıyla, siyasi eşitlik, ilgili Güvenlik Konseyi kararında tanımlandığı ve varılan tüm mutabakatlarda olduğu gibi sürecin başında kabul edilmeli, müzakereye açık olmamalı, herhangi bir al-vere de tabi tutulmamalıdır. Bu da yapılması gereken ikinci yöntemsel revizyondur.

 

“Yeni kurgulanacak olan süreç takvimli olmalıdır”

Üçüncüsü, hiçbir barış sürecinin kesin bir takvime bağlı olmadan sonuca ulaşmadığı gerçeğinden hareketle, Kıbrıs barış sürecinin de bir istisna olmayacağı kesindir.  Dolayısıyla, Genel Sekreter’in de, Kasım 2019 ayında Berlin’de ifade ettiği gibi, yeni kurgulanacak olan süreç takvimli olmalıdır. Ucu açık süreçler statükoyu güçlendirir, statüko da kapsamlı çözüm hedefi doğrultusunda çıkmazların aşılmasında en büyük engel olmaya devam eder. Kıbrıs özelinde süregelen statüko, özellikle eş zamanlı siyasi irade oluşmasının da önünde en büyük engel olmuştur. Dolayısıyla sürecin takvimli ve sonuç odaklı olması zaruridir. Sonuç odaklı derken, tüm yakınlaşmalara bağlılık ve belirlenecek olan takvimin sonunda, kapsamlı bir siyasi anlaşmaya varılması güvence altına alınmalıdır. Nasıl güvence altına alınacak? BM Genel Sekreteri’nin geliştireceği ve uygulayacağı bu ilave yöntemlerle. Tüm barış süreçlerinde olduğu gibi, herhangi bir olumsuz/uzlaşmaz tavır sergilenmesi halinde, sorumlu olan tarafın bir bedelle, diğer tarafın da bir ödülle karşı karşıya kalması gerekiyor. Diplomaside, “havuç ve sopa” diye anılan bu prensibin de eş zamanlı siyasi iradenin oluşması için gerekli olduğunu değerlendiriyoruz. İsviçre konferanslarında olduğu gibi, bir tarafın olumlu iradesine rağmen, diğer taraf uzlaşmaz bir tavır sergilerse, bunun bir bedeli olması şarttır. Hatırlarsanız, 2004 Annan Planı sonrasında, Kofi Annan’ın yaptığı açıklamaların ilkinde, “Kıbrıslı Türkler adada tek federal devlete dair güçlü bir irade ortaya koyduktan sonra, üzerlerinde uygulanan izolasyonların herhangi bir meşru gerekçesi kalmamıştır” demişti. Bu doğrultuda, benzer şekilde bir başarısızlık olması halinde, bunu güvence altına alacak tedbirlerin önceden belirlenmesi gerekmektedir.

 

Soru: CTP olarak, yoğunlaşan diplomatik temaslarınızda da bu noktalara dikkat çekiyorsunuz. Nasıl tepkiler aldınız?

Toros: Bir süreden bu yana yoğunlaştırdığımız diplomatik temaslarda, tüm muhataplarımıza bu görüş ve somut önerilerimizi anlatıyoruz. Tümünün dikkate alındığına olan inancım tamdır.  Yeni yol haritasında bu yöntemlerin dikkate alındığına ve sırası geldikçe uygulanacağına inanıyorum.

 

“Genişletilmiş gayriresmi toplantıların her türlüsü yararlı olacaktır”

Soru: 4+1 veya 5+1 olmak üzere genişletilmiş toplantılar yapılacak. Bunun getirisi ne olur?

Toros: Genişletilmiş toplantılar gayriresmi olduğu müddetçe, 4+1 olabilir, bunun önünde herhangi bir engel yoktur. Ancak, resmi bir genişletilmiş toplantı veya konferans olması durumunda, her üç garantörün katılımı gerekli olacaktır. Türk tarafının 4+1 önerisi, resmi müzakereler öncesinde temel hususların, daha etkili olarak istişare edilmesi açısından yararlı olacağı kanaatindeyim. Kesinlikle buna karşı bir noktada değiliz. Her türlü girişim, diyalog ve diplomasi, resmi müzakerelerin sonuç odaklı olarak başlayabilmesi için gereklidir. Dolayısıyla, Sayın Genel Sekreter’in ifadesiyle, genişletilmiş gayriresmi toplantıların her türlüsü yararlı olacaktır.

