Çözümsüzlük siyaseti
TC Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu’nun ziyaretindeki değerlendirmeler, son zamanlarda yaptığımız saptamaları doğrular niteliktedir.
Bu da içinde bulunduğumuz koşullarda Türkiye hükümetinin, çözüm için kararlı ve aktif bir siyaset izlemeyeceği konusudur. Bunu gerekçelendirmek adına, Anastasiadis’in gerçekten de dengesiz olan açıklamaları ve güven vermeyen çıkışları gösterilmektedir. Fakat mesele burada bitmiyor; başlıyor…
Kıbrıs’ta müzakere sürecinin oluşturduğu uluslararası mevzuat, Kıbrıslı Türklerin ada üzerindeki haklarını “olabilecek” en iyi şekilde tanımlamaktadır. Tarafların ne dediğinden bağımsız olarak bugün “çözüm ile ilgili BM parametreleri” dediğimiz kapsam ve çerçeve, bize ciddi bir imkan sağlıyor. Bu da adadaki varlığımızın hukuki temelini oluşturur. Bunun dışında var olan durumu değiştirecek, belirsizliği ortadan kaldıracağı iddia edilen yöntemler zor ve şiddet yolu ile statükonun kabulünü dayatmaktır. Bu da elbette bir güç dengesi meselesidir. Sizin kendi gücünüz varsa, karşı tarafında askeri, hukuki, bölgesel olanakları ve güç yapıları var. Kıbrıs sorununu güç savaşı üzerinden şekillendirilmeye kalktığınız zaman sonu çok tehlikeli gelişmelere kapı açmış olursunuz.
BM parametrelerinin dışına çıkmak ve çözümü bu çerçevenin dışında aramak, çözüm aramamanın diğer adıdır. Bir defa Kıbrıslı Rumlar bunu kabul etmez, BM Güvenlik Konseyi üyelerinin pek çoğu da kabul etmez. Ardından Kıbrıslı Türkler maksimalist tezlerle çözüm istemeyen taraf ilan edilir, uluslararası gündemde bu bağlamda ele alınır olur. AİHM’de bekleyen dosyaları hatırlatmama gerek var mı bilmem. Yine adada henüz ateşkes anlaşması bile yokken UNFICYP’le ilgili konuşmak da ateşle oynamak demektir diyoruz. Bunu da iyice analiz etmeden hareket edemeyiz.
Dolayısıyla çözümün modeli diye tartışılan konuyu bir yana bırakalım. Her birimizin farklı görüşleri olabilir. Ancak eğer temelde belirsizliğin önünü açmak ve Kıbrıs sorununu çözmek istiyorsak, “çözüm ile ilgili BM parametreleri”nin dışına bir adım bile çıkmamamız gerekir. Çözüm için, elbette kabul edilebilir bir çözüm stratejimizin olması ve atılacak adımların bu strateji üzerinden şekillenmesi gerekir. Eğer “belirli” bir siyasi eksen üzerine kurgulayacağınız bir yol haritanız yok ise “sonuç odaklı” bir siyaset izlemeniz de mümkün değildir.
Yine anlaşılan odur ki, Türkiye hükümeti, Kıbrıs sorununu “sadece” kendi hak ve çıkarları üzerinden değerlendiren, Kıbrıslı Türklerin geleceğini, kendi siyasetine indirgeyen eski pozisyonuna geri dönmüştür.
Bu pozisyon, R.R. Denktaş’ın Türkiye Cumhuriyetine ideolojik mirasıdır. Kendi toplumuna asla güvenmeyen ve toplumsal varlığı üzerinden değil, Türkiye Cumhuriyeti üzerinden Kıbrıs sorununu okuyan/değerlendiren, büyük bir çabayla da Türkiye’yi adaya kontrolsüz bir şekilde çeken bizzat kendisi olmuştur. Toplumuna rağmen ayrılıkçı düşünceyi empoze eden ve Kıbrıslı Rum düşünce ortakları ile ters yönde ancak paralel hareket eden bir kişiden bahsediyoruz.
Yapılan açıklamalardan, Kıbrıs’ın kuzeyinde demokratik düzenin ve halk iradesinin göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. Türkiye hükümeti için adanın kuzeyinde, kendi demokrasisi ve sosyal değerleri ile ayrı bir devletin varlığı “dikkate alınacak düzeyde” değildir.
Kıbrıs’ın kuzeyinde, kendisine bağımlı bir alt yönetim sürdürülmek istenmekte ve ne yazık ki hoş olmayan bir üslupla da adadaki siyasi düzeni şekillendirmeye çalışılmaktadır. Ayar tatlı sert verilmeye çalışılmakta.
On yıllar boyunca masada ayrılıkçı tezleri Federasyon olarak sunan ve sonuçta bir yere varamayan Denktaş-Eroğlu zihniyetini ve siyasi geleneğini Kıbrıslı Türkler çok iyi hatırlamaktadır.
