“Dar Koridor” ve Kuzey Kıbrıs Emlak Sektörü
“Dar Koridor” Kitabı, Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un kaleme aldığı, ekonomi ile siyaseti ve özellikle de toplumların gelişme süreçlerini ele alan ufuk açıcı bir eser.
Nobel Ekonomi Ödüllü iki yazarın bir önceki eseri de yine dünyaca ünlü “Ulusların Düşüşü” kitabı.
İki kitap da kamunun ve kurumların güçlenmesi ve başarılı bir şekilde yönetilmesi için adeta kılavuz niteliği taşıyor.
Birinci kitap olan “Ulusların Düşüşü”, demokrasi ve kamu kurumlarının güçlenmesi üzerine dünyadaki örnekleri sentezleyerek kurumlara bir yol haritası sunuyor. Aynı zamanda Türkiye’nin önemli ekonomistlerinden Özgür Demirtaş’a göre her gencin okuması gereken kitapların listesinde bulunuyor.
Bu köşe yazısında bahsedeceğimiz ise yazarların ikinci eseri olan “Dar Koridor: Devletler, Toplumlar ve Özgürlüğün Geleceği” kitabıdır.
Dünyanın birçok ülkesinin gelişme sürecini analiz eden bu kitap, ortaya önemli bir teori koyuyor.
Devletin gücü ile toplumun gücü arasındaki dengeyi ele alan bu teoriyi Acemoğlu “Kızıl Kraliçe Etkisi” olarak tanımlıyor.
Alice Harikalar Diyarında Kitabı’ndaki Kızıl Kraliçe karakterinin sürekli koşup aynı yerde kalmasından esinlenen bu tanımlama devlet ile sivil toplum arasındaki güç dengesine atıfta bulunuyor. Devlet de sivil toplum da güçlenirken (ve analojiye göre sürekli koşarken) aralarındaki güç dengesinin aynı kalması “Kızıl Kraliçe Etkisi” olarak tanımlanıyor.
Dar Koridor’da kalabilmek için devlet güçlendikçe, toplumun da onu denetleyebilmesi için güçlenmesi durumunu anlatan kitap, yazının ekinde görebileceğiniz güzel bir görsel ile bunu ortaya koyuyor.
Dar Koridor’da devlet güçlü, sivil toplum güçsüz iken ‘despotik’ olan bir yönetim ortaya çıkıyor.
Sivil toplum çok güçlü, devlet güçsüz iken ise yönetim ‘namevcut’ bir yönetim haline geliyor.
Burada despotik devlet olarak tanımlanan örnek her zaman ‘elitler’ etkisi altında kalıyor. Bazı ülkelerde endüstri devleri, bazı ülkelerde aristokratlar ve bazı ülkelerde üreticiler olan ‘Elitler’ her zaman devlet üzerinde söz sahibi olan kesimleri temsil ediyor. Yasaların uygulanamadığı ve ayrıcalıklı olan elit tabaka devleti yönetiyor.
Diğer yandan sivil toplum ise işçi sendikalarını, sivil toplum örgütlerini, meslek örgütlerini, toplumsal inisiyatifleri ve bazı durumlarda toplumun kendisinin refleks olarak ortaya koyduğu örgütlenmeleri tanımlıyor.
Yukarıdaki tanımlamaları okurken muhtemelen çoğu okuyucu tarafını belirlemiş ve diğer tarafa karşı mücadele ederek onları yenmesi gerektiğini düşünmüştür.
Halbuki Acemoğlu’nun teorisine ve geniş yelpazeden verdiği örneklere göre bir tarafın yenilmesi kısa sürede her zaman devletin ve ekonominin çökmesine sebep oluyor.
Sivil toplum tamamen başarılı olduğunda devlet ‘namevcut’ hale dönüşüyor ve üretim tamamen duruyor. Elitler tamamen başarılı olduğunda ise devlet ‘despotik’ devlete dönüşüyor ve kaynaklar tüketilip mutlaka ekonomik çöküş yaşanıyor.
Kitap bize tarihte demokrasi ile sürekli ekonomik gelişimi başarmış devletlerle ilgili birçok örnek veriyor. ‘Prangalanmış’ olarak anılan bu yönetimlerin hepsinin ortak bir yönü var, sivil toplum ve elitler totaliter olmadan, sürekli müzakereler ile denetimli bir sistem yaratıyor.
Sürekli sivil toplum tarafından denetlenen, tekelleşmeye izin verilmeyen, kaynakları tüketmeyen ve sömürmeyen üretim sistemi ise bir noktada çökmek yerine Dar Koridor’a girerek sürdürülebilir bir ekonomik gelişime ulaşmayı başarıyor.