 

“BM nezdinde, resmi veya gayriresmi herhangi bir toplantıya katılmak, BM kararlarının oluşturduğu zemine dönmüş olmak anlamına gelir”

Soru: Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın gayriresmi yemeğe katılmasına, aslında kendisine destek veren, hatta kendisiyle daha önce birlikte çalışmış kişilerden tepkiler geldi. Bu tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Toros: Egemen eşitliği ve uluslararası statümüzün eşitlenmesini müzakerelere ön koşul olarak koyanlar, aslında Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün devamını isteyenlerdir. Kıbrıs’ta ikinci bir egemen devletin uluslararası hukuk ve ilgili Güvenlik Konseyi kararları hilafına olduğunu, bunun asla mümkün olmayacağını her ülke söylemektedir. BM nezdinde, resmi veya gayriresmi herhangi bir toplantıya katılmak, aslında BM kararlarının oluşturduğu zemine dönmüş olmak anlamına geldiği için, bu kesimler bunu ağır ifadelerle eleştiriyorlar. Hiçbir yere varamazlar, bugüne kadar varamadıkları gibi... Zaten bu, halkın güçlü çözüm iradesinin de hilafına olduğu için, kabul görmesi mümkün değildir. Bu argümanların ne içte, ne de dışta herhangi bir zemini yoktur. Bu, herhangi birinin kişisel arzusu veya görüşü olabilir. Bunu anlayabiliyorum, ama bunun kabul görmesi söz konusu değildir. Türkiye-Yunanistan, Türkiye-AB arası diyalogta da böyle bir pozisyonun, hiç kimse tarafından kabul edilmediği de ortadadır. Dolayısıyla, bu fevkalade yanlış bir pozisyondur. Yanlış olduğunu zaten son 7.5 yılda görmüşüzdür. Yani ne “Mavi Vatan” diye adlandırılan bölgede, ne Kıbrıs Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde, ne Kapalı Maraş açılımında, ne Pile’de, ne AB destekli güneş enerjisi santrali projesinde, ne de adada iki toplumun günlük hayatını kolaylaştıracak, aralarında güven tesis etmesine yarayacak Güven Yaratıcı Önlemler’de, kısacası hiçbir yerde bu sözde yeni siyaset Sayın Tatar’ı bir yere vardırmamıştır.

 

“Adanın kuzeyindeki gelişmeler, bedelin nelerden ibaret olduğunu çok güzel izah etmektedir”

Bu bana 90lı yılları hatırlatıyor. 90lı yıllarda, Sayın Denktaş BM himayesinde yürüttüğü müzakerelerde konfederasyon pozisyonunu savunuyordu. Taa ki, 1999’da AB Helsinki zirvesinde çıkan sonuca kadar... Orada, Kıbrıs’ın geleceğine dair ilgili Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda tek bir federal devlet olacağı netleştirilmiş ve 1251 sayılı kararla o argümanlara bir nokta konmuştu. Ona benzer bir durumdayız şu anda. Zaten Sayın Tatar’ın yaptığı açıklamalara da bakarsanız, “diyalogdan hiçbir zaman kaçmadım” diyerek kendi kendini aklamaya çalışıyor. Ama bilmelidir ki, Kıbrıslı Türklere 7.5 sene gibi çok kıymetli, çok kritik bir zaman bedeli getirmiştir ve adanın kuzeyindeki gelişmeler de bu bedelin nelerden ibaret olduğunu çok güzel izah etmektedir.

 

“Kıbrıslı Rumlar için de, Kıbrıslı Türkler için de statükonun bedelleri gittikçe artıyor”

Soru: Kıbrıs Rum liderliğinin duruşunu, tutumunu nasıl buluyorsunuz?

Toros: Kıbrıs Rum liderliğinin, gerek Crans Montana’da, gerekse ondan önce Annan Planı referandumunda ortaya koyduğu isteksizliğin ve cesaretsizliğin de bir yere varmadığını görüyorum. Şu anda Hristodulides’in kendi toplumundaki kredibilitesine, kamuoyu yoklamalarına baktığım zaman, bunu çok net görüyorum. İş dünyasıyla yakın temaslarım var. İş dünyasının çözümsüzlüğün bedellerini tek tek saymakta olduğuna tanık oluyorum. Dolayısıyla, Kıbrıslı Rumlar için de, Kıbrıslı Türkler için de statükonun bedellerinin gittikçe nasıl arttığını çok net bir şekilde her iki toplum da müşahade ediyor.