Belirsizlik üzerinden çözümsüzlük üretmek bir siyasi stratejidir ve bayağı bir de ideolojiktir. Örneğin dün çözmeyeceğiz ama sonuna kadar masada oturacağız diyorlardı. Bir ara daha da şahinleşerek ayrılıkçı siyaseti o kadar ileri götürmüşlerdi ki, BM’yi kuzeye sokmamaya başlamışlar, bizi ayrı devlet olarak tanımazsanız masaya oturmayız bile demişlerdi. 2000’li yıllara nasıl gelindiğine bir bakılabilir…
“İşbirliği” söylemi masumane bir çıkış değildir. Yoksa işbirliğini kim istemez? Ancak siz "işbirliği modeli” derseniz, bunun gerçek adı çözüm olmaz, var olan statükonun iyileştirilmiş hali olur ve biz de bunu kabul edilir bulmayız.
Yine bu söylem, Kıbrıslı Türklerin değil Kıbrıs Rum Liderliğinin elini güçlendirecek bir argümandır. Çünkü BM parametrelerini aşındırmak, Federasyon vizyonunu ortadan kaldırmak üzere kurgulandığı çok iyi bilinmektedir.
Yapılan açıklamalarla, kendi kendini yönetme ve Kıbrıs’ın kuzeyinde ayrı bir siyasi/idari/ekonomik yapı iddiası zayıflatılmaktadır. Bu noktada eğer kendi kaderimize, kendi kendimizi yönetme iddiamıza Türkiye hükümeti karar verecekse, o zaman Sayın Anastasiadis’in bizi ayrı bir siyasi varlık olarak kabul etmesini nasıl bekleyebiliriz ? Bizi siyasi eşit olarak neden kabul etsinler ?
Avrupalılar neden kabul etsin, dünya ülkeleri neden etsin?
Bu kadar basit bir gerçeği göremeden, ya da tartışmadan bu topraklarda gelişim sağlayamayız.
Crans Montana’da cesaretsiz ve korkak tavrı ile süreci baltalayanların başında gelen Sayın Anastasiadis’in Sayın Çavuşoğlu’na güç paylaşımı konusunda, Kıbrıslı Rumların sorunu olduğunu söylemesi ve Konfederasyondan bahsetmesini yeni ve büyütülecek bir konu olarak görmüyorum. Bu konuda bu güne dek yapılan açıklamalar ve tartışmalar yok değil. Ancak bunu nedenleri ile ele almak yerine, mutlak bir dışlanma unsuru olarak sunmak doğru değil.
Şunu biliyoruz, Sayın Anastasiadis, BM Genel Sekreterine BM parametrelerine bağlı olduğunu ifade etti. Resmi bilgi budur. Bunu Sayın Cumhurbaşkanına da soru üzerine iki kez açıkladı. Sosyal bağlamda ise güç paylaşımı ile ilgili belli sıkıntıların varlığını göz ardı edecek değiliz. Kendilerinin de bizim bazı görüş ve taleplerimizi tatmin edici ve güven verici bulmadığı gibi. Dolayısıyla tek konu bu değil.
Şimdi gelinen noktada Türk Dışişlerinin tavrına bakacak olursak şunu görüyoruz: *Müzakereler sonuç alınması kaydıyla başlayabilir; Ortak vizyon belirlenmeli, çözüm odaklı bir yöntem izlenmeli; Siyasi eşitlik esastır; Masada her türlü model konuşulmalı.
Bu her türlü model ifadesi, BM parametrelerine aykırı olup, bizi ciddi tuzaklara ve belirsizliklere çekebilecek bir konudur. Ortak vizyon olarak ilgili BM parametrelerinin dışına çıkılmaması gerekir. Bunun dışındaki yaklaşımlarda da netlik yoktur. Elbette Guterres Çerçevesi ve varılan mutabakatlara vurgu yapılmaması da ciddi eksikliktir, ki işin özü buradadır. Çünkü görüşmelerin başlayabilmesi için altı maddelik çerçevenin ve önceki uzlaşıların kabul edilmesi gerekiyor.
Dolayısıyla AB çatısı altında, iki ayrı devlet ve işbirliği gibi gündemde olmayan, ayakları yere basmayan gerçeklerden uzak bir yaklaşım ve model, Kıbrıslı Türk toplumunun hak ve çıkarlarını belirsiz kılacak, açmazları daha da artırıp, sorunları büyütecek bir siyasettir. Bunun adı işbirliği değil, ayrılıkçılık olur.
Ancak biz şunu da biliyoruz:
Federasyon canlı bir modeldir. Çok yönlü bir sorun olan Kıbrıs için tek gerçekliktir. Farklı bir görüşü resmi olarak işitmiş değiliz. Önümüzdeki süreçte masa kurulduğunda çözüm yine Federasyon kapsamında olacaktır. Çünkü Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların karşılıklı kabul edebileceği, ortak bir yurt için hak ve çıkarlarının korunduğu yegane modeldir. Mesele de budur.
Eski yöntemler ve taktiklerle hiçbir yere varamayacak, Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarlarını daha da gerileteceğiz. Bu durum kendi kendimizi izole ettiğimiz dönemlere yeniden kapı açmamalı. Ayaklarımız yere basmalı !