Crans Montana Sonrasında İletişimsel Akıl Tatilde!
Tarafların Crans Montana’da yapılan Kıbrıs Konferansına hangi niyet ve beklentilerle gittiklerini bilebilecek durumda değiliz. Yola çıkarken gerçekten sonuç alacaklarına inanıyorlar mıydı, bilmiyoruz. Fakat şurası kesindir ki, hiçbir taraf suçlama oyununda kaybetmek istemiyordu. Zaten konferans devam ederken ufak ufak suçlama oyununa başlamışlardı. Basına yapılan açıklamalarda bunu görmek mümkündü.
Crans Montana sonrasında ise her şey yerini suçlama oyununa bıraktı. Herkes gürlüyor. Çakan şimşekler de bazı gerçekleri aydınlatıyor.
Belli ki, tutuk tarafları Antonio Guterres izlediği müzakere taktiğiyle ayrı ayrı ama karşılıklı olarak açılım yapmaya zorladı. Ve Guterres tam da parçaları yapıştırarak çözümün temel maddelerini içeren stratejik anlaşma metnine son şeklini verirken, taraflar kavga kurup masayı devirdi. Şimdi kimin gerçekte ne deyip demediği, ne önerip önermediği kavgası yapılıyor. Biz yurttaşlar da eteklerden dökülen taşlardan bilgi toplamaya çalışıyoruz.
Türk tarafının Garanti Antlaşması ve haliyle tek yanlı müdahale hakkından vazgeçtiğini Guterres’e söylediği anlaşılıyor. Bu taahhüt, Frederica Mongherini’nin de bilgisinde. Guterres tarafların pozisyonunu kağıda dökerken, Anastasiadis Türk tarafından yazılı taahhüt vermesini istedi. Çavuşoğlu, Anastasiadis’e “memuru olmadığını” söyleyerek, BMGS’nin ne dediğine bakmasını tavsiye etti. Fakat Anastasiadis tavrında ısrar etti. Bu noktadan sonra büyük gerilimler yaşanmaya başlandı. Oluşan gergin ortam içinde Çavuşoğlu, Türkiye’nin Garanti Antlaşmasından vaz geçmediğini söyledi ve ilk gün sunduğu yazılı önerilerine geri döndü.
Nikos Anastasiadis çözümden sonra iki yıl içinde Türk askerleri adadan ayrılınca, İttifak Antlaşması statüsünde belli sayıda Türk ve Yunan askerinin Kıbrıs’ta kalmasını ve bunun belli bir süre sonra gözden geçirilmesini kabul etmeyince, durum daha vahim bir hal aldı.
Crans Montana Konferansının sonuçsuz kalmasına esas itibarıyla Anastasiadis’in “sıfır asker” talebinin yol açtığı anlaşılıyor.
Bu arada, Yunanistan başbakanı Çipras’ın iyi niyetli girişimi Anastasiadis’in tavrını değiştirmesine yetmedi.
Frederica Mongherini, Brüksel’de merakla bekleyen bir tanıdığına İsviçre saatiyle 12.30’da gönderdiği sms mesajında “he simply did not want it” diyerek, Anastasiadis’in anlaşma istemediğini yazdı.
Espen Barth Eide, Crans Montana sonrasında yaptığı açıklamalarda başarısızlıktan herkesin sorumlu olduğunu ileri sürdü ve Kıbrıs Rum tarafının bazı konularda doğru söylemediğini iddia etti. Garantiler ve tek yanlı müdahale konusunda Türk tarafının ısrar ettiği yönündeki Kıbrıs Rum görüşünün doğru olmadığını ileri sürdü. Bu arada, çok önemli bir şey daha söyledi: tarafların birbirlerine ve birbirleri hakkında konuşma biçimleri, Kıbrıs’ı birleştirmek için bir araya gelen insanların konuşmasına benzemiyordu!
Nikos Anastasiadis ve takımı, Eide’ye karşı adeta bir nefret kampanyası başlattı. Kampanyaya Yunanistan’ın dışişleri bakanı Kotsias da katıldı.
Kuzey’in milliyetçileri geri durur mu? Onlar da devreye girdi...
Anastasiadis, yazılı Türk önerilerinde Türk tarafının Garanti Antlaşması’nın çözümden sonra 15 yıl devam etmesini ve sonra gözden geçirilmesini istediğini ileri sürerek, Türkiye’nin sözlü taahhüdünü yok saymak istiyor. Nitekim Kıbrıs Rum dışişleri bakanı Yuannis Kasoulidis, 27 Temmuz günü RİK televizyonunun öğle kuşağında, “sözlü sözlere” değer vermediklerini ve yazılı taahhüt istediklerini açıkladı. Ayrıca, Türkiye’nin bu konuda açıklama yapmasını istedi. “Açıklasınlar da kendi kulağımızla duyalım bari” derken, aslında kurnazlık yaparak suçlama oyununda bir adım önde olmayı hesaplıyor.
Kasulidis, Kıbrıs Rum tarafının Guterres çerçevesini benimsediğini, Türk tarafı da buna varsa, görüşmelerin devam edebileceğini söylüyor ama “Kıbrıs’ta sıfır Türk askeri ve sıfır Türk garantisi” isteyerek kendi sözleriyle çelişkiye düştü. Çünkü Guterres çerçevesinde “sıfır Türk askeri” denilmiyor. İttifak Antlaşması çerçevesinde kalacak askerlerin ilelebet mi yoksa belli bir süre için mi kalacaklarının en üst düzeyde, yani başbakanlar düzeyinde görüşülmesi öneriliyor.
Bu çelişkili açıklamalardan da anlaşılıyor ki, Kıbrıs Rum tarafı aslında Garantiler konusunda Türk tarafının esneklik gösterdiğini biliyor olmalı ama adada belli sayıda Türk askeri kalmasını “kabul edilmez” buluyor. Suçlama oyununu kaybetmemek için de yüksek sesle bağırıyor: “Gösterin bakalım, Türkiye’nin Garanti Antlaşması’ndan vaz geçtiği nerede yazılıdır, bu yönde Türk yetkililerin ağzından çıkan bir açıklamayı duyan var mıdır?”
Evet ama, el oğlu biliyor...
Crans Montana’dan sonra çok-merkezli ve çok-yönlü sert tartışmalar yaşanıyor. Kıbrıs Rum toplumunda ana muhalefet partisi AKEL, Nikos Anastasiadis’in çözüm için kararlılık göstermediğini ve çözüme dönük ciddi bir hazırlık yapmadığını söylüyor. Ret Cephesi ise Anastasiadis’in “aşırı tavizler” verdiğini iddia ediyor.
Kıbrıs Türk tarafında ise federal çözüm karşıtları rahatlamış görünse de, Türkiye’nin garantörlük hakkından vazgeçtiğine dair söylentiler morallerini bozuyor.
Federal çözüme inananlar da moral bozukluğu içindedirler.
Her taraftan “evimizi temizleyip tertipleyelim” sesleri yükseliyor. Çoğu bunu federal çözüme alternatif olsun diye söylüyor. Sanki bunca zamandır ellerini tutan varmış gibi...
Suçlama oyunu bütün şiddeti ile devam ederken, Maronitlere köylerine dönebilecekleri söyleniyor. Yani, Maronit yurttaşların hakları, federal çözümden uzaklaşmak ve Kıbrıslı Rumlara nispet yapmak için kabul ediliyor. Oysa Maronitlerin kendi köylerinde yaşamaları en doğal haklarıdır. Çiğnenen hakları restore etmek lütuf olmadığı gibi, bunu ayrılıkçı emeller için işlevselleştirmek iyi niyet ile bağdaşmaz.
Hem, madem Kıbrıslı Rumlara inat, Maronitlere “dön” çağırısı yapıyorsunuz, bari köylerinin isimlerini iade edin de insanlar Kormacit’e Kormacit desin...
Öte yandan Anastasiadis ve takımı Kıbrıslı Türkleri Türkiye ve Kıbrıslı Rumlar arasında tercih yapmaya davet ediyor. Oysa Kıbrıslı Türkler Kıbrıs ülkesinin tarihsel, hukuksal ve siyasal bir parçasıdır ve Kıbrıslı Rumlarla ilişkileri karşılıklı bağımlılık ilişkisidir. Kıbrıs Rum tarafı “Kıbrıs’mış” gibi davranarak Kıbrıslı Türklere yukarıdan konuşamaz, dayatmada bulunamaz! Karşılıklı bağımlılık karşılıklı istişareyi gerektirir. Bu, Kıbrıslı Türkler için de geçerlidir...
Gelin görün ki, bu günlerde ülkemizde iletişimsel akıl tatile çıkmıştır.
Umarız “tatil” erken biter...
Evet, gürleyen göklerde çakan şimşeklerin aydınlattığı bilgilerden topladıklarım şimdilik bu kadar...