1. YAZARLAR

  2. Tümay Tuğyan

  3. CTP ve İlahiyat Koleji
Tümay Tuğyan

Tümay Tuğyan

CTP ve İlahiyat Koleji

A+A-

 


Noam Chomsky 1 Ağustos’ta Twitter hesabından şöyle bir ileti paylaştı:

‘There is nothing inevitable in history’!

Yani mealen, ‘tarihte kaçınılmaz diye bir şey yoktur’.

Chomsky bu lafı bizi düşünerek etseymiş, ancak bu kadar uygun olurmuş herhalde.

Çünkü bugün yaşamakta olduğumuz siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve diğer bütün ‘gelişmeler’, yani özetle her şey kaçınılmaz sonuç değil, tam aksine ‘kör parmağım gözüme’dir.

***

Eşel mobil dediğimiz enflasyona dayalı maaş artışını düzenleyen sistem, enflasyonu bizzat yükselten de bir sistem.

Enflasyon oranları yükseldikçe maaşlar artıyor, maaşlar arttıkça daha çok harcıyoruz, biz daha çok harcadıkça yani daha çok mal ve hizmet talep ettikçe, firmalar bu mal ve hizmetlerin fiyatlarını artırıyorlar, mal ve hizmetlerin fiyatları artınca da enflasyon yükseliyor. Günün sonunda insanların alım gücünde reel anlamda bir iyileşme olmasa da, enflasyona sürekli artı değerler ekleniyor.

Ama diğer yandan da eşel mobil, maaşların uzun vadede enflasyon karşısında erimesini ve çalışanın fakirleşmesini önleyen de bir koruyucu bariyer.

Çalışanlar, petrol fiyatları ya da döviz kurlarındaki dalgalanmalar gibi dış etkenlerden çok kolay etkilenebilen enflasyon rakamları karşısında, eşel mobil sayesinde korunabiliyor.

Sistemin artıları ve eksileri, ekonomistlerin bu konu üzerinde birbirinden farklı görüşlere sahip olmasının önemli bir sebebi.

Ama kesin olan bir şey var ki, sosyal hakların ön planda olduğu pek çok Avrupa ülkesi, eşel mobil uygulamasından vazgeçmiyor.

Para politikalarının esas hedefinin halkın refahının, yani alım gücünün yükseltilmesi olduğu ‘teorik’ gerçeğini unutup zaman zaman bu uygulamanın kaldırılmasını talep eden ekonomi patronlarına rağmen, bir çok ülke eşel mobil konusunda direniyor.

2008 yılının sonbaharında tüm dünyayı vuran ekonomik kriz öncesinde yükselmekte olan enflasyon değerlerini aşağıya çekmek için harekete geçen Avrupa Birliği Merkez Bankası, üye ülkelere, eşel mobil uygulamalarını kaldırmaları yönünde çağrı yaptı.

Bazı ülkeler bu çağrıya uyarken, bazıları karşı çıktı, eşel mobili kaldırmadı.
Bu çağrıya karşı çıkan AB liderlerinden biri de Hristofyas’tı.

Başkan seçildikten kısa bir süre sonra böylesi bir taleple karşıya kalan Hristoyas, kendi ülkesinin Merkez Bankası Başkanı’nın da aynı yöndeki ısrarına rağmen ‘Hayır, bu bizim parti politikalarımıza terstir’ dedi ve AB’den gelen bu talebi geri çevirdi.

Hristofyas’ın bu talebi geri çevirebilme kapasitesinin arkasında iki önemli sebep yatıyor ve bu sebeplerden hiçbiri, ülkesinin ekonomik olarak ‘sarsılmaz’ bir pozisyonda olması değil.

Hristofyas öncelikle ait olduğu ideolojik gelenek nedeniyle çalışanın haklarını ön planda tutmakla mükelleftir. Bu sebeplerden biridir ve en önemlisidir.

