1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. ‘Darbe sırasında bazı Kıbrıstürkler’i Maraş’taki hastaneye götürmüştüm’
‘Darbe sırasında bazı Kıbrıstürkler’i Maraş’taki hastaneye götürmüştüm’

‘Darbe sırasında bazı Kıbrıstürkler’i Maraş’taki hastaneye götürmüştüm’

Kıbrıslıtürkler’i katliamdan kurtaran Lapatoz Muhtarı Andreas Hristodulu’yla röportajımızın son bölümü şöyle: ANDREAS HRİSTODULU: Geçmişte mesela Kıbrıslıtürkler, eğer evlerini herhangi bir asker yoklayacaksa, benim de orada, evle

A+A-

 

 

 

Kıbrıslıtürkler’i katliamdan kurtaran Lapatoz Muhtarı Andreas Hristodulu’yla röportajımızın son bölümü şöyle:

 

 

 

 

ANDREAS HRİSTODULU: Geçmişte mesela Kıbrıslıtürkler, eğer evlerini herhangi bir asker yoklayacaksa, benim de orada, evlerinde hazır bulunmamı isterlerdi benden çünkü bana güvenirlerdi... Ancak Lapatoz’da darbeden sonra evleri yoklama olmadı, bundan kaçınabildik bereket versin, bereket versin köylülerimiz bu süreci kazasız belasız atlattı Lapatoz’da...

Darbe olduktan sonraki 5-6 gün içerisinde bazı olaylar oldu. Bu olayları da sana aktarmak isterim. Köylümüz Kutup, hasta çocuğuyla birlikte Rum mahallesine gelip beni buldu. Çocuğu zehirlenmişti, bakla yemiş ve zehirlenmişti... Çocuğu hastaneye götürmek istemiş ancak kimse onu götürmeye yanaşmamıştı. Ben de “Hade yola çıkalım da Allah bize yardım eder” dedim ve Kutup’la çocuğunu alıp hastaneye götürmek üzere yola çıktım. Mağusa’da Kıbrıslıtürkler bizi taşlıyordu, hastane o dönem Maraş’ta Patrice Lumumba Sokağı’ndaydı. Çocuk doktoru benim arkadaşımdı. Bana neler olduğunu sordu, ben de çocuğun bakladan zehirlendiğini söyledim, çocuğun Kıbrıslıtürk olduğunu da izah ettim. Anında ona iki şişe kan verdiler, 5-6 saat kadar hastanede bekledik Kutup’la birlikte, çocuk kendine gelinceye kadar... Doktor, “Eğer yarım saat geç kalmış olsaydınız, bu çocuk ölecekti” dedi. Çok ciddiydi doktor bu konuda... Bu doktor çok iyi bir insandı. Bana “Yarın çocuğu tekrar getir buraya, bir şişe kan daha verelim ki tamam olsun” dedi. Lapatoz’dan hiç kimse Mağusa’ya gitmek istememişti çünkü bu tam bir çılgınlıktı, başına ne geleceğini bilemiyordun... Bu dönem yollara çıkmak tehlikeliydi çünkü...

2003’te kapılar açıldıktan sonra, Kutup’un oğlu gelip beni buldu ve hayatını kurtarığım için teşekkür etti. Pergama’da polistir bu çocuk şimdi... Çavuştur... Adını hatırlamıyorum şimdi... Ancak babasının adı Kutup’tur. Bu çocuk Lefkoşa’da yaşıyor...

Bir başka olay daha oldu: Ahmet vardı Lapatoz’da... Arkadaşım Ahmet, darbeden 5-6 gün sonra bana geldiydi ve ağlardı... Eşi çocuk düşürmüştü, kanıyordu ve kanı durmuyordu. Kimse onu hastaneye götürmeye yanaşmıyordu... Ben gene onları arabamla hastaneye götürdüm Mağusa’da, Maraş’ta... Gene Mağusalı Kıbrıslıtürkler bizi taşlamışlardı oradan geçerken... Kadını hastaneye götürdük, hastanenin yetkilisi benim arkadaşımdı... Adı Markidis’ti... Neler olduğunu sordu bana. Ben de “Bir Kıbrıslıtürk kadının kanaması vardır” dedim. Bir Kıbrıslırum kadın ameliyathaneye gitmek üzere trollinin üstünde bekliyordu. Bu ameliyatı erteleyerek Ahmet’in karısını öne aldılar ve hemen ameliyata aldılar ve o da kurtuldu...

Bir başka olay: Darbenin ikinci günü, Kıbrıslıtürkler bana geldi, “Muhtar, su motoru bozuldu, ağaçları suvaramaycayık... Acaba su motoru tamircisi Armenis’e götürebilir min bizi? Motoru tamir ettirmeye, Maraş’a...” dedi.

Ben gene “Allah bize yardım eder, hade gidelim” dedim.

Maraş’taki hastanenin yanında polis bizi durdurdu. Kıbrıslırum polisiydi bu ve onu tanıyordum...

Polis “Sizin köyden birisi bize telefon açtı ve Kıbrıslıtürkler’i arabanla gezdirdiğini söyledi” dedi.

Ben de “Birden fazla Kıbrıslıtürk mü var burada? Bu adam tamamdır, bir işi düştü, onun için onu arabamla getirdim” dedim.

