“Danışanının gölgesi olmak zorundasın”
Uzun yıllardır psikolog olarak tanıdığımız, yazılarını okuduğumuz Ayla Kahraman, kendisini bir eşlikçi olarak tarif ediyor.
Simge ÇERKEZOĞLU
Uzun yıllardır psikolog olarak tanıdığımız, yazılarını okuduğumuz Ayla Kahraman, kendisini bir eşlikçi olarak tarif ediyor. Bir gölge olarak danışanlarının her zaman yanında olduğuna vurgu yaparken, insanın kendisini tanımasının hayattaki en zor durum olduğunu da hatırlatıyor. Sohbetimizin esas amacı Gölgem ve Ben ismini verdiği kitabını konuşmak… Farkli hikayelerden oluşan bu kitap, her biriyle okuru farklı bireylerin ruhunda yolculuğa çıkarıyor. Böylece, insanın uçsuz bucaksız dehlizlerinde kaybolurken, çıkmaz sokaklarını da öğrenmiş oluyorsunuz. Hatta zaman zaman anlatılan bu hikayelerde kendinizi de buluyorsunuz…
Hepimizin tanıdığı, bildiği isim Ayla Kahraman… Ancak yazmaya olan ilgisini ve mesleği seçme nedenlerini belki de ilk kez anlatıyor.
“Namik Kemal lisesinde fen bölümünde okudum. Matematiğim çok iyiydi. Fene meyilli zihnim vardı. Zekayla ilgili sorular çözerdim. Böylece üniversitede tıp puanı ile psikoloji bölümünü seçtim. Kimse de beni yönlendirmedi. Benden çok daha düşük puanla tıbba girenler oldu. Ben de tıp puanım ile Hacettepe Üniversitesi’nde psikoloji okudum. Beş yıllık bir okuldu. Ikinci sınıftan itibaren klinik çalışmalara başlamıştık. Fen kökenli olduğum için de kolaylıkla geçti o günlerim. Her zaman çok yazdım çok okudum. Üniversite mezuniyetimden sonra yirmi yıl Anadolu’yu gezdim. Orada çalıştım. Mesleğimdeki başarımı yirmi yıl boyunca yaptığım klinik psikolokluğa borçluyum. Eşimin mesleğinden ötürü, onun tayin olduğu her yere ben de gittim. Bu süreçte bol bol yazdım, gezdim. Türkçesini anlayamadığım bölgelerde bulundum.”
Kitabı ilk elime aldığımda Türkiye’de çok satan kitaplara, senaryolara sahip Gülseren Buğdaycıoğlu’ndan feyz alarak, kendisinin de bu kitabı yazdığını düşündüm. Ancak okumaya başladığımda bunların hiçbir danışanın hikayesi olmadığını özellikle belirttiğini fark ettim. Yine de kimin bu hikayeler diye düşünmeden edemedim.
“Sanırım yazmaya ilkokulda başladım. Ablam da her zaman yazdığımı anlatır. Her zaman da çok okuduğumu hatırlıyorum. Hatta ortaokulda Sefiller’i okuduğumda ilkokul öğretmenimden tokat yedim. Yaşıma uygun kitaplar okumamı söyledi. Oysa ne bulursam okuyordum. Yazmanın iyileştirici yönünü keşfettim. Mağusa’da Sakarya’da savaşı yaşadıktan sonra, daha da yazmaya, okumaya yöneldim. Savaş sırasında hendeklerde bile kitap okuduğumu hatırlıyorum. Kitap da aslında yıllar boyunca yazdıklarımın seçkisi. Karakterler hiçbir danışanımın hikayesi değil. Bu kitapta yirmiyi aşkın kısa öykü anlattım. Bunlar hayali öyküler. Zaten danışanların hikayesnin anlatmayı da doğru bulmuyorum. Mesleki anlamda da doğru bulmuyorum. Izlenimcilik diyebilirz belki yazdıklarım için … Ben ciddi de bir hayalperestim. Hayatta çok farklı bölgelerden vakalar gördüm. Mesleğim nedeniyle de duygusal duyarlılığı yüksek bir insanım. Elbette kurmacalar da gerçeklerden izler taşır. Şunu unutmamak gerekiyor ki danışanlarımla biraraya gelme nedenim onları hayata yeniden döndürmek, acılarını paylaşmak. Onların dönüp hikayelerini yazmak büyük haksızlık olur.”
“Yazılanlar kimsenin hikayesi değil”
Tilki Yumurtası belki de en çok ses getiren öykü oldu kitabın içinde… Çünkü içinde bize çok yakın hikaye olan göç olgusu vardı.
“Tilki Yumurtası hikayesi eşimin hikayesidir aslında. Ama ben yaşadığımız ülkede göçmen olarak bulunan insanları da çok yakından takip ettim. 2005 yılında adaya döndüğümüzde Çağlayan bölgesinde yaşadım. Oradaki insanarı çok iyi gözlemledim. Bu öyküde saflık, doğduğu topraklara kırgınlık, göçmenlik duyguları var. Sonuçta kimsenin tam olarak hikayesi değil ama çapraz kesişmeler var. Çilek Reçeli öykümü rüyamda gördüm mesela.”
“Psikoloji beni eğitti”
İnsanın iç dünyasına yolculuğa çıktığımız her öyküde, bence Ayla Kahraman’nın mesleğinin izleri var. O her ne kadar kabul etmese de…
“Psikolog olmadığı halde iyi analiz yapan insanlar var. Ben de iyi analiz yapar, eskiden beri yazardım. Belki de o nedenle psikolog oldum. Bende bir içgörü vardı. Psikoloji beni eğitti. Bendeki yetenekleri belli bir yere kanalize edebilme becerisi kazandırdı bana. Böylece yazdıklarım da kitaba dönüştü diye düşünüyorum.”
Sana Gününü Göstereceğim Baba, Üç Kişilik Yalnızlık benim en çok ilgimi çeken öykülerden …
“Sana Gününü Göstereceğim Baba öyküsünün aslında çok dramatik bir sonu var. İnsanların kategorize edildiği dar bir alanda yaşıyoruz. İstediğimiz kadar gayret gösterelim bundan kurtulamıyoruz. Pek çok insan da bu nedenle acı çekiyor. Bunu anlatmaya çalıştım bu öyküde. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi anlatmaya çalıştım. Bu konularda çok fazla acılar yaşanıyor. Bir tarafta da kadına yönelik tabular var. Bu Çocuk Doğacak öykümde de onu anlatmaya çalıştım.Kimse bunlar için benim hikayem diyemez ama benzer şeyler yaşadıkları da olmuştur. Üç Kişilik Yalnızlık öykümde de çok fazla gereksiz boşanmalar olduğunu gözlemleyerek, bunu okura anlatmaya çalıştım. Ben en çok Gölgem ve Ben öykümü sevdim. Kitaba da onun adını verdim. İnsanın kendini tanıması gerektiğini anlatmaya çalıştım.”
Röportaj Fotoğrafları: Vasfi Kuni