CTP’nin ‘HAYIR’ının sonrası!…
CTP Parti Meclisi’nin, KKTC-TC arasında imzalanan anlaşmaya onay vermemesi doğru bir karardır. Bu karar, gerek parti tabanının, gerekse Kıbrıslı Türk demokrat ve ilerici kitlelerin beklenti ve arzusunun bir yansımasıdır ve CTP kutlanılmalıdır.
KKT
CTP Parti Meclisi’nin, KKTC-TC arasında imzalanan anlaşmaya onay vermemesi doğru bir karardır. Bu karar, gerek parti tabanının, gerekse Kıbrıslı Türk demokrat ve ilerici kitlelerin beklenti ve arzusunun bir yansımasıdır ve CTP kutlanılmalıdır.
KKTC egemen bir devlet olmayabilir, Kıbrıslı Türkler, rahatsız olanlar “bağış”lasın ama “egemen”dir. Kıbrıslı Türkleri, UBP yönetici, bakan, milletvekilleri ve kadroları gibi talimatla yönlendirilen ve yönetilenler ve hatta “beslemeler” gibi görenler, CTP’nin kararı ve bu karara Kıbrıslı Türklerin verdiği destek karşısında şok olabilirler ve hatta, egemenlik konusunda “öz”ünde “görgü” olmayanlar, “anlamlı” da bulmayabilir… Bu kararın olmamasını isteyenler, New York’ta o anlaşmayı istememeliydi.
CTP’nin aldığı kararı gözden geçirmesini umanlar, aslında, bu aşamada o anlaşmayı gözden çıkarmalı ve zevahiri kurtarmak ve doğruyu yapmak adına, diplomatik bir manevra ile her şeyi sil baştan yapmalıdır.
Bu bağlamda, Kıbrıslı Türklerin Doğu Akdeniz’de kendi egemen haklarını kullanarak, kendilerinin vereceği ve uygulayacağı kararla ve gerçeklerin ışığında ve Kıbrıslı Türklerin inisiyatifinde olan bir işbirliği çalışmasına Türkiye ile girilebilir. Buna koşut olarak da Kıbrıs Rum tarafı ile görüşerek, Doğu Akdeniz’de hidrokarbon sondajını ya çözümden sonraya ertelemek, ya da Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun BM’ye verdiği öneride olduğu gibi, Kıbrıslı taraflardan oluşan ad-hoc bir komite marifetiyle konu çalışmalar sürdürülebilir.
Doğu Akdeniz’de yapılan çalışmalarda, gerek Rumların gerekse Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri yok saymasını Kıbrıslı Türkler kabul edecek değildir. Kıbrıslı Türkler, adasının yaşadığı kuzey coğrafyasının ve ana yurdu olan tüm adasının karasında da, havasında da sularında da hak ve egemenlik sahibidir. Bu haklarını kullanmasını engelleyen Rumlara karşı yarım asırdır mücadele ediyor, sınırlandırmak isteyenlere de tahammül etmesi beklenmemelidir.
Şimdi ne yapılmalı?... Öyle “milli dava” sloganına sığınmak değil, “reel politik” stratejisi ile yeni bir yol haritası çizmek gerek. KKTC ve TC, karşılıklı iki eşit tarafın, karşılıklı yarar ve saygı ilkesiyle, Kıbrıs’taki mevcut statükonun kendilerine verdiği ve verebileceği tüm hasar ve zararları önlemek için ve Kıbrıslı Türklerin onaylayacağı bir barış anlaşmasına ulaşabilmek için, birlikte ve ayrı ayrı neler yapmaları gerektiğine, neyi, nasıl ve ne zaman yapacaklarına dair ortaklaşa bir eylem planı hazırlamaları gerekmektedir.
Bu çalışmanın ve eylem planının öznesi de, lideri de Kıbrıslı Türkler olmalıdır. Kıbrıslı Türklerin kendi kapasitelerini kullanarak kendi haklarını, hem kendi coğrafyasının karası, havası ve sularında kullanması, hem de uluslararasında kendi kimliği ile kendi egemenliği için egemence çalışmalar yapması, uluslararasında ilgi, sempati ve destek bulacaktır. Bu da, hem Kıbrıslı Türkleri, hem de Türkiye’yi Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde güçlü yapacaktır.
Bu durum, Türkiye’nin de kendi “milli dava”sını kendine hasar ve zarar vermeden sürdürebilmesine zemin hazırlayacaktır. Uluslararası toplum, devletlerin egemenliğine kimseyi dokundurmadığı gibi, halkların ve bireylerin de egemenliğinde hassastır ve buna saygı göstermeyenleri desteklememektedir.
Ve Kıbrıslı Türklerle Türkiye, bir biriyle didişerek enerji, zaman ve kaynak yitirmemelidir. Kıbrıs sorunundaki tüm süreç ve olgularda önderliğin Kıbrıslı Türklerde olmasının doğru olduğunu Türkiye kabullenmeli, bunu içselleştirmeli, Kıbrıslı Türklere güven duymalı ve kendilerine hasar ve zarar vermeye çalışan taraflara karşı etkin mücadeleyi de bunun üzerinden geliştirmelidir. Kıbrıslı Türkler de Türkiye’nin hassasiyetlerine azami saygıyı göstermelidir. Reel politik, Kıbrıslı Türklerle Türkiye’yi birbirine politik olarak bağımlı kılmaktadır.
Eroğlu ile Erdoğan’ın New York’ta imzaladığı anlaşma artık gündemden düşmeli, şimdiki uluslar arası siyasi ve bölgesel konjonktürde ne yapılması gerektiğinin stratejik planının yapılmasına yoğunlaşılmalıdır. Bunu da ancak CTP yapabilir… Kendilerini bir anlaşma ile siyaseten bağlamış olan tarafların bunu terk edip yeni bir gündeme geçmesi olası değil; anlaşmayı reddeden CTP’nin de bu anlaşma yerine neyi koyacağının da somutlaşması gerekir. Dolayısıyla bu kargaşadan çıkışın önderi CTP olmalıdır; hem “hayır” demenin sorumluluğu, hem de reel politikayı özümsemiş olmanın getirdiği politik birikim ve beceriyle de CTP bunu yapabilir… Ve Meclis’te Eroğlu-Erdoğan antlaşmasının oylaması görüşmesinde ‘Hayır’ oyu kullanırken, bunun gerekçelerini açıklama yanında, konunun geleceği için önereceği strateji planını da sunmalıdır. ‘Ne olmayacağı’nı söylemek yetmez, ‘Ne olmalı’ da söylenmelidir.
Ve Kıbrıs’ın Rum’u, Türk’ü ve bir de Türkiye bir düşünsün, ya “bu CTP’ de olmasaydı?!”...