CSI (Olay Yeri İnceleme) Kıbrıs: Toplu mezarların hikayeleri... (6)
ALAMİNYO TOPLU MEZARI...
Alaminyo toplu mezarı, diğer toplu mezarlar gibi, bu kez bazı Kıbrıslırumlar tarafından yaratılmıştı – Kıbrıslıtürkler’i savaş esiri olarak köyden toplayıp onları kurşuna dizeceklerdi 1974’te... Alaminyo, ilk kazılan toplu mezarlardan biriydi ve kalıntıları bulunup Kayıplar Komitesi tarafından kimliklendirildikten sonra, defnedilmek üzere ailelerine geri dönen ilk büyük grup Kıbrıslıtürk “kayıplar”dı bunlar... İnsanların ne kadar duygulu ve hüzün dolu anlar yaşamış olduğunu hatırlıyorum...
Alaminyo’daki toplu mezarın yerini bulan ve bunun kimse tarafından ellenmemesini sağlayan şahıs Ksenofon Kallis idi... Kallis, o günlerde Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslırum Üye Yardımcısı idi. Toplu mezarın üstüne beton döktürmüş ve böylece bu mezarın bazı çevreler tarafından boşaltılıp “kayıp” Kıbrıslıtürkler’den geride kalanların başka, bilinmedik yerlere taşınma olasılığını ortadan kaldırmıştı bu girişimiyle.
Şimdiki Kayıplar Komitesi’nin şu anda devam eden ve 2006 yılında başlayan araştırma, kazı yapma, kalıntıları bulup kimliklendirme ve ailelerine defnedilmek üzere iade etme süreçlerinden oluşan proje devreye girmeden çok önceleri, Kallis bu mezarın kazılarak toplu mezardaki Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın kimliklendirilmesini ve defnedilmek üzere ailelerine iade edilmesini istiyordu aslında. Yıllar önce bana anlattıklarına göre Kallis, Kıbrıslırum tarafının “kayıplar” konusunda elinden gelen herşeyi yapması, kazılar yapıp Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarında gömülü bulunan “kayıp” Kıbrıslıtürkler’den geride kalanları bulup ailelerine defnedilmek üzere iade edilmesi gerektiğine kuvvetle inanıyordu. Kallis böylelikle Kıbrıslırum tarafının bu konuda üstüne düşeni yaparak vicdanını temizleyeceğini, en azından elinden geleni yapmış olacağını düşünmekteydi... Bana anlattıklarından aşağı yukarı anladığım buydu...
Bu maksatla Alaminyo’dan “kayıp” edilenlerin akrabası Kıbrıslıtürkler’in DNA örneği vererek böylece daha uzun seneler beklemelerine son vermek ve bu süreci sonlandırmak istiyordu... Ancak akrabaları Alaminyo’da öldürülmüş bazı Kıbrıslıtürkler’in yakınları DNA örneği vermeye istekliyken, bazıları buna karşı çıkmaktaydı. Güvensizlik vardı, ayrıca bunu yapmak isteyenler üstünde Kıbrıslıtürk egemen çevreleri büyük baskı kurmuştu...
Ancak tüm engellere rağmen nihayetinde yıllar sonra Kayıplar Komitesi tarafından kazılacaktı Alaminyo toplu mezarı ve bu toplu mezara öldürülerek gömülmüş olan 13 Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlar kimliklendirilip defnedilmek üzere ailelerine verilecekti... 12 Temmuz 2007’de Lefkoşa’da yapılan defin töreni bir çığlık gibiydi – öldürülen masum insanların ardından gözyaşları içinde ağlayan insanların acısının gözler önüne serildiği hazin bir tören... Törenle, Tahir Osman (Kaptanoğlu), Hasan Ali (Kandıralı), Ali Hasan (Cenk), Güney Hüseyin (Alaminyolu), Zafer Hasan (İmamoğlu), Osman Mehmet (Reis), Mehmet Ali Bodo (Kozok), Ali Ali Bodo (Kozok), Hüseyin Dildar (Özersay), Hasan Dildar (Özersay), Ahmet Halil (Alkım), Mustafa Ali (Taşbel) ve Ömer Ali (Taşbel) defnedilmişti... Bu Kıbrıslıtürkler, Alaminyo’da esir alındıktan sonra soğukkanlılıkla öldürülmüş insanlarımızdı...