‘Prangalanmış’ yönetim denetlendiğinden dolayı sürdürülebilir ekonomik büyüme trendine giriyor.
——
Dar Koridor Kitabı’nın bizim emlak sektörümüz üzerine düşündürdüklerini bugün köşe yazımda sizlerle paylaşmak istedim.
Öncelikle Daron Acemoğlu’nun ilk kitabı olan ‘Ulusların Düşüşü’ öğretilerini bizler yasaya göre “kamu hizmeti veren meslek örgütü” olan KTMMOB Mimarlar Odası yönetiminde uygulamayı bir süredir denemekteyiz.
Bu bağlamda gereksiz bürokrasiyi azaltmak, kuralları ve usulleri sözlü olmaktan çıkartıp yazılı hale getirmek, güçlü bir bürokrasi yaratmak, oda içi demokrasiyi güçlendirmek ve üyeye karşı şeffaflık gibi adımları uygulamaya koyma çalışmalarımız altı ay gibi kısacık bir sürede bile etkilerini göstermeye başladı. Hatta bu adımların sonucunda ortaya çıkan bazı geri dönüşlerin bu kadar başarılı olacağını bizler dahi beklemiyorduk.
İkinci kitaptaki “Kızıl Kraliçe Etkisi” teorisinin ülkemizdeki emlak sektörüne nasıl uygulanabileceği ise kapsamlı bir değerlendirmeyi hak etmektedir.
Bu bağlamda KKTC’de yatırımcıların, yani kitabın tanımına göre ‘Elit’ kategorisine giren kesimlerin gerek planlama aşamasında gerekse izinlendirme aşamasında devlet üzerinde etkin bir güce sahip olduğunu sanırım inkâr edebilecek kimse yoktur.
Bu kesim içerisinde devlet yasalarını es geçerek doğaya, çevreye, insan yaşantısına ve hatta uzun vadede ekonomiye zarar veren yatırımcılar da vardır.
Diğer yandan kitabın tanımladığı diğer aktör olan “sivil toplum” ise Kuzey Kıbrıs Emlak Sektörü için çevre örgütleri, meslek odaları ve sivil toplum örgütleri olarak tanımlanabilir.
Bu kesim içerisinde de emlak sektörüne totaliter olarak yaklaşan, bu sektörün ülke ekonomisi üzerindeki etkisini fark etmeyen ve hedef olarak bu sektörün kapanması için mücadele eden sivil toplum örgütleri de vardır.
Özellikle “Dar Koridor” kitabını okuduktan sonra Annan Planı Dönemi’nden beridir bu iki aktörün koridor içerisindeki ve dışarısındaki mücadelesini net bir şekilde gözlemlemek mümkündür.
- Bir taraf imar planına ağır maddeler koyar, diğer taraf planı askıya alarak emirnameye ile devam eder,
- Bir taraf totaliter yasal mevzuatlar hazırlar, diğer taraf devlete baskı yaparak bu yasaları geçirtmez,
- Bir taraf plana aykırı inşaata başlar, diğer taraf mahkemeden ara emri alarak inşaatı durdurur.
Koridor içerisinde yaşanan bu sürekli çekişme aslında gerek yatırım gerekse de demokrasi için faydalıdır.
Sürekli denetimde olan sivil toplum siyasetçinin müdahale ederek yapılmaması sağladığı devletsel denetimi bir miktar da olsa sağlar. Doğal olarak yatırımcıyı da çevreye, doğaya ve uzun vadede ekonomiye zarar verecek yatırımları yapmama konusunda sürekli tetikte tutar.
Bu nokta aslında kitabın bize sunduğu parangalı yönetime ulaşmak için bir dönüm noktasıdır. Mevcut durum iki şekilde evrilebilir:
Ya bu totaliter mücadele devam eder ve bir noktada taraflardan biri galip çıkarak Kuzey Kıbrıs’taki emlak sektörünü, çevreyi, doğayı ve/veya ekonomiyi tamamen çökertir,
Ya da koridorun iki tarafı da diyalog kapısını açık tutarak sürekli birbirlerini denetleyecek, çevreye, insan yaşantısına ve uzun vadede ekonomiye zarar vermeyecek sürdürülebilir emlak modelini yapılandırır. Hem büyüyen hem de sürekli olarak sivil toplum tarafından denetlenen ilerleme grafik içindeki dar koridorda ilerler ve “Prangalanmış Yönetim”e ulaşılır.
Aslında seçenek tartışmasızdır. İkinci seçenek için diyalog ve uzlaşı mutlaka aranmalıdır. Çünkü birinci seçenek sonucunda küllerin üzerine konulacak tahtta kimin oturacağının hiçbir önemi yoktur.