“Çözüm ve AB” Yerine “AB ve Çözüm”
“Açıkçası, Kıbrıslı Türklerin yirmi yıl önce dile getirdikleri “Çözüm ve AB” formülünün yerine artık “AB ve Çözüm” formülünü koymalıyız. Yani, çözüm perspektifini Kıbrıslı Türklerin AB’ye yakınlaşmasında aramalıyız. Bu da, AB’nin aldığı ve büyük oranda kağıt üstünde kalan kararların öngördüğü bir yaklaşımdır...
Kıbrıslı Türklerin AB ile İlişkilerine Dair Bazı Düşünceler
Kıbrıslı Türklerin tarihsel ve kültürel olarak kendilerini “Batılı” olarak tanımladıkları bilinen bir olgudur. Bunun neden böyle olduğuna dair pek çok şey söylenebilir.
Modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Batı medeniyetine yönelişi, adanın İngiliz kolonisi olmasının yarattığı kültürel ortam, binlerce Kıbrıslı Türk’ün kolonyal metropölde yaşaması ve eğitim görmesi, Hristiyan bir nüfusla uzun yıllar iç içe yaşamaları gibi bir dizi neden sıralanabilir.
Fakat Kıbrıslı Türklerin 2000’li yıllarn başında yüzlerini bütünüyle Avrupa Birliği’ne dönmeleri, kuşkusuz, içinde bulundukları zor koşullaran kaynaklanıyordu. Adanın kuzeyinde karşı karşıya kaldıkları imkansızlıklar, ekonomik zorluklar ve dünyadan kopuk olmaları, Kıbrıslı Türklerin dikkatlerini Kıbrıs’ın AB üyeliği perspektifine çevirdi.
O dönemde (1999-2003 arasında) Kıbrıs Cumhuriyeti, süratle AB üyesi olmaya doğru ilerliyordu ve Kıbrıslı Türkler, AB trenine binebilmek için ortaya yoğun bir çaba koymaya başlamışlardı. Kıbrıs Sorunu çözülmeden AB’ye katılmanın mümkün olmadığını bildikleri için de, dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çözüm planına büyük bir destek verdiler. Toplumun bütün kesimleri “Çözüm ve AB” diyerek ayağa kalktı ve harekete geçti.
Maalesef, Rauf Denktaş’ın 2002 ve 2003 yıllarında çözüm planını reddetmesi, ardından da 2004 referandumlarda Kıbrıslı Rumlar’ın Annan Planına “hayır” demesi, Kıbrıslı Türklerin amaçlarına ulaşamasını engelledi. Ne çözüm oldu, ne de Kıbrıslı Türkler AB’ye siyasi bir toplum olarak katılabildi.
Fakat Kıbrıslı Türklerin çözüm iradesine duyulan saygıdan ötürü, Avrupa Birliği Kıbrıslı Türklerle özel bir bağ kurdu ve Kıbrıs Türk toplumuna bazı imkanlar sundu. AB Konseyi, 26 Nisan 2004 tarihinde aldığı önemli kararında Kıbrıslı Türklerin referandumda ortaya koyduğu çözüm iradesini takdir etti ve şu bir saptamada bulundu: “Kıbrıslı Türkler, geleceklerini AB’de gördüklerini beyan ettiler”.
Buradan hareketle, Kıbrıs Türk toplumunun AB’ye, iki toplumun da birbirine yakınlaşması ve Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınması için Komisyon’un önlemler alması talep edildi. Mali Yardım Tüzüğü ile Yeşil Hat Tüzüğü bu karar ışığında uygulamaya konuldu.
Bugün karşı karşıya olduğumuz mesele, Kıbrıslı Türklerin AB nezdindeki çıkarlarını ve imkanlarını çoğaltmaktır. Çünkü Konsey’in 2004 yılında aldığı karar, Kıbrıslı Türklere geniş bir yelpazede hak talebinde bulunma hakkını veriyor.
Kıbrıslı Rum yetkililer, AB Müktesebatının adanın kuzeyinde askıya alındığını ileri sürerek zorluklar çıkardığını bizzat yaşayarak gördüm. Fakat bu argümanın hiçbir meşru dayanağı yoktur. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti 2003 yılında AB’ye Katılım Anlaşmasını imzalarken hazırlanan 10. Protokolde açıkça belirtilmektedir ki, AB Müktsebatının adanın kuzeyinde askıya alınması kuzeyin ekonomik kalkınmasına engel teşkil edemez!
Ayrıca, 10. Protokölde Kıbrıs’ın AB üyeliğinden bütün Kıbrıs yurttaşlarının yararlanmasından söz edilmektedir. Ve çok önemli bir noktanın altı daha çizilmektedir: Kıbrıs’ın üyeliği sivil barışı ve toplumlar arası yakınlaşmayı teşvik etmelidir.
Kısacası, Kıbrıs Rum yetkililerin engelleyici tavırları, hem 2003 yılında imzalanan Katılım Anlaşmasının, hem de Konsey’in 2004 yılında aldığı kararın ruhuna aykırıdır.
Ayrıca, Kıbrıs Rum siyasi elitlerinin Kıbrıslı Türklerin AB ile yakınlaşmasından gocunmalarını gerektirecek hiçbir neden yoktur. Çünkü, Kıbrıslı Türklerin AB ile güçlü bağlar kurmaları Kıbrıs Sorununun çözümünü de kolaylaştıracaktır.
Açıkçası, Kıbrıslı Türklerin yirmi yıl önce dile getirdikleri “Çözüm ve AB” formülünün yerine artık “AB ve Çözüm” formülünü koymalıyız. Yani, çözüm perspektifini Kıbrıslı Türklerin AB’ye yakınlaşmasında aramalıyız. Bu da, AB’nin aldığı ve büyük oranda kağıt üstünde kalan kararların öngördüğü bir yaklaşımdır...