Daha İyi Bir Dünya Mümkündür!
Daha İyi Bir Dünya Mümkündür!
Tufan Erhürman
“Jüri” adlı şiirinde, “beyaz” kâğıdın üzerine şu iki dizeyi düşürür Özdemir Asaf:
“Bütün renkler hızla kirleniyordu
Birinciliği beyaza verdiler”.
Başta beyaz olmak üzere bütün renklerin hızla kirlendiği, kirliliğin, farklı ölçülerde de olsa, hiçbirini bir diğerinden ayırt etmeksizin her bireyin üstüne başına bulaştığı bir ortamda, “insan cins isim değil sıfattır” diyen William Burroughs’un o muhteşem sözünü hatırlayarak, “insan” kalmayı nasıl başarır insan?
Bu kirliliğin içinde bile tarlalarda rengârenk çiçeklerin açtığını, kuşların hâlâ buralara gelmeye tenezzül ettiğini, her türlü atıktan nasibini alsalar da dalgaların kıyılara vurduğunu görüp, “aman ne hoş” diyerek mi, yoksa içine dönüp, insanı diğer hayvanlardan ayıran yegâne unsurun “sosyal”liği olduğunu unutup, yaşam enerjisini oralardan bir yerlerden devşirmeye çalışarak mı?
Adorno, ikinci davranış biçiminin ne kadar yaygınlaştığını görecek kadar uzun yaşamadığından olsa gerek, öldürücü eleştiri oklarını birinciye yöneltir:
“Zararsız hiçbir şey kalmadı. Küçük zevkler, düşünme yükümlülüğünden vareste tutulduğunu sandığımız bütün o yaşam belirtileri, artık yalnız dik kafalı bir bönlüğü, inatçı bir körlüğü yansıtmakla kalmıyor, kendi karşıtlarına da hizmet ediyorlar. Çiçeklerin üzerine düşen dehşet gölgesi algılanmadığı anda bahar dalı bile yalana dönüşür; ‘ne kadar hoş!’ gibi masum bir ünlem bile mide bulandıracak kadar nahoş bir varoluşun mazereti olur” (Theodor W. Adorno, Minima Moralia, çev. Orhan Koçak-Ahmet Doğukan, İstanbul, Metis Yayınları, 1998, s. 25-26).
Adorno’nun izinden gidersek, hayatın katlanılmaz hâle geleceği, bu şartlarda onun en yakın arkadaşlarından biri olan Walter Benjamin’in yaptığını yapmayı düşünmekten başka çare kalmayacağı gelebilir insanın aklına. Neyse ki, kendisiyle aynı fikirde olan okuyucuyu bu çaresizlikle baş başa bırakmaz Üstad. Devam eder:
“Artık güzellik ve avunu yoktur – korkunç olanı gören, ona dayanabilen ve olumsuzluğun avunusuz bilinci içinde yine de daha iyi bir dünya olasılığına bağlı kalan bakıştan başka” (Adorno, s. 26).
Bir çağrıdır Adorno’nun satırları. “Kendinizi avutmak için kirliliği, yozluğu, korkunçluğu görmezden gelmeyin sakın. Olumsuzluğun bilincinde olun. Ama daha iyi bir dünya olasılığını da aklınızdan asla çıkarmayın” çağrısıdır. Çünkü bugün bir sıfat olarak insan, her şeye rağmen “daha iyi bir dünya olasılığı”na bağlı kalandır.
Elbette burada, kendinizi avutmaktan vazgeçin diyen Adorno’nun hemen birkaç satır sonra yeni bir avuntu malzemesi yarattığı düşünülebilir. Şu anda herhangi bir izine rastlanmayan, “rasyonel” bir kafanın kendisini bir olasılık olarak görmeye tenezzül dahi etmeyeceği bir “olasılık”ın gerçekleşmesi mümkün müdür?
Bu noktada sığınılabilecek tek liman, bu sıfatı hak eden “insan”ın aklı ve ondan asla ayrılamayacak olan yüreğidir elbette. Tarihte, bütün renklerin hızla kirlendiği ilk dönem değildir içinde yaşadığımız. Bugünkünden çok daha içinden çıkılmaz, baş edilemez görünen kirlilikleri akıllarını kullanarak temizlemeyi başarmadı mı bizden önce gelenler?
Onları bir kez daha hatırlayarak, “o zaman mutlaka bir yol vardır” diye düşünmek gerek. O yolu bulmayı bugün itibarıyla akıl edememişsek henüz, bu, öyle bir yolun olmadığını göstermez asla. Ve yolu bulmanın ilk koşulu, onun var olduğuna inanmaktır. Yani “başka bir dünya mümkün” diyebilmektir başlangıç noktası. Hayata, her şeye rağmen daha iyi bir dünya olasılığına bağlı kalan bir gözle bakabilmeyi başarabilmektir. Üzerinde inat etmeye değen tek bir cümle varsa hayatta o da budur: “Her şeye rağmen, daha iyi bir dünya elbette mümkündür”.