 

“Federal çözüm, tek gerçekçi çözüm”

Farkındaysanız, yapılan kamuoyu yoklamalarında federal çözümün tek gerçekçi çözüm olduğu ortaya çıkıyor ve her iki toplumun da bu çözüme dair isteği ve desteği fark edilir oranda artıyor. Çünkü bizi parlak bir geleceğe, güvenliğe, istikrara, refaha kavuşturacak tek şey, Kıbrıs’ın kapsamlı bir çözümle yeniden birleşmesidir. Federal çerçeve, sadece Güvenlik Konseyi kararları olduğu için değil, kalıcı barışın ve gerçek demokrasinin tecelli edebilmesi için yegane çözüm modelidir. Kıbrıslı Türklerin, gerek ada üzerindeki, gerek devletteki, gerekse ada etrafındaki haklarını geri alabilmesi için federal çözüm şarttır. Kıbrıslı Türklerin, AB vatandaşlıklarının devam etmesi, AB içerisindeki haklarını elde edebilmesi için federal çözüm şarttır. Hiçbir BM üyesi veya hiçbir uluslararası birlik, adadaki bölünmüşlüğün kalıcılaşmasını kabul etmiyor ve etmeyecektir. Bunlar gerçeklerdir, herhangi bir alternatiften bahsetmek mümkün değildir. Yegane alternatif, çözümsüzlüğün derinleşerek devam etmesidir.

 

“Sorunlu bir devletin ABye alınması, ABnin kendi temel ilkeleriyle ters düşen bir durumdur”

Soru: Tatar,AB çatısı altında iki egemen eşit devlet, bu coğrafyada, hem Kıbrıslı Türkler hem Kıbrıslı Rumlar için için en uygun çözüm modelidir” diyor. Bu ne kadar mümkün?

Toros: Kıbrıs, 2004’te tam teşekküllü bir AB üyesi olurken, üye olan devlet, maalesef Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Maalesef diyorum, çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti sorunlu bir devlettir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ortak kurucularından biri olan Kıbrıs Türk toplumu, 1963 yılından beri devletten dışlanmıştır ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasının da yüzün üzerinde maddesi ihlal edilmektedir. Adada bir bölünmüşlük söz konusudur. Sorunlu bir devletin AB’ye alınması, AB’nin kendi temel ilkeleriyle ters düşen bir durumdur. Ama maalesef bu oldu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı bir federal devlete dönüşmesiyle, AB muktesebatı adanın kuzeyinde askıdan indirilecek, adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıs Türk toplumu da AB hukukuna dahil olacaktır. AB defalarca siyasi pozisyonunu vurgulamıştır. AB, şu andaki yeni inisiyatifte olduğu gibi, bugüne kadar yürürlükte olan tüm süreçlerde ilgili Güvenlik Konseyi kararlarına bağlılığını teyit etmiştir ve bunlar herhangi bir müzakereye veya pazarlığa açık olmayan kararlardır. AB’de kararlar, konsey üyelerinin oy birliğiyle alınan kararlardır ve konseyin kararı bu yöndedir.

 

“Tatar, federal çözüm müzakeresine dönerse, bu inandırıcı olmaz”

Soru: Tatar, federasyon görüşmesine oturur mu?

Toros: Evet, oturabilir. Çünkü Tatar, kendisi, “ben Türkiye’nin bir kayyumuyum” demiştir, “Türkiye ne derse, onu yaparım”, “Türkiye’nin pozisyonu neyse, ben onu savunurum” diyerek, iradenin kendinde olmadığını defalarca itiraf etmiştir. Kıbrıs Türk toplumu lideridir, KKTC cumhurbaşkanıdır. Dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin çözüm iradesini temsil etmek zorundadır. Ancak Tatar, federal çözüm müzakeresine dönerse, bu inandırıcı olmaz. Çünkü Tatar, federal çözüme inanmayan bir siyasi kişidir. Dolayısıyla, umuyorum ki, bu kadar ciddi bir mesele, böyle bir siyasi pozisyona sahip bir kişiye delege edilmez.

(Fotoğraflar: Serap ŞAHİN)

Bu haber toplam 992 defa okunmuştur