Hastanenin karşısında polis vardı... Orada bir ağaçlık vardı... Ormanlık arazide askerler bulunuyordu. Askerlerin komutanı bana bağırmaya başlamıştı.

“Neden Kıbrıslıtürkler’i buraya getirdin?” diye bağırıyordu...

Ben ne söyleyeceğimi düşünmeye başlamıştım, yalan söylemem bile gerekebilirdi, başımıza bir şey gelmesin diye...

“Bu Kıbrıslıtürk şimdi mi kötü oldu?” dedim komutana, “bu kadar zaman bize bilgi verirken iyiydi da şimdi mi kötü oldu?” dedim – elbette bu yalandı... Yanımda bulunan Kıbrıslıtürk, Hikmet’ti...

Durup hemen komutanın önünde Hikmet’i kucakladım...

Sonra da komutana “Eğer bu Kıbrıslıtürk’ü öldürmek istersen, her ikimizi de öldürmek zorundasın çünkü zaten eğer onu öldürecek olursan, ben artık köyüme dönemem” dedim.

Komutan “Hikmet’i bize bırak, sen git motoru tamir ettir ve dönüp onu ara” dedi.

Ben de “Hiç kimseye güvenemem, eğer gidersem geri döndüğümde onu canlı olarak bulabilecek miyim?” dedim.

O zaman komutan “Tamam” dedi, “Onu da al ve git... Dikkatli ol da kimse size kötü bir şey yapmasın...”

Ben de komutana “Eğer siz emir vermezseniz kimse bize incitmez” dedim.

O günlerde çok iyi düşünmek zorundaydınız, tilki gibi yani... Ayaküstü bir yalan uydurmuş ve “Bu adam bize bilgi verirken iyiydi da şimdi mi kötü oldu?” demiştim, dönüp Hikmet’i kucaklamıştım! Hayatını koruyabilmek için o anda böyle konuşmak durumundaydım... Böylece hayatını kurtarmıştım...

Gidip tamir ettirdik su motorunu ve köyümüze geri döndük...

Lapatoz’a Türk askerleri geldiği zaman, Lapatozlu Kıbrıslıtürkler, Türk askerlerine “Muhtarımız canımızı kurtardı, bize şöyle iyilik yaptı, böyle iyilik yaptı” demişlerdi. Hikmet de motoru tamire götürürken başımıza gelenleri anlatmıştı. Hikmet, Rezvan Mustafa’nın kaynıdır. Rezvan Mustafa’nın kızkardeşiyle evlidir Hikmet.

Lapatozlu Kıbrıslıtürkler’in anlattıklarını dinleyen Türk askerlerinin komutanı da, “Siz de onun malını mülkünü korudunuz mu bari?” demişti... “Gidin, önlem alın ki evini soymasınlar” demişti. Böylece köylümüz Kıbrıslıtürkler evime giderek kapıyı pencereyi kapatmıştı...

Lapatozlu Kıbrıslıtürkler, Türk komutana benimle ilgili olarak “Hayatımızı kurtardı, bize iyilik yaptı” diye konuşunca, komutan da “Şimdi nerededir? Onu bana getirin de konuşayım kendisiyle” demişti...

Bunu bana söylediler fakat ben biraz ürküp kaçmıştım! Ben kaçtıktan sonra da komutan evimin güvence altına alınmasını, soyulmasın diye önlem alınmasını emretmişti...

Ben yaptıklarımdan asla pişman olmadım... Ben herşeyimi kaybettim fakat Kıbrıslıtürkler’i kurtarmak, korumak için yaptıklarımdan asla pişman olmadım. Allah şahidimdir... İnsanlar bilmese bile, Allah bilir, bu da bana yeter...

Ben Lapatoz’a gittiğimde hemen masa kurarlar benim için... Bir defasında “Size bir şey söylemek istiyorum, izniniz var mıdır? İzniniz yoksa susacağım” dedim Lapatozlu Kıbrıslıtürkler’e....

“Yok, söyle” dediler.

Onlara “En azından kiliseyi korumanız gerekir” dedim.

Kiliseyi bir futbol kulübüne dönüştürmüşlerdi...

“Neden böyle yaptınız? Mesela benim evimi alın ve onu kulübe dönüştürün. Kiliseyi futbol kulübüne dönüştürmeyin” demiştim onlara.

Kiliseye masa sandalye de koymuşlar, orada yeyip içiyormuşlar, dansediyormuşlar falan...

Onlara “Hiç ilerleyemeyeceksiniz, hep aynı yerde kalacaksınız” dedim...

O zaman Salih Hasan bana dönüp “Hepimizin suçudur bu, tüm köylülerin suçudur...Yani bir tek muhtarı falan suçlama, hepimizin suçudur” demişti.

 

SORU: Şimdi neler hissediyorsunuz? Herhangi bir umut var mı içinizde?

ANDREAS HRİSTODULU: Uyurken, uyanıkken hep Lapatoz’u düşünürüm... Köyüme geri dönmek isterim ama durum kötüdür... Yaşımızdan ötürü belki de Kıbrıs sorununun uygun biçimde çözülmesini göremeyeceğiz... Benim görüşüme göre eğer Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar, herhangi bir müdahale olmazsa birlikte yaşayabilirler. Türkiye’yle Yunanistan bu adadan çekilmelidir benim görüşüme göre ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi onların yerini almalıdır, böylece birlikte yaşayabiliriz...

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1586 defa okunmuştur