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR...
“1 Nisan 1955, 15 Temmuz 1974 darbesini doğurdu...”
George Kumullis
(Çok değerli arkadaşımız George Kumullis’in POLİTİS gazetesinde 15 Temmuz 2023 tarihinde Rumca olarak yayımlanan yazısının İngilizce çevirisini kendisinden rica ettik, o da bizi kırmayarak yazısını İngilizce’ye çevirdi. Biz de okurlarımız için bu önemli yazıyı Türkçeleştirdik... Kendisine çok teşekkür ediyoruz. S.U.)
EOKA’nın ENOSİS için silahlı mücadelesi, 1 Nisan 1955’te başlamıştı, 1959 yılında ise Zürih-Londra Anlaşmaları’nın başarılmasıyla kesintiye uğradı ve daha sonra 1971 yılında devam ettirilerek nihayetinde trajik Türk işgaliyle sona erdi. EOKA’nın en son eylemleri, Mağusa ilçesindeki üç küçük köy olan Muratağa-Sandallar ve Atlılar’dan ağırlıkla kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan oluşan 126 Kıbrıslıtürk’ün katledilmesinin yanısıra, Dohni’den Ağustos 1974’te alınan 83 silahsız Kıbrıslıtürk esirin infaz edilmesiydi.
Tarafsız bir tarihçi, EOKA-A’nın eylemleriyle EOKA-B’nin eylemlerini ayırmaz. Yalnızca EOKA kitabını iki cilde ayırır, A cildi ve B cildi: ilk bölüm 1955-59 dönemiyle ilgili olur, Kıbrıs’ın bir Britanya sömürgesi olduğu dönem, ikinci dönem ise 1971-74 dönemi olur, Kıbrıs’ın teoride bağımsız bir devlet olduğu dönem.
Ve bunu yapar çünkü kabaca söyleyecek olursak EOKA A ile EOKA B, tek ve birdir, aynıdır. Her iki dönemde hedef aynıydı: “Anavatan” Yunanistan ile birleşme. Her iki dönemde lider de aynıydı: Grivas... Her iki dönemde bölge başkanları aynıydı. Her iki dönemde, “modus operandi” yani çalışma yöntemleri de aynıydı – “düşmanları” öldürmek ve hükümet binalarını havaya uçurmak.
Aradaki fark odur ki 1955-59 EOKA döneminde Sağ’ın ezici çoğunluğunun desteğine sahipken, 1971-74 dönemindeki EOKA’nın çok daha az halk desteği vardı ancak bazı yazarlara göre, çok da küçümsenecek boyutta değildi bu destek çünkü 20 bin askeri üyesi ve 5 bin savaşçısı mevcuttu (Bakınız “EOKA’dan EOKA B’ye” başlıklı Spiros Papayeorgiu’nun kitabı, sayfa 13).
Ancak EOKA’nın 1971’de yeniden aktive edilmesinin nedeni neydi? Lisbon’da 1971 Haziranı’nda yapılan NATO toplantısı, o dönem Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Osman Olcay ile cuntanın Dışişleri Bakan Yardımcısı Ksanthopulos Palamas arasında – tabii ki ABD’nin onayıyla – Kıbrıs’ın taksim edilmesine varacak uzun vadeli bir plan üzerinde anlaşmaya varılmıştı. Birkaç hafta sonra ise Yunanistan’da polis gözetimi altında tutulmakta olan Grivas, sorumluların “dikkatini dağıtarak”, ENOSİS için vazgeçilmeyen mücadeleyi devam ettirmek üzere yasadışı biçimde Kıbrıs’a gelmişti. O günden başlayarak Kıbrıs’ın felaketine giden gerisayım başlayacaktı. Ancak ABD tarafından tavsiye edilen sıralanış izlenmeliydi: Önce, arazide, bir cunta işgali için (örtülü bir darbe) hazırlık yapılmalıydı ve sonra da bunun doruğu olarak Atilla’nın ilerlemesi olmalıydı. Komplocular için planlı gitmeyen tek şey, Makarios’un hayatta kalmasıydı ancak bunu başka bir yazıya bırakalım...
Şunu merak ediyorum: Nasıl oluyor da bir yandan 15 Temmuz’un yıldönümünde yas tutuyor, öbür yandan da methiyelerle ve resmi geçitlerle 1 Nisan’ı kutluyoruz? EOKA B’nin, EOKA’nın evriminden oluştuğunu, cuntayla birlikte darbeyi yürüttüğünü ve bunun da 74 Felaketi’ne neden olduğunu bildiğimiz halde... Korkarım ki geleceğin tarihçileri bizleri “şizofren” diye niteleyecektir.
EOKA’nın herkesin hayran olduğu kahramanları ortaya çıkardığı ileri sürülecektir. Elbette! Örgütün eylemlerinin ilk döneminde sayfalar dolu kahramanlıklar yazılmış, İngilizler de EOKA’ya katılan genç çocukları hapishanelere tıkarak onları idam etmiştir. Karaolis, Dimitriu, Patatsos, Panayidis, Pallikaridis... tümü de hapishanede durup milli marşı çağırmışlar ve “Çok yaşa Yunanistan” diye bağırmışlardır. Ancak bu utanç vericidir çünkü papazlar onları İngilizleri öldürmenin ya da hükümet binalarını havaya uçurmanın Kıbrıs’ı Yunanistan’a yaklaştıracağına inandırmışlardı oysa gerçekte tam tersi olmaktaydı. Yaptıkları fedakarlığın manası yoktu çünkü o hedefe ulaşılmazdı. Ancak bu kahramanlık, EOKA mücadelesinin yalnızca bir yönüydü... Örgütün bir başka tarafı daha vardır ki bizlere “EOKA destanı”ndan söz etmemize izin vermez... 1958 yılında düzinelerce Kıbrıslırum, solcu eğilimleri nedeniyle en vahşi biçimde öldürülmüşlerdi. Unutulmaz gazeteci Hristakis Katsambas’ın ifadesine göre, bu vahşetin nihai noktası, Savvas Menikos’un Lefkonuk’taki kilisenin avlusundaki bir ağaca bağlanması ve taşlanarak infaz edilmesiydi. Onu taşlarken ağzına insan pisliği sokmuşlar, üstüne tükürmüşler ve bela okumuşlardı.
Üyeleri Pissuri, Leymosun, Paralimni, Mağusa, Prastyo, Lefkara, Koççinodrimitya, Angastina, Kalavason, Vadili ve başka yerlerde polis karakollarını işgal edip silahlara el koyarken ve bunları havaya uçururken, EOKA efsanesinden nasıl söz edebiliriz? Bu karakolların çoğu kabul istasyonlarıydı ve işgal esnasında yıkıntılar içerisindeydiler... Son olarak EOKA’nın hayvan-erkekleri soğukkanlılıkla Kıbrıslıtürk erkekleri, kadınları ve çocukları soğukkanlılıkla öldürmüşlerdir ve bu yurdumuzun tarihinde kara bir sayfadır, öyleyse EOKA efsanesinden nasıl söz edebiliriz ki?
Bugün darbenin yıldönümünde, ENOSİS’i silahlar aracılığıyla kendi mali çıkarlarından karşılayarak gerçekleştirmeye karar veren bir grup papazı suçlamaktayız. Ancak her 1 Nisan’da da yıldönümünü methiyelerle kutlamaktayız. EOKA mücadelesinin yol açtığı tek bir iyi şeyi düşünmeye çalışsam da, hayal gücüm herhangi bir şey yakalayamıyor.
1 Nisan’ın dertleri birike birike 15 Temmuz’da sonuçlanmıştır. Beni üzen Kıbrıs’taki ortam – okul, aile, medya – tarih cahili insanlar üretmektedir ve işte bu yüzden en istekli kurbanlar olmaktayız ve popülistler olarak “yurtseverler”, demagoglar, alçaklar, shatekarlar ve bu işten kar elde edenlerin en kolay oynayabilecekleri oyuncaklara dönüşmekteyiz...
15 Temmuz faşist darbesinde Cumhurbaşkanlığı sarayı yakılmıştı...
(POLİTİS gazetesinde 15.7.2023’te Rumca yayımlanan George Kumullis’in yazısını İngilizce çevirisinden Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).