Darbeci Cemaat ve AKP ikilemi
Türkiye’deki “lanet” darbe girişimi üzerine düşüncelerimi paylaşmadan önce, darbenin önlenmesinde ciddi rol üstlendiğine tanık olduğumuz herkesi demokrasi adına saygıyla selamladığımı belirtmek isterim.
Gerekçesi, arkasındaki olayların bilinen ve bilinmez boyutu ne olursa olsun, Türkiye siyasi tarihinde derin yaralar bırakan darbelere karşı göğsünü siper edenleri anmadan bu konuda söz etmenin demokratik akla ve vicdana sığmadığını düşünüyorum.
Fethullah Gülen odaklı darbe girişiminin bir şekilde başarılı olması demek, Türkiye’de tedavisi kolay olmayan siyasi, sosyal ve ekonomik yaraların açılması, çatışmanın yaygınlaşıp, toplumsal bölünmenin çatışmaya dönüşmesi ve nerede duracağı belli olmayacak bir şekilde Ortadoğu’da başlayan büyük girdaba Türkiye’yi de sokulması demekti.
Bu sürede özellikle demokratik kamuoyunun siyasi ikilem yaşadığı ve bu ikilemde sıkıştığını gördük: Darbeci Cemaat ve AKP ikilemi.
Elbette Cemaat unsuru ve AKP’nin bugüne dek birbirini besleyerek üreten bir dinamik yarattığını düşünmek yanlış olmaz.
AK Parti, bugüne kadar sürdürdüğü siyaset ile ortaya çıkan darbe sürecini ve yıkımı bizzat kendisi doğurmuştur.
Bugüne dek Türkiye Cumhuriyeti devletinde, Cemaat üzerinden kadrolaşmaya olanak sağlayan; Cemaate mensup kişileri tereddütsüz koruyup kollayan; onların sosyal, ekonomik ve siyasal anlamda statü elde etmelerine izin veren; ülke içerisinde demokratik bütünlüğü ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzeni değil çatışmayı yaratan; cemaatin devlet içerisinde ayrı bir devlet olarak konumlanmalarına sessiz kalan; pek çok yanlış politika ile demokratik süreçleri engelleyen; Kürt siyasi hareketine karşı anti demokratik uygulamaları açıkça dayatan; Kürt yerleşim yerlerini yerle bir eden, yıkan, bu yönde şiddete başvuran; barış isteyen akademisyenleri tutuklatan; yargıyı kontrolüne alan; basını kendi propaganda aracı haline dönüştürmek için yapmadığını bırakmayan; başta sol ve Kürt siyasi hareketine dönük olmak üzere kendinden olmayanlara karşı baskı ve tehdidi sonuna kadar kullanan kimdi ?
Birbirini besleyen ve bugün iktidar savaşına girenlerin aslında düşman ikizlerinden başkası olmadığı açıktır.
Ancak bu durum dahi, bir seçimle iş başına gelmişleri, tankla tüfekle devirmeyi gerçek bir demokrat açısından asla meşru ve haklı kılmaz.
Bu noktada, demokrasi güçlerinin iktidarda kim olursa olsun, kime karşı yapılırsa yapılsın darbeye açık, anında ve net tepki göstermesi şarttır. Çünkü dünyadaki her darbe hem dış desteklidir hem de iktidara karşı yapılmış olsa dahi, demokratik sistemin her bir hücresine onulmaz, geri dönüşü çok zor yaralar açan bir hamledir.
Bu bağlamda darbeye karşı çıkmak, darbeye karşı durmak ve dövüşmek, AK parti siyasetini onaylamak anlamına asla gelmez !
15 Temmuz günü, sokakta en çok da CHP tabanı, HDP ve sivil toplum örgütlerinden sendikalara diğer demokratik güçlerin olması gerekirdi. Gezi hareketinin tanklara karşı en önde olması gerekirdi... Elbette toplum psikolojisi açısından, tüm yaşatılan acılardan sonra bu adım zordu ancak darbenin bir iktidara değil bir demokratik sisteme dönük zararları düşünüldüğünde kaçınılmazdı diye düşünmekteyim.
Sol, demokratik güçlerin sokağa çıkması, Türkiye’nin yeni sürecine dahil olmalarının meşru zeminini yaratabilirdi.
Siyasetsizlik, popülizmi ve sinizmi doğuruyor. Türkiye’de yaşananların bir de bu boyutu var.