Hristofyas hukuken var olan ‘gerçek’ bir devletin başkanıdır ve bu sebeple ekonomik olarak AB’yle organik bağları bulunsa da, bu bağlar nedeniyle kendini AB’nin tebaası gibi davranmak zorunda hissetmez. Bu da sebeplerin ikincisidir.
 
***

Başbakan Özkan Yorgancıoğlu’nun İlahiyat Koleji’nin açılış töreninde yaptığı konuşma, CTP’nin siyaseten kendi ipini kendi eliyle çekmesi midir değil midir tartışmasıyla sınırlı kalmak yerine, bu noktaya gelmiş olmamızın Chomsky’nin dediği gibi ‘kaçınılmaz olmadığı’ meselesine odaklanmayı tercih ederim.

Çünkü bu tartışmanın resmin bütününden bağımsız bir şekilde yapılıyor olmasının, topluma bir yarar sağlamadığını, esas meseleyi gözden kaçırmamıza neden olduğunu düşünüyorum.

CTP dün ne dediyse, bugün de yarın da o dediğinin arkasında olmalıdır. Ve ‘arkasında olmak’ derken kastedilen, ‘dediğimizin arkasındayız ama ... ‘ şeklindeki değil, doğrudan ‘bu bizim parti politikamıza terstir yapamayız’ ya da ‘seçmenimize sözümüzdür yapamayız’ şeklindeki bir arka duruştur.

Ama işin daha da önemli kısmı, büyük resimde saklıdır.

Biz Kıbrıslı Türkler, bugün bu şekilde yaşamayı bilerek ve isteyerek seçtik.
Tek tek ne söylediğimizin ya da bireyler olarak ne yaptığımızın bu noktada hiçbir önemi yok. Çünkü sonuç itibarıyla biz toplum olarak ta 1960 Cumhuriyeti kurulduğu günden başlayarak, attığımız her adımla, yaptığımız her tercihle kendimizi bugün geldiğimiz noktaya biraz daha yaklaştırdık.

Mecbur kalmadık, mecbur kaldığımız zannına inanmak daha kolayımıza geldi, kendi masalımıza kendimiz de inandık.

CTP de bu toplumun bir parçasıdır.

Ve şu anda sahip olduğu konumun, ona bu şekilde davranma ‘mecburiyetini’ yüklediğini düşünmektedir.

Bu da aslında bazı şeylerden bilerek ve isteyerek kaçınmadığı sonucunu doğurur.

***

Birleşmiş Milletler Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yeni bir girişim başlatma gayretinde.

New York temaslarından anlaşılan o ki yıl sonuna kadar bir uzlaşı, Mart ayında ise referandum hedefi konmaya çalışılıyor. Bu tarihler öyle uzak tarihler değil.

Mart dediğimiz bundan sadece altı ay sonrası.

Oysa biz ilahiyat koleji törenine kim gitti kim gitmedi, kim ne dedi demedi, hangi parti Türkiye’ye daha çok hangisi daha az biat etti tartışmalarıyla kendimizi helak etmekle meşgulüz.

Enerjimizin yönünü değiştirip bu düzeni sonlandırmak için gayretlerimizi artırmaktan başka çaremiz yok.

Bu düzenin sonlanması da ancak Kıbrıs sorununun çözümü ile mümkündür.

Hristofyas’ın kendisine dayatılana karşı çıkabilme kapasitesi, devletinden aldığı güçle artarken, bizim dayatmalar karşısında takındığımız ‘mecburi’ tavır ise sırtımızı dayayabileceğimiz ‘gerçek’ bir devlet ihtiyacımızı daha da artırıyor.

Kıbrıs sorunu çözülmediği sürece, siyasi kültürümüz, ‘kaçınılmaz olan’ ve ‘mecbur kalınan’ masallarıyla bizi uyutmaya devam edecek.

Bu yazı toplam 2